NÂZIM HİKMET RAN VERZANSKİ
(20 Kasım 1901 Selânik - 03 Haziran 1963 Moskova)
(Bu sayfa en son 28 Ocak 2006 tarihinde güncellenmiştir.)

Doğumunun 100. yılında!..









Allah (C.C.) rahmet eylesin.!
Müslüman'ın;  mevta olmuş bir insana söyleyebileceği akla gelen ilk hayırlı söz!..

Mayakovski'nin intiharı etrafında birçok dedikodular yapıldı, yapılıyor ve yapılacaktır.
Çünkü o hayatında, arkasından manâsız bir "Allah rahmet eylesin" dedirtecek gibi yaşamamıştır...
Hayatlarında dövüşenlerin isimleri, ölümlerinden sonra da,
sağ kalan düşmanlarıyla kavgada devam ederler.
                                                                                         Süleyman - Mayakovski Neden İntihar Etti? - Resimli Ay Dergisi, Temmuz 1930.

Doğumunun 100. yılına kadar
Nâzım hakkında çok konuşuldu, çok şeyler yazıldı, çok tartışıldı, halâ tartışılıyor.
Bendeki bilgilerse kulaktan dolma, kahve kültürüyle elde edilmişti...

Nâzım'ı önyargısız tanımalıyım o halde...
Moda olmuştu onun mısraları ve şiirleriyle Mevlâna törenleri, kongre açılışları yapmak, heykelini
dikmek, TV'de söz arasında ondan bahsetmek, senfoni orkestrası eşliğinde şiirlerine yazılan besteleri
dinlemek, tiyatro eserlerini sahnelemek, onun adı arkasında güç kazanmak.
Nedense bazıları Vatan Şairi derken bazıları Vatan Haini demekte ısrar ediyorlardı!

«- Arkadaşlar!
            Aylardır ki anamız avradımız
            uzun aç dişleriyle dişlediler
                                kendi memelerini.
Arkadaşlar...
        Çıplak aç karnını kurşunlara vermek,
                       
kıvranarak gebermek...
                                                     Nâzım Hikmet - Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Şiirler 2)
                                                                          Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.31.

Ben ne diyebilirdim ki suskunluğumda?
Ama bir şeyler demek ihtiyacı hissediyordum. Milliyetçiler bile onun şiirlerinde
farklı dünyalara yelken açmakta iken, benim halâ cahilâne iklimimde sessiz kalmam olamazdı.
O halde geç de olsa tanışma zamanım gelmişti merhumla...

Nâzım'ın Moskova'daki Mezarı

Kendisini eserlerinden tanımaya karar verdim.
Hakkında yazılanlardan da kaynak göstererek istifade edeceğim tabi.
Gayem ne onu onöre etmek ne kişisel çıkarlarım için kullanmak ne de yerin dibine geçirmek.
Sadece realizm âşığı Nâzım'ın kendi gerçeğini objektif olarak yakalayabilmek.
İşte bu sayfada birlikte bunun araştırmasını yapacağız.
Yeni bilgiler edindikçe buradaki yazılanlar güncellenecek,
yeni fikirler daima burada tomurcuklarını açacaklar.
Son sözü söylemekte acele etmeyeceğim,
söylemeyeceğim de...
Eleştirileri dikkate alacağım. Ama ne kendimi ne de Nâzım'ı
kem düşüncelerin ihtiraslarına ve propagandaya boyun eğdirterek kullandırtmayacağım.
Gerçeği bulmanız için,  yorumu sizlere bırakacağım.

Bu arada kendimi öyle dürüst ve kusursuz bir insan gibi ortaya çıkarıp,
onu bunu tenkit ettiğimi zannetmeyin. Örneğin, emeğe saygısızlık ettiğim zamanlar da olmuştur.
Bu itibarla emeğin mücadelesini yapan ve davası ile inançları uğrunda yıllarını hapishanelerde geçirmiş
olan bir şahsiyeti eleştirirken iğneyi kendime batırmam gerektiği hususunun da bilincindeyim.
Nâzım'ın makalelerinde kişileri kritik ederken yaptığı gibi ben de onu tanımak için özeleştiri dozunu
kaçırmamaya dikkat ederek düzeyi düşürmemeye gayret edeceğim.

Öyle duman çıktı, kurum yağdı ki
gökte Allah bile meleklere
      Amerikan markalı muşambalar giydirdi.

                                                   Nâzım Hikmet - Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Şiirler 2)
                                                                       Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.53.

 KİMLERİN DOSTLUĞUNDAN ŞÜPHE EDERİZ?

«Türkler ancak antiemperyalist olanların dostluklarından şüphelenmezler.»
diyor Nâzım,  Orhan Selim adıyla Akşam Gazetesi'nde 22.09.1936'da yayımlanan Klod Farer başlıklı
makalesinde. Hemen ertesi gün bir ecnebinin «Antiemperyalist olmayan,
kendi memleketinin menfaati bakımından müstemleke politikasına taraftar bulunan herhangi bir
Avrupa münevveri sizin samimi dostunuz olamaz mı?
» sorusunu
aynı gazetede "Kimlerin Dostluğundan Şüphe Ederiz?" adlı makalesinde şöyle yanıtlamış :
«Antiemperyalist olmayan bir Avrupalı münevver eninde sonunda harp taraftarıdır.
Ve bir emperyalizmin bekası için harp isteyen bir Avrupalı münevverin bize karşı dostluğundan nasıl
emin olabiliriz?
Kaldı ki, "Kendi memleketi bakımından" bile antiemperyalist olmayan,
harp isteyen bir Avrupalı münevver, bizzat kendi milletinin büyük ekseriyeti için düşmandır.
Kendi memleketinin geniş halk yığınlarına düşman olan bir adam bize dost olabilir mi?...
                                                                       Nâzım Hikmet - Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil - Yazılar 1, Adam Yayınları, 6. Basım, Mart/1995, sh. 195 - 196.

insanların en büyüğü Engels...
Vladimir İliç Ulyanof Lenin
ateşten bir dev gibi çıktığı zaman
                                
               barikata,
yakalığı da vardı
                   kıravatı da...
Bana gelince :

Ben ki, herhangi bir proleter şairiyim,
Marksisto - Leninist şuur,

                                               Nâzım Hikmet - Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Şiirler 2)
                                                                  Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.101.
5 Şubat 931..

Vâlâ Nureddin «Bu Dünya'dan Nâzım Geçti» adlı eserinin 32. sayfasında
Nâzım'ın soy kütüğü hakkında aşağıdaki açıklamaları vermiş :
Nâzım'ın annesi Celile Hanım'ın dedesi Mustafa Celalettin Paşa BORJENSKİ soyadlı bir
Polonyalı yahudi; diğer büyük dedesi Mehmet Ali Paşa da
Magdeburglu
protestan Karl de Troi ailesine mensup olup, Fransız kökenlidir.

O halde Nâzım'ı tanımak için Nâzım'ın kendi cümlesini şahsına tarafsız bir gözle tevcih
ediyorum. Köken olarak bir Türk kanı taşımadığınıza göre,
antiemperyalist düşüncenin bir temsilcisi sıfatıyla size dost olarak güvenebilir miyiz?

Önceden söylediğim gibi cevabını sizler vereceksiniz.
Ben araştırma safhasında düşüncelerim kesinleşinceye kadar yorum yapmayacağım.

      
Kendimi her çiçeğe konarak, ondan bal almaya çalışan arıya benzetirim.
Bu itibarla Nâzım çiçeğine konduktan itibaren ondan aldığım feyzleri bal mesabesinde, olumsuz
etkilendiğim fikirlerini de
delibal tâbir edilen zararlı materyaller olarak telâkki edeceğim.

Okuduğum makale ve şiirlerden ve hakkında yazılanlardan beni olumlu yönde etkileyenlerini
kısa cümlelerle de olsa sizlere yorum yapmadan aktarmaya çalışacağım.

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Mensup olduğu milletin lisanında bir dönüm noktası teşkil etmeyen, o milletin büyük mücadelelerinin
    sesini duyuramayan bir şair nasıl millî şair olabilir?..

                                                                                                                                   İmzasız - Putları Yıkıyoruz, No. 2/Resimli Ay Dergisi, Temmuz 1929

Polonya'ya gitmiş, kendisinin bir Polonyalı (Lehistanlı) aileden geldiğini ispat etmek suretiyle
Ran olan soyadını Verzanski soyadıyla değiştirmiştir.
Aşağıdaki şiirinden Türk olmayan dedesine övgü yağdırdığı anlaşılıyor.

Lehistan'dan gelmiş dedelerimden biri
Lehistan'da millet
Sosyalizmi kurmakla meşgul
Göğsümüzü kabartmıyor değil
Dedelerimden birinin Lehli oluşu.

Türk olmayan dedesiyle övünen ve soyadını değiştiren Nâzım Hikmet'in
Vatan Şairi olarak lânse edilmesinin yorumunu sizlere bırakıyorum!

        

Dedelerinin biri Polonyalı yahudi, diğeri protestan Fransız olduğu
yakın arkadaşlarınca da teyid edilen Nâzım'ın; Osmanlı İmparatorluğu'nun saygıdeğer padişahı;
İstanbul'un fethiyle sevgili Peygamberimiz tarafından övgüye mazhar olmuş komutan, Yeniçağ'a
kapı açan Fatih Sultan Mehmet hakkındaki düşüncelerini de aşağıya çıkarıyorum :

İkinci Mehmet ki derebeylerin derebeyidir, zalimlerin zalimidir.
İkinci Mehmet ki Kostantaniye'deki karılar, kızlar ve şabb-i emredlerin visaline nail olmak için
bir emriyle on binlerce insanı ademe göndermiş mağrur bir ceberruttur.
İkinci Mehmet ki Türkiye'yi satan Vahdettin'in dedesinin dedesidir.
                                                                                                   İmzasızdan - Kara Davut/Resimli Ay Dergisi, Haziran 1929.

Sizler de benim gibi Nâzım'ın dedesinin dedesini merak etmişsiniz diyerek
yukarıdaki belgelere ulaşabildim. Şunu da merak etmiyor değilim!?
Vahdettin memleketi kaç paraya, kime sattı?
Bunu belgelerle bir tarihçimiz ya da iddia edenler kamuoyuna açıklayıversin lütfen!...

Acaba Nazım Bey bilir miydi ki... "Halbuki Sultan Vahdeddin Han'ın, hayatının tehlikeye girmesinden dolayı memleketinden ayrılmak zorunda kaldığında şahsî mirası mahiyetinde babasından intikal eden bütün serveti beraberinde götürme imkânı varken, dasitanî bir namusluluk örneği göstererek bu serveti Hazine-i Hümayun'a gönderdiğini...  İtalya'da geçirdigi fakr -u zururet içindeki bir hayattan sonra 1926 yılında San Remo'da vefat ettiği zaman 120.000 lira borcu kaldığı için alacaklıları tarafindan tabutuna haciz konulduğunu.... Tahnit edilmiş cesedinin, kızı Sabiha Sultan'ın bu parayı binbir güçlükle temin etmesinden sonra Şam'a naklolunarak Yavuz Sultan Selim Câmîi avlusuna defnedildigini..." ???
 

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Ve en güzel sanat eserine biçilen kıymet, realiteyi en kuvvetle veren,
    en yüksek unvan da, devlet sanatkârı değil, halk sanatkârı unvanı olmalıdır.

                                                                                                                                        Adsız Yazıcı - Halk Sanatkârı mı? Devlet Sanatkârı mı?/Tan, 15.03.1937

 
Gelelim Bizim Radyo anılarına...
1951 yılı Haziran ayında Sovyetler Birliği'ne kaçtıktan sonra
yıllarca komünist ideolojiye hizmet yarışında hayli emek sarf ettiğini makalelerinden öğrenmekte
zorluk çekmedim. Bildiğiniz üzere her gün beş ayrı saatte Bizim Radyo uzun yıllar
Türkiye Cumhuriyeti hakkında menfi propaganda yapmış ve bölücülüğe hamilik etmiş,
kültürel ve tarihî değerlerimizi yıkmak için karalama kampanyalarına girmiş,
Türk Cumhuriyetleri'nin özgürlüklerine zincir vurarak onları sömürmekle kalmayıp, aynı esaret zincirini
ülkeme de vurmak için yayınlarıyla Türk Milleti'ne zehir kusmaya devam etmiştir.

Araştırmalar Nâzım'ın Bizim Radyo'da uzun zaman idarecilik yaptığını göstermektedir.
Bizleri bizim lisanımızla arkadan vuran Moskof'un borazanlığına soyunan bir Nâzım mı görüyoruz?

Câmiye kızarak, kiliseye mi kaçılmalıydı?..
Kültürel ve tarihî değerlerimizle, bağımsızlık ve özgürlüğümüzü hedef alan Bizim Radyo'ya!!??

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Bizde kültür "fıkdanlığı" doğrudur. Kültürün, belki biraz sathî fakat en kestirme tarafı bilgidir.
    Bilgi olmadan kültür olmaz. Bilgiyi elde etmek için başvurulacak ilk yol okumaktır, okutmaktır... .

                                                                                                                                                                                        Orhan Selim - Kültür/Akşam, 19.01.1936

YABANCI HAYRANLIĞI
Nâzım'ın makaleleri ve şiirlerinin birçoğunda
Sovyetler Birliği, Lenin ve 12 yıl yaşadığı
Moskova'ya karşı olan  hayranlığına rastlamak için fazla zorlanmayacağınızı söyleyebilirim.
Aşağıda birkaç cümle ile bunu özetlemeye çalıştım.
Ben ülkücü camia içerisinde yıllarını geçirmiş bir insan olarak, ne Almanya, İtalya, İspanya,
A.B.D. gibi ülkelere ne de faşist Hitler ve Mussolini gibi insanlarına hayranlık duymadım.
Çevremde bunlara aşırı ilgi gösteren milliyetçiler de yoktu!...
Türk Milleti'nin bir ferdi olmaktan her zaman gurur duydum.
Memleketimin sorunlarına çare bulmak için düşmanlarıma dost diye sarılmadım.
Ağzıma dayadıkları radyo mikrofonundan memleketime kin kusmadım.
Kendimi vatansever olarak görüyorum. Soydaşlarımı Asya'da inim inim inleten, sömüren,
özgürlüklerini elinden alan, din ve vicdan hürriyeti tanımayan,
Ermeni, Bulgar, Yunan ve PKK hâmisi Moskof'a yaranmak için uşaklık yapmadım.

Bursa Cezaevi'nde

Sayın okurlarım aşağıdaki cümleleri okuduktan sonra kanaatinizi tarafsızca ortaya koyunuz...

  1. O devirlerde Marx'la, Engels'le, Lenin'le haşır neşirdim. Lenin'in kitaplarını doğrudan doğruya sahneye koymak istiyordum. Bütün sanat anlayışımın ve çabalarımın üstünde Sovyet tiyatrosunun ve Sovyet tiyatrosuna doludizgin katılmak isteğinin etkisi büyük olmuş. Lenin'in kitaplarını sahnede doğrudan doğruya ilüstre etmek isteği, şiirde de beni aynı işi yapmaya götürmüş.
                                                                                             Nisan-Haziran 1962/Moskova - Ekber Babayef, "Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri", 1969, Cilt V. sh. 5-17.

  2. 1921'de Batum'a geçtim. Bir yandan takunyalarımı takırdatarak mitinglere gittim, bir yandan Türkiye Komünist Fırkası dış bürosunun çıkardığı "Kızıl Sendika Dergisi"nde çalıştım.
                                                                          Nâzım Hikmet - Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil - Yazılar 1, Adam Yayınları, 6. Basım, Mart/1995, sh. 265.

  3. Sekterler ve dogmatikler de, Marksist - Leninist ilkelere - benim için her şeyden daha değerli olan bu ilkelere - sahte sadakatlarını sosyalist gerçekçilik maskesi altında gizleyerek, revizyonistlerin sosyalist gerçekçiliğe iftiralarına yardım ediyorlar.
                                                          Türk Edebiyatında Sosyalist Gerçekçilik - Revizyonizm ve Sekterlik Üzerine - Şarkiyat Sorunları Dergisi, 1959, Sayı : 2.

  4. Marx'ın, Engels'in, Lenin'in eserlerini ilk okuduğum zamanlardı. Öğrendiklerimi doğrudan ve kalbime doğduğu gibi şiire döküyordum. Materyalizm ve Ampiriokritisizm'i okudum : benim için bundan daha güzel bir poem dünyada yoktu.
                                                                                                                                              Ekber Babayef, "Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri", 1972, Cilt VIII. sh. 447-458.

  5. "Resimli Ay" Amerikan emperyalizminin ajanlığını yapan "İncil Cemiyeti" ve "Genç Hıristiyanlar Birliği" nevinden sözüm ona kültürel ve dinî teşkilâtlara karşı amansız bir mücadele yürütüyordu. Aynı zamanda derg, Türkiye halkına, Sovyetler Birliği'ni tanıtıyordu. Kısaca, "Resimli Ay" o zamanlar ileri Türk aydınlarının dergisiydi.
                                                                                                                                    1952 - Ekber Babayef, "Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri", 1972, Cilt VIII. sh. 467-470.

  6. Demek ki, adım "Pravda"ya ilkönce 1924'te geçmiş ve piyes yazarı olarak. Kim bilir bunu o zaman okuyunca nasıl sevinmişimdir. Ne yalan söyleyeyim, evveli gün de bu birkaç satıra rastlayınca yüreğim şöyle bir tatlı tatlı hop etti. Şaka mı bu, ta ne zaman "Pravda" adımı anmış! Nikolay Ek'le Moskova'da "Metla" tiyatro artelini kurduk. Haftada iki kere oynuyorduk, şimdiki "Sentralniy", o zamanki "Şanuar"da. Burası Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'nin kulübüydü de, ben de bir aralık kulübün başkanıydım gibime geliyor...
                                                                                             Nisan-Haziran 1962/Moskova - Ekber Babayef, "Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri", 1969, Cilt V. sh. 5-17.

Nâzım Hikmet, annesi Celile Hanım,
 kız kardeşi Samiye ile

 

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Radyoda eski tâbiriyle "Alaturka", yeni ismiyle "Türk Musikisi Heyeti"ni dinliyoruz.
    Bence, ne isim verirseniz veriniz, Osmanlı şehir ve köy musikisinin tekrar radyoda yer bulması mühim bir "irtica" sayılmaz.

                                                                                                                                                                                      Orhan Selim - Radyo İçin/Akşam, 27.10.1936

MADDE VE MANÂ ÂLEMİNE BAKIŞ
Cumhuriyet'le idare edilen rejimlerde insanlar dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamazlar.
Ben bu kısa paragrafta Nâzım'ı kendi ifadelerinden izleyerek
inanç dünyasını çözmeye çalışacağım. Kendisi açıklamalarını kaleme almakta beis görmemişse
benim de burada yazmamın sakıncalı olacağını zannetmiyorum.
Amacımın onu tanımak olduğunu önceki ifadelerimde de belirtmiştim.

Nâzım, Resimli Ay Dergisi'nin Haziran 1929 tarihli nüshasında imzasız olarak neşrettiği Putları Yıkıyoruz,
No. I - Abdülhak Hâmit balıklı makalesinde şunları söylüyor : «Abdülhak Hâmit Beyefendi dâhi-i âzam
değildir. Âzamı bir tarafa bırakalım, dâhi olmanın umumi vasıflarını bile haiz değildir.
Hâmit Bey devri için yeni, kuvvetli bir Osmanlı şairidir, işte o kadar.»

Aradan 5.5 yıl geçmiştir. Nâzım ki el öpmemiş olan aydınımız; bu kerre ak saçlı ozan olarak nitelendirdiği
Abdülhak Hâmit'in eğilerek, elini öpmektedir. Peki ne olmuştu bu geçen yıllar zarfında?

Erenler, varlığını sandıkları bir yaratanın kısır gölgeleridirler; bu el : Yaratandır...
Ben ki el öpmemişim, eğildim, öptüm bu eli.
Yaratanın yaratanını, kendi kendimi öpmüş gibi oldum!..
                                                                                                                                                Orhan Selim - Öptüğüm El.../Akşam Gazetesi, 17.12.1934

Neden öptüğünü üç gün sonra aynı gazetede
"83 Yaşında Delikanlı" başlıklı makalesinde anlatmaktadır. Meğer,
yaşıtlarının birçoğu, sona eren
bir akşamın korkusuyla bir
Öteyan'ın varlığına sığınırken, bu ak saçlı büyük usta :

Meçhûle tapma, akl ü izâna tap, dedim
Hayvâna tapma, insâna tap, dedim

demiş ve ileriye dönük umutlar içeren bu şiiri okuyunca,
Abdülhak Hâmit Tarhan'ı  merhum, Maçka Palas'taki evinde ziyaret etmiş.

Teşekkürler Nâzım Usta; kabrinde mesut yatarken
yaratanın yaratanı ile Tanrı'nın elçileri arasındaki diyaloğuna şahit olmak isterdim.
Kendine manâsız bir "
Allah rahmet eylesin" dedirtecek gibi yaşamadığını görebiliyorum.

Kırlaşan saçlar.

Filozoflar ikiye ayrılmışlardır.
Kim ki, tabiata göre ruhun önceliğini ileri sürmüştür ve böylelikle şu veya bu biçimde,
şu veya bu manâda, kâinatın yaratılmış olduğunu kabul etmiştir,
felsefede idealist okulunun herhangi bir bölüğündendir.
Buna karşılık, kim ki, tabiatın önceliğini kabul etmiştir, böylelikle kâinatın yaratılmamış olduğunu
ileri sürmüştür, felsefede materyalist okulun şu veya bu bölüğüne girmiş demektir.
                                                                                                                    Orhan Selim - İki Okul Birbirinden Nasıl Ayrılır?/Akşam Gazetesi, 02.12.1935

Ancak, n'eyleyelim ki, tek başına, şurda burda dolaşıp duran, gözle görülmez, elle tutulmaz
CAN denen bir nesnenin ayrı varlığına inanmak sanıldığı kadar kolay değil...
Gövdeyle can bir birliktir. Gövdenin dışında, karakuş gibi uçan, can adlı bir nesne yok...
Gövdeyle can bir birlik olunca, canın yiyecek içeceğiyle, gövdenin yiyip içtikleri arasında sıkı bir bağ
var demektir... Gövde rakıyı çekip kafayı tutunca, gövdenin yiyip içtiği fasulye piyazıyla imamsuyu
olunca, canın yiyip içtiği de "hey, hey"li, "medet, yandım"lı musiki olur...
Bunun için değil midir ki, tanınmış adıyla, "alaturka" dediğimiz musikiyi
rakı bardağı karşısında en iyi anlarız...
                                                                                                                                  Orhan Selim - Gövde İleCan/Akşam Gazetesi, 27.11.1934

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Bugün, Türkçe şiirde yeni bir yol açmak isteyen keşşafların, şiir mazisini iyice bilmeleri, hiç değilse
    hece veznini iyice kavramaları lâzımdır. Meşhur bir ressam, resimdeki yeniliklerin mürşitlerinden biridir.
    Mesaisi, üç merhale geçirmiştir. Eskisi gibi terkip, eskiyi dağıtmak, yeniyi terkip merhaleleridir.

                                                                                                            Orhan Selim - "24 Saat" Şiirde Yeniliği Nasıl Anlıyoruz?/Akşam Gazetesi, 20.08.1929

                   

Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben
...

KAHROLSUN FAŞİZM
Entellektüeller neden faşizme düşmandırlar?
Bu suale cevap vermek için evvela faşizmin ne demek olduğunu anlatmak lâzım.
Faşizmin en büyük karakteristiklerini şöylece hulâsa edebiliriz :

  1. Faşizm burjuvazi ile amele kavgasında burjuvaziyi tutmaktır.

  2. Cemiyet içindeki sınıfları paralize ederek sermayedar diktatoryasını kuvvetlendirmektir.

  3. Amele hareketlerine, teşekküllerine, siyasî fırkalara, halkın serbest cemiyet kurmalarına mâni olmaktır.

  4. Parlamenter demokrasiyi kaldırmak, kelâm, içtima, fikir hürriyetini boğmaktır.

  5. Malî sermayenin hâkimiyetini temin etmektir.

  6. Emperyalizmi kuvvetlendirmek, müstemlekeler elde etmektir.

  7. Büyük devletler arasındaki zıddiyetleri çoğaltarak, bütün dünyayı harbe sürüklemektir.

Yani köylü, işçi, küçük esnaf, münevver denen
kitleleri ezip, büyük sermayedarların menfaatini ve hayatını temin etmektir.
                                                                                                       Adsız Yazıcı - Münevverler Faşizmi Niçin Sevmiyorlar? - Tan Gazetesi, 13.04.1937

 Yukarıdaki tanımlamaya göre
Nâzım'ın Marksist düşüncesine destek verenler dışındaki hemen herkes faşist galiba?
  Ama ben faşist değilim!..

Sevgili Okuyucularım!
Yeryüzünde Türk Cumhuriyetleri'ni müstemleke yapan, yıllarca onları sömüren,
halkını işçi ve köylü kategorisine sokup alkolik yaparak uyuşturan,
dünyanın en çok çocuk porno filmleri çekilen, Almanya'yı bölen, Azerî ve Çeçenler'e kan kusturan,
rüşvetsiz adım bile atılamayan, halkını fuhuş batağında Nataşa adıyla dünyaya sunan,
çalıntı teknoloji ile nam salan, alkolik devlet adamlarıyla ünlenen, devrim adı altında milyonlarca
mâsum insanın katili olan, PKK'ya ve Ermeni militanlarına kamplar açıp binlerce suçsuz kürt soydaşımızın
katline sebep olan, Türkiye'mizi de müstemleke yapmak isteyerek topraklarımıza göz dikmeye
devam eden ve memleketimizin etrafını Ortodoks çemberiyle daraltmaya çalışan
Sovyetler Birliği'nden daha faşist zihniyette bir ülke görebiliyor musunuz?

Grevin altıncı günü
 

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Düşünmek kadar güzel, düşünmek kadar korkunç,
    düşünmek kadar dinlendirici ve çıldırtıcı bir nesne olmasa gerek, diye düşündüm.
    Doludizgin, önceden öğrenilmişlere dayanmayarak, korkmadan düşünmek!
    Ben, bu işi kıvırabilecek babayiğitlerin yeryüzünde sanıldığından az olduğunu sanıyorum.

                                                                                                                                             Orhan Selim - Düşünmek/Akşam Gazetesi, 28.01.1935

DİNÎ PROPAGANDA
Marksist ve materyalist inancı gereği Allah ve ruh'un varlığını redddettiğini
yukarıda kendi ifadelerinden anlamış olduğumuz Büyük Şâir'imiz Nâzım Bey'in
dinî sansür hakkındaki görüşlerini öğrenmek istersiniz diye düşündüm.

Sinemaları sansürden geçiriyoruz, fakat hangi nokta-i nazarla?..
Din propagandası giriyor, San Fransisko filmi baştan başa bir din propagandasıdır.
San Fransisko halkı dinsizdir, Allah onlardan intikam almak, onları hak yola getirmek için şehri
bir zelzele ile yerle yeksan etmiştir.
Daha bunun gibi çok misaller bulabiliriz.
Sinemaları sansür etmek, onların propagandalarına âlet olmamak demektir.
Foks Jurnal ve sinema filmleri şuurlu bir sansürden, muayyen nokta-i nazarlarla geçmelidir.
                                                                                                                                            Adsız Yazıcı - Foks Jurnal/ Tan Gazetesi, 01.03.1937

Yoksa siz ey müminler,
 kendinizden evvel geçenlerin halleri hiç başınıza gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız?
Onlara öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler dokundu ve öylesine sarsıldılar ki,
hatta peygamber ve maiyetinde iman edenler :
« Allah'ın yardımı ne zaman olacak? » diyesiye kadar ...
Bilin ki Allah'ın yardımı muhakkak yakındır.
                                                                                                                                              Kur'ân-ı Kerîm/El' Bakara Sûresi (Sûre : 2, Âyet : 214)

Ey müminler, sizi biraz korku,
 biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden yana eksiltme ile,
and olsun imtihan edeceğiz.
Ey Habibim, sabredenlere müjdele.
Onlar , o kimselerdir ki, kendilerine bir belâ geldiği zaman teslimiyet göstererek :
« Biz Allah'ın kuluyuz ve yine O'na döneceğiz » derler.
O teslimiyet gösterip Rab'bine sığınanlar üzerine, Rab'binden mağfiret, rahmet vardır;
ve işte onlar, hidayete ermiş olanlardır.
                                                                                                               Kur'ân-ı Kerîm/ El' Bakara Sûresi (Sûre : 2, Âyet : 155 - 157)

Bu bir inanç meselesi.
Olayın bir fizik, bir de metafizik yönü var.
Eğer idealist düşünceye sahipseniz olayı metafizik yönden çözmeye, materyalist düşünceye
sahipseniz fizikî yönden halletmeye çalışırsınız. Ben hem fennî ilimlerle hem de fizik ötesi âlemin
kurallarına göre olayı birlikte çözmeyi ve değerlendirmeyi tercih edenlerdenim.
Kısaca düşüncenin sansüre tâbi tutup, zincire vurulmasına karşıyım...

Nâzım'ın 3 Eylül 1931'de
Piraye'nin kardeşi Selma'ya
imzalayıp verdiği bir fotoğrafı.

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Mektep kitapları meselesi, fiyat bakımından, halledilmemiştir.
    Evet, neden, sınıflar yükseldikçe fiyatlar artıyor? İş tamamen tersine olmalı.

                                                                                                                                  Orhan Selim - Mektep Kitapları Yolsuzluğu/Akşam Gazetesi, 18.10.1936

 TAASSUP
Katolik Kilisesi musikinin haram olduğunu,
mukaddes bir yerde musiki çalınamayacağını iddia ederdi.
Protestanlar on dokuzuncu asırda musikiyi, yirminci asırda dansı kiliseye soktular.
Câminin musikiyi menetmesi, musikinin ancak tarikatlarda yer bulması,
o zamanki taassubun bir neticesiydi.

                                                                                        Adsız Yazıcı - Üniversite Bir Manastır mıdır?/ Tan Gazetesi, 23.03.1937


Câmiye ibadet maksadıyla değil de nefsi tatmin amacıyla gidecekseniz
cemaatı önce defle, sonra orgla, daha sonra sema ile daha sonra da oryantal dansla
neş'e - i muhabbete davet edebilirsiniz. Ne dersiniz? Hele bir kapıyı açıverin...
Bahtsız Mevlâna Celâleddin Rûmî! Seni câmi oryantali olarak mı anımsayacaktık?

 

"Gel! Gel!
Ne olursan ol gel!
İster kâfir, ister mecûsi, ister puta tapan ol, gel.
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kerre tövbeni bozmuş olsan yine gel."

Gel ! Gel !
Ne olursan ol gel !
Kâfir, putperest, ateşe tapan mecusî olsan da gel !
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gel !
Bizim kapımız ümit kapısıdır
Nasılsan öyle gel !

 

  • Şu düşünce ve ifadelerine katılmamam mümkün değil...
    Her yazıcı elinden geleni yapsa, taşlı tarla ayıklanırdı.
    O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı...
    İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha kolaylıkla ekebilirdik.
    Avdet, müteakip birer ufacık sözdür ama, onlar ayıklanmadan yerlerine temizi, bizimkisi konamaz...

                                                                                                                          Orhan Selim - Biraz Daha Özene Bezene Yazsak/Akşam Gazetesi, 13.11.1934


Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı
Çankırı Cezaevi'nde.

BEDREDDİN - BÖRKLÜCE MUSTAFA - TORLAK KEMÂL DESTANI
AHMEDİN HİKÂYESİ
- İsa peygamberin ölüsü etiyle, kemiğiyle, sakalıyla dirilecekmiş. Bu yalandır.
Bedreddinin ölüsü, kemiksiz, sakalsız, bıyıksız, gözün bakışı, dilin sözü, göğsün soluğu gibi dirilecek.
Bunu bilirim işte... Biz Bedreddinin kuluyuz, ahrete, kıyamete inanmayız ki, dağılan
fena bulan bedenin yine bir araya toplanıp dirileceğine inanalım. Bedreddin yine gelecek diyorsak,
sözü, bakışı, soluğu bizim aramızdan çıkıp gelecektir, diyoruz.
Nâzım Hikmet - Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Şiirler 2) - Ahmedin Hikâyesi - Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.265.

Materyalist düşüncenin bayraktarlığını yapan Nâzım'ın
Şeyh Bedreddin'le ilgili anılarında neden ruhanîyâta el atıp, erenlere karışmak ihtiyacı
hissettiğini anlayamadım. Hem maddîyundan olduğunu iddia eder,
hem de Giritli keşiş gibi, üstüne üstlük aradan asırlar geçmiş iken,
Börklücenin denizleri sessizce aşan müridiyle konuştuğundan dem vurmaktadır.»
                                                      Nâzım Hikmet - (Şiirler 2) - Şeyh Bedreddin Destanı - Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.227 - 259.

Okuyucularıma Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemâl hakkında tarafsızca
kanaat sahibi olmaları için Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun Kapı - Kilit - Konak - Bu Atlı Geçide Gider
adlarıyla başlayan bir seri tarihî roman setini okumalarını tavsiye edebilirim.

Dostlar
bir varayım göreyim
göreyim
Bedreddin kullarından
Börklüce Mustafayı
Mustafayı.»

Boynu vurulacak iki bin adam,
Mustafa ve çarmıhı
cellât, kütük ve satır
her şey hazır
                   her şey tamam.
...................
Atın üstünde kalın kaşlı bir çocuk
Amasya padişahı şehzade sultan Murat.
Ve yanında onun
bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim Bayezid Paşa!
                        Nâzım Hikmet - (Şiirler 2) - Şeyh Bedreddin Destanı
                                                Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.250 - 251.


1951 Ağustosunda Doğu Berlin'de yapılan Dünya Gençlik Festivali'nde
Nâzım Hikmet kendisini coşkuyla karşılayan gençlerle.

İlhan Darendelioğlu "Nâzım Hikmet Vatan Şairi mi? Vatan Haini mi?" adlı kitabında
«Nâzım'ın eserlerinden oluşan ve hakkında "Methiyye" olarak kaleme alınan
kitapların sayısı 70'e ulaşmış olmasına rağmen, onun gerçek hüviyetini açıklayan,
faaliyetlerini, mahkûmiyetini, ihanetini, komünizm hastalığını dile getiren bir eser
Nejdet Sancar'ın "Nâzım Hikmet Masalı" adlı kitabı istisna edilirse henüz yayımlanmamıştır.
Masum ve körpe dimağlar bu yalanlarla ters yüz edilmiştir.» denilmektedir.

Şu ya da bu sebepten Türkiye dışına çıktıklarında,
üstelik oralarda beslenme kapıları da bunlara her an açık iken, ilk
fırsatta Yurd'a dönme acelesine neden düşüverirler?
Aksini yaşayanı bu yaşıma kadar görmedim. Bir tek Nâzım Hikmet denedi
bu işi, sebebini de herkes biliyor. Cumhuriyet öncesinde
"münevver" dediğimiz şimdiki "aydın", geçiş döneminin karmaşası içinde
o münevver'in zengin anlamlarından birçoğundan kopmayı,
işine öyle geldiği ve kolayına yaşamak hoşluğu içinde, çabuk başardı.

Bu durumda, dün peşinden koştuğunu bugün kötüleyen kişiye
nasıl yazar diyeyim ben ve yazdıklarına niçin inanayım?
Beni dün nasıl yanılttıysa bugün de öyle yanıltıyor ise yine?
Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU -Yeniçağ Gazetesi - 01 Mayıs 2005 Pazar
 

SOFRALAR
(19 Ekim 1997 Pazar günlü Zaman Gazetesi'nde yayımlandı.)


 

            Nitekim örneklendikleri Nazım Hikmet de, sofraları hep tok sofrası olduğu halde açlıktan dem vurduğu için inandırıcı olamadı.. idi. Bir sabah kahvaltısı 1920 yılında Bolu'da şöyleydi :

            Bolca gül reçeli, yumurta çeşitlemeleri, peynir çeşitlemeleri, taze ekmek, yoğurt, bal, çay!.

            Bu sabah sofrası bugün çoğumuza olağan bir sofra gibi gelebilir ve yine bazılarımızın gözüne yoksulca bile görünebilir, lâkin 1920 yılını düşünürseniz o sofranın bir kral sofrası görünümünde olduğunu fark edebilirsiniz.

            Kendi deyişine inanan çıkarsa, - ki ne yazık ki hâlâ çıkabiliyor. - Nazım Hikmet sözüm ona değil böyle bir sofra yüzü, bir dilim ekmek, birkaç yudum çorba görmemiş, görememiş, açlıktan çaresizleşmiş yoksul köylüleri görmeyi insanlık anlayışına yediremediği için komünist Rusya'ya gitmiş ve orada insanlığa ışık olacak bir yöntemi, komünizmi, öğrenmek istemiştir.

            Nasıl olsa Hâlide Edip ile kocası Ankara'dan zarf içinde para göndermişler Bolu'ya, nasıl olsa meteliğe kurşun atacak yoksullar içinde zorlukla yenilenmekte olan devlet, "gelişlerinde yarar vardır" umuşuyla yolluklarını ayaklarına kadar yollamış o yolluklarda; Nazım Hikmet ile arkadaşı ise beden beslemekte, Bolu'daki eski komünistlerle içli dışlı söyleşmelerde..

            Bu milletin gerçekten yüzde şu kadarı aptal mıydı? Bilemiyorum. Belki öyleydi, belki değildi. Bildiğim, bunların ağababası Nazım Hikmet'in Rusya'da, Moskova'da bile kendisini beslettiği, besletme imkânlarını bulabildiğidir. Bozulmuş yeniçeri aydınlarının ve Acem bozması münevverlerin yakıştırdığı "etrâk-ı biidrak" olan akılsız Türkleri sattıkça para kazanıldığını yüzyıllardan beri bilmeyen yok!

            Nazım Hikmet ise böylesi satışların en ustası idi. Her yerde ve her vakit özünü besletmenin yollarını bulur, bunu pek iyi bilirdi. Moskova'da, hafif yiyecekler yemesinin hekimlerce istenildiği günlerdeki sabah kahvaltısı şöyleydi : "Yoğurt, salata, yemiş, çay..."

            Bu hafif kahvaltıdan sonra, yukarı kata çıkıyordu. Yazın camekânlı verandada, kışın uçsuz bucaksız yazı odasında bir saat çalışmak, yarım saat sırtüstü yatmak... Bir buçuğa kadar sürüyor bu çalışma. Bir buçukta öğle yemeği : Yüz gram yağsız et, balık, sebze, yoğurt, yemiş, meyve suyu.

            Ya Rus işçisi, köylüsü, memuru ne yiyor, nerede oturuyor, nerelerde yatıyordu acaba? Ya Türk köylüsü, Türk işçisi, Türk memuru? O tarihten yirmi beş yıl sonra bile ben Moskova'da, Bakü'de, Taşkent'te, Almaata'da bir ekmek alabilmek için kuyruklarda bekleyen binlerce insan gördüm. Bir göz odaya sığınmış aileler, yıkanma yerleri üçlü beşli ortaklaşa kullanılan mekânlar, artık toplama peşinde koşuşturan canlar tanıdım.

            Ve yine o tarihlerde Rusya'nın en gözde aktörünün açlıktan süründüğünü, dünyanın en ünlü bestekârının Stalinci olabilmek uğruna nelere katlandığını herkes biliyor. Buna karşı Rus bile olmayan Nazım Hikmet'in bir eli yağda, öteki balda...

 

Ve sen o kemik yaladığın
            sofranın altına girsen de,
- dostun KARA MAÇA BEY gibi -
   kaldırıp kaldırıp yere çaaal-
                                                    -mak için
                      canını burnundan aaal-
                                                                 - mak için,
                                                        bulacağım seni...
Koca göbeklerin RUSEL kuşşağı sen,
sen uşşak murabbaı,
                sen uşşşak mik'abı,
                             satılmış uşşakların uşşşşağı sen !!!

                                                          Nâzım Hikmet - Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (Şiirler 2)
                                                                     Adam Yayınları, XIV. Basım, Ocak/1998, sh.164.

 

Ve o korkuyu ancak halkını satan bilir!

 

 

YAZDIR