Yeşili Koruyalım...
(Bu sayfa en son 04
Ekim
2004 tarihinde güncellenmiştir.)
Filler ve Çimen filmi bana
«Fillerin sürekli tepiştiği bir coğrafyada inadına
yeşeren umudun öyküsü»nü
yaşatmıştı.
Ben de yeşile sevginin gitgide azalmaya başladığı günümüz
dünyasında
doğa ve çevre sevgisini yeniden yeşertebilmek ve
içimizde
oluşan bu sevginin tezahürünü insanlarımızda,
dost sinelerde,
can ve
cane'lerde yaşatmayı arzu ediyorum.
KÂİNAT KİTABINI OKUMAK
Tanrım,
bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul
etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri
değiştirme cesareti
ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme
sağduyusu ver.
Reader Digest
Ünye Çamlık
Koyu
"Eğitimimizi, zihniyetimizi değiştirmeliyiz.
Hareket eden, eylemci, ama sahip olmadan başaran, başarısıyla gururlanmayan,
bundan avantaj sağlamayan, kendini üstün saymayan insan tipi yetiştirmeliyiz!"
Bunu başarmak
ancak doğaya dönük, doğa, hayvan ve insan
sevgisini yüreklere aşılayacak bir eğitim programıyla
olasıydı.
Buket UZUNER - İki Yeşil Susamuru, 38. Basım, Şubat/2001, 30. sh.
"ÇEVRE VE YAŞAM" ÖDÜLÜ
"Martı Dede - Süleyman
Kızılboğa"
Ordu'nun Ünye İlçesi'nde yaşayan Süleyman KIZILBOĞA, yörede "Martı
Dede"
olarak anılıyor.
"Martı Dede", Martılarla sohbet ediyor, hergün onları besliyor. (23 Kasım 2000)
http://www.fmd.org.tr/yaris2000/cevre.htm
-
Yusuf Ziya ÇAKIR - Anadolu Ajansı
BÂKİR BODRUM ORMANLARI
İstiklâl
Mahkemesi, çektiğim haksızlıklar, sıkıntılar umurumda değil.
Varsın haksızlık etmiş olsunlar, haksızlık üzerinde duran kim?
Zaman zaman uçuyorum yahu! Şu güzel
yaradılışa bakın.
İnsanoğlu bu güzelliklerde yaşamak için
yaratılmış. İstanbul'da ağaç kurtları
gibi herkes routine'iyle kendi oyduğu tünelinde ve kendi karanlığında yaşasın
diye değil.
Halikarnas Balıkçısı - Mavi
Sürgün, 8. Basım, Ağustos/1993,
132. sh.
Bolu - Yedigöller/1996
«Şu
âlem, Güneş'in ve Ay'ın ışığı ile dopdolu iken görmeyen adam,
başını kuyunun dibine eğmiş de söylenip, duruyor :
"Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa
hani, nerede?"
A zavallı, başını kuyudan kaldır da bak! Bütün
dünya, doğu, batı, o ışıkla aydınlanmıştır.
Fakat sen kuyudayken, o ışık sana varmaz ki...»
Mevlâna Celâleddin-i Rumî - Bütün Dünya Dergisi, Ekim/1998, Sayı : 5, 65. sh.
«Sevgi Yılı»
denilen bir yaşam kesitinde sevgisiz bir
dokunuşla soldu, kurudu, dağıldı yaşam çiçekleri...
Yeşeren dalları kesmenin vebali vardır.
Çiçekli - tomurcuklu dalları kesip koparmanın,
«Sevgi
dalları»nı kurutup yok etmenin çok, ama
çok vebali vardır...
Çocukken görmüştüm, ağaçlar ağlar... Kesik
kolundan canı - kanı damlarcasına ağlar ağaçlar...
Hiç ağacın ağaca zarar verdiğini gördünüz
mü?..
Ya da ağacın insana?.. Olmaz... Yaşamak ve
yaşatmak içindir, ağaç... Yok etmek için değil...
Doğayı kucaklamak, sarmak ve çoğaltmak için... İnsanı da...
Böylesine sarıp yüceltmek Sevgi değil de,
nedir?..
Şu güzelim Bahar günlerinde, tüm sevgi
çiçeklerinin açabileceği en güzel günlerde
ağaçlar ağlamasın, sevgili dostlarım;
ağaçlar hiç, ama hiç ağlamasın...
Çiğ tanelerinin serinliğini, ıslaklığını tüm
bedeninize sinmişçesine duyumsadınız mı?..
Kır kokusundan sarhoş oldunuz mu hiç?
Otların, yaprakların, çiçeklerin ve
böceklerin selâmını alıp da mutlandı mı yüreğiniz?..
Biraz kelebek, biraz yaprak, bir yanınızla da kuş olmanın tadını yaşadınız mı?..
Ben Sevgi'yim - Tuna Tanaltay, 5. Basım, 1997/Sh. 34 - 44 - 45 - 110.
GÖREN GÖZLERDE BOZKIRIN BAHARI
Bozkırda
bahar çıldırmıştı. Her yılkinden bin beter. Kayalar, sular, dağ taş, yer
gök yemyeşildi.
Ve orman tepeden tırnağa kokuyordu.
Ninnileniyordu. Bir sürü de ak kuş doldurmuştu dalları.
Bozkırın
baharı geç gelir. Çiçekleri de daha geç açar. Çiçeklerin sapları bir
parmak boyunda var yok, kısa, küt olur.
Bozkır
çiçeklerinin renkleri alabildiğine parlaktır. Kırmızıysa,
böyle bir kırmızı hiçbir yerde görülmüş değildir ...
Sarısı, mavisi, turuncusu da öyledir. Gece karanlığında bile gözükürler.
Kokuları keskindir.
Bu yüzden, üstünde çiçek olsun olmasın, eğil,
bozkır toprağını kokla, mis gibi kokar.
Bir avuç toprak alıp koynuna koy,
günlerce, acı, keskin, baş döndürücü bozkır çiçekleriyle kokarsın.
İyicene, çıkmamacasına toprağa sinmiştir koku.
Dağlar,
taşlar, ağaçlar, kayalar, toprak ışıyor.
Hasan'ın bedeninden mutluluk, sevinç fışkırıyordu.
"Ummahan," diye bağırdı. "Ummahan gel!" Sesinde öyle bir
sevinç vardı ki, Ummahan'a da geçti. Koşarak geldi.
Hasan'ın baktığı
yere baktı. Taşın yerinde daha yeni açmış üç çiçek, kara toprağın yüzüne
yaslanmış duruyordu.
Birisi kırmızı, parlak bir billûr kırmızısı ...
Yalım yalım ... Uzun boyunlu.
Birisi de sarı, ekin sarısı, güneş sarısı, sapsarı, billûr sarısı ...
Uzun boyunlu.
Birisi de mavi, devedikeni
mavisi, camgöbeği,
gök mavisi, deniz
mavisi, yalım mavisi,
billûr mavisi ...
Uzun boyunlu.
Hasan Ummahan'ın gözlerinin içine bakarak sordu :
"Gördün mü?"
"Gördüm."
"Üçünü de?"
"Gördüm."
Yaşar Kemal - Yer Demir Gök Bakır
(Dağın Öte Yüzü
2), Eylül/1998, sh. 352 - 356.
KENDİNİ TANIMAK
Hadis
: "Kendini tanıyan, Rab'bini tanır" diyor.
En küçük sonsuzla, en büyük sonsuz arasındaki esrarlı ayniyeti ifşâ
eden büyük söz.
Hint bilgeleri de «Gökte bir tek
ay var, akisleri sonsuz. Her testinin suyunda başka bir ay.
O testilerden biri de sensin.» derken aynı
hakikate tercüman olmuyorlar mıydı?
Kendini tanımak, marifetler marifeti.
Cemil Meriç -
Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998, 209. sh.
Kâinat Canlı Bir Varlık mı?
Göklerde ve yeryüzünde ne
varsa Allah'ı tesbih etmektedir.
Kur'an-ı Kerîm - Hadîd Sûresi (Sûre 57, Âyet 1)
Bitkiler ve ağaçlar O'nun emrine
secde ederler
Kur'an-ı Kerîm - Rahmân Sûresi (Sûre 55, Âyet 6)
Ey Muhammed!
Biz bu Kur'an'ı bir dağın üstüne indirseydik,
onun, Allah korkusundan eğilerek paramparça olduğunu görürdün.
İşte Biz, insanlara bu örnekleri düşünsünler
diye getirmedeyiz.
Kur'an-ı Kerîm - Haşr Sûresi (Sûre 59, Âyet 21)
Su
gibi olmalıyız.
Herşeyden aşağıda ama kayadan bile güçlü.
Kızılderili Siyu Kabilesi - Bütün Dünya
Dergisi, Sayı : 2001/7, 46. sh.
Var
oluşumuzun vazgeçilmez yapıtaşı olan su, bu denli önemi haiz iken
hem yok
pahasına kendinin pazarlanmasına razı geliyor, hem arzda insanın yaşadığı
en alt tabakada
mütevazi yerini koruyor ve hem de her türlü kirliliği bağrına
kabul edip temizliyor.
Herşeyden aşağıda mekân bulma onun gücünden bir şey
eksilmesine neden olmuyor.
Bilâkis gücüyle ve sabrıyla dağları delip,
hedefine ulaşabiliyor.
Kuraklık gizeminin ardına saklanıp
canlıların ona
yalvarıp, biçare kalmalarını sağlayabiliyor. Yeri geldiğinde değerini hatırlatıyor
ve
akaryakıttan daha da pahalıya kendine paha biçtirebiliyor.
Sel ve dolu felâketlerine
dönüşüp gerekenlere ibret dersi almaları için bir imtihan vesilesi
olabiliyor.
Her türlü element ile işbirliği yapıp kâinatın madde çeşitliliğine
zemin hazırlıyor.
......
Bu; âlemin bir kitap olduğunu, tabii
ki, doğruluyormuş.
Bu hayatı
okumaktan,
şehrin ona her an sunduğu yeni
sayfalar
içinde rastladığı yüzlere,
işaretlere, hikâyelere baka baka her
gün saatlerce yürüyüp köşe köşe sürtmekten o kadar hoşlanıyormuş ki,
yatağında uyuyan güzel karısına ve yarıda bıraktığı hikâyesine hiç
geri dönememekten korkuyormuş şimdi.
Orhan PAMUK -
Kara Kitap, Eylül/1998, 159. sh.
Tabiat;
sırlarını, bakmasını bilene açıklarmış.
Oğuz Atay -
Tutunamayanlar, 18. Baskı, 1999/İst., 354. sh.
Dış derilerini belirli aralıklarla değiştiren yılanları izlemek bizler için
son derece eğiticidir. Eğer bir kişi yedi yaşındaki inançları ile 41 yaşında
kendini halâ iyi ve mutlu hissedebiliyorsa, bu kişi ömrünü
boşa harcamış
demektir. Eski düşüncelerden, alışkanlıklardan, inançlardan ve
sırasında
eski arkadaşlardan sıyrılmak gereklidir.
Bir şeyleri arkada bırakıp yürüyebilmek insanlar için güç bir derstir,
ama gene de eski derisinden sıyrılabildiği için yılanı ne yüceltmek ne de
yermek gerekmez. Bu onun için sadece bir zorunluluktur.
Yenilikler, ancak onlar
için yer açtığınız zaman yaşantınıza girebilirler. Yılan, eski yükünden
sıyrıldığı zaman daha genç görünür ve kendini daha genç hisseder.
Oysa
elbette daha genç değildir.
Marlo Morgan - Bir Çift Yürek, Aralık/1999 (Sh. 117).
Ünye - Saylan Köyü
Fotoğraf : Dr. Mürselin Güney
İNSANLIĞIN SONU ...
Bir canlının soyunun tükenmesinin, insanlığın sonuna bir adım daha yaklaşmak
olduğunu
anlayıp anlamadığınızı sizlere sorabilir miyim?
Doğa insan yok olduktan
sonra da yaşar, ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.
Dr. Paul Ehrlich - Bütün Dünya Dergisi, Haziran-2001/06
FÂNİLER İÇİN SONSUZLUK
Fâniler için sonsuzluk bir hiçliktir
Ragıp Bey, bir hiçliği ister miydin, sor bir kendine?
Sonra sesini daha da yumuşatarak eklemişti :
- Sonu olmayan bir hayat, bizim için ölümden sonra başlar, ancak da o zaman manâ
kazanır.
Dünya, bir sonsuzluğu taşıyamayacak kadar
küçük,
ne bu dünya ne de bu dünyanın üstünde
yaşayanlar sonsuzluğa bir manâ katamaz,
kudretimiz yetmez buna, ama vakta ki terk-i dünya eder, başka bir âleme
göçersin;
orada işte, belki bitmeyen bir hayatın bir manâ kazandığını görürsün ama burada
değil,
burada
güzel olan, güzelliğini bir sonu olmasına borçludur.
Ahmet ALTAN - İsyan Günlerinde Aşk, 2. Basım, Mayıs/2001, sh.
118 -119.
..... Allah'ın asıl niteliğinin bir "gizli hazine", bir
"kanz-i mahfi", bir esrar olduğuna ilişkin
sayfalarca yazı okudu. Bütün
sorun bu esrara ulaşabilmenin yolunu bulmaktı.
Bütün sorun bu esrarın Dünya'da
yansıdığını anlamaktı.
Bütün sorun esrarın her yerde, her şeyde, her
nesnede, her insanda görüldüğünü kavramaktı.
Dünya
bir ipuçları deniziydi; her damlasında arkasındaki esrara varacak bir
tuz tadı vardı.
Mistepe yorgun ve kızarmış gözlerle okudukça bu denizin sırlarına
gireceğini biliyordu.
Orhan PAMUK - Kara Kitap, Eylül/1998, (Sh. 287).
YEŞİLİN GİZEMLİ
DÜNYASINDA
DOĞA,
ÇEVRE
ve
ENDÜSTRİYEL
İLİŞKİLER
Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve
doymayı düşünürse,
o aç kalacaktır
ve kim kardeşini düşünür de
doyurursa,
o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.
Ünye Fokfok ve Dikilitaş
Kayalıkları
BÜTÜNSEL ÇABA
Hayvanlar
âleminin en etkileyici yönünün,
aynı cinse ait aile bireylerinin ortak
hedefler
için bir araya gelmeleri ve
bütünsel
hareketle hedefe ulaşmaları olduğunu düşünürüm.
Çünkü, bu bütünsel çaba
ve enerji onların ölümü veya yaşamaya devamı anlamına gelir.
Peki
şirketlerde hayat farklı mı?
Birçok şirket için hedeflere ulaşmak
ölüm - kalım meselesidir.
Sadece değişen koşullara hızla adapte olabilen, değişim kapasitesine
sahip, bütünsel olarak hareket eden organizasyonlar pazarda kendilerine
gelecek bekleyebilirler.
İbrahim DEMİR - İnsan Kaynakları İçin
Kurumsal Karne, BThaber İnsan Kaynakları Eki, Sayı : 341, 22-28 Ekim
2001.
Bir
iplikle kumaş, bir ağaçla orman olmaz.
Çin Atasözü - Bütün Dünya Dergisi, Ekim/1998, Sayı : 5.
İNSANOĞLUNUN ANLAYAMADIĞI ŞEYLER
Sizlere bir şeyi açıklayabilirim. Birlik içerisinde her şeyin bir amacı
vardır. Yanılgılar, yanlışlar ya da kazalar
yoktur. Sadece insanoğlunun anlayamadığı şeyler vardır. Sizler, çöl
sinekleri sürüsünün kötü olduğuna, cehennem olduğuna
inanıyorsunuz ve
onlar sizler için gerçekten böyleler, ama bunun nedeni sadece sizin gerekli
anlama ve bilgelik düzeyine erişememiş olmanızdan kaynaklanıyor.
Gerçekte onlar yararlı ve gerekli yaratıklardır. Kulaklarımızın içine
dalarlar, çünkü her gece çölde çıplak uyurken kulaklarınıza dolan kumu
ve kiri temizlerler. Evet, onlar burnunuza da girerler ve orayı da temizlerler.
İnsanlar, hoşlarına gitmeyen her şeyi anlamaya çalışmaktansa
yok etme yoluna gitselerdi var olamazlardı. Sinekler sürü halinde geldiği
zaman bizler çölde onlara teslim oluyoruz.
Belki artık sizler de aynı şeyi
yapmaya hazırsınızdır?
Marlo Morgan - Bir Çift Yürek, Aralık/1999
Tek gerçek başarısızlık, asla denememektir.
Kendinizi kâinat havuzunun dibine düşmüş bir tahta parçası
olarak düşününüz.
Yağan yağmur suları, havuzu doldurdukça bu tahta parçasını
daima üstte tutacak ve zirvelere taşıyacaktır. İşte hikmeti
kavrayabilen insanoğlu da karanlık kuyulardan aydınlık ufuklara yükselebilecek
ve galaksiler gizeminde daima sırların yücesine vâkıf olabilecektir.
Şu
halde sizi terbiye edecek ve yüceltecek her türlü yöntemi, havuzu dolduran su misali
siz de
gerekli bir araç olarak telâkki ediniz ve ondan faydalanınız.
M.Ufuk MİSTEPE - 20 Mart 2001/Ankara
Orta
Asya'dan Anadolu'ya
Türk'lerin yaşadığı coğrafî alanların çölleşmeye mâruz kalmasını mâkus
talih olarak yorumlayabilir miyiz?
Yüksek tepelerde kartallara
da yılanlara da rastlanabilir.
O zirvelere birisi uçarak, diğeri sürünerek gelmiştir.
Friedrich
Nietszche
Amaca ulaşmanın çeşitli araçları vardır. Bazen dişinizi tırnağınızı
ortaya koymak suretiyle, bazen de (ve genellikle) işi bilenlerin sırtına
binmek suretiyle amaç gerçekleştirilir.
Er kişi
helâlinden sabahtan akşama kadar mesaisi başında yılan
gibi sürünerek
sabırla
mücadele verirken; namert kişi siyasîlerin
peşinde, içki ve kumar masalarında geleceğine uçmak için kanat çırparak
yatırım yapar. Biri işinin uzmanı olurken,
diğeri devletin imkânlarıyla ağaları
ağırlamanın uzmanı olur.
O halde gaye, zirveye ne pahasına olursa olsun varmak olmamalı; kişi,
"Nerede olduğun önemli değil, bulunduğun yerde
ne yaptığın önemli" düsturundan hareket etmelidir. Kul hakkı
yiyerek insanların omuzlarında yükselmeyi tercih etmek de
bir dünya görüşüdür!
Kişi ahiretini dünyalığa satmıştır.
SOSYAL SERMAYE
Kuruluşları
makinalardan ya da rastgele birey topluluklarından ayırt eden,
onlara hayat veren, canlı bir organizma kılan, insanların birbirleriyle
kurdukları güvene dayalı bağlantılardır. İşbirliği temelinde faaliyet göstermelerini
sağlayan şebeke ve
topluluklar, örgütlerdeki
Sosyal Sermaye'nin kaynağı ve biçimidir.
Örgütler artık zorlama temelinde değil, güven temelinde inşa edilmelidir.
Gerekli olan bağlılıktır
ve bağlılık da güven olmadıkça var olamaz.
Hiç kimse tümüyle kendinden ibaret bir adacık değildir; herkes anakaranın
bir parçası, okyanusun bir kısmıdır. İnsanların bir araya gelmelerini ve
birbirleriyle bağlantılar kurmalarını sağlayan mekân
ve zaman, Sosyal
Sermaye'nin toprağı ve suyudur.
Bu yüzden mekâna ve
zamana birlikte yatırım yapmak gerekir.
Dünyanın en iyi yıldızlarını toplamış olabilirsiniz,
ama bunlar birlikte oynamıyorlarsa, takım beş para etmez.
Kavrayamadığımız Zenginlik
(MESS Dergisi) - MPM Anahtar Dergisi, Eylül 2001, Sayı : 153, 23. sh.
KADERİ ETKİLEMEK
"Hepimiz
kendi kaderimizden çok bir başkasının kaderi üstünde etkili oluyoruz,
ne garip değil mi,
bazen düşünüyorum da, başkalarının müdahale edemediği bir hayatı ve kaderi
yaşayabilseydik
her halde hepimizin hayat hikâyesi çok değişik olurdu ama ne yazık ki bu
mümkün değil,
Yaradan sanki hepimizi birbirimize bağlamış, birimiz kıpırdayınca hepimiz
kıpırdıyoruz."
Ahmet ALTAN - İsyan Günlerinde Aşk, 2. Basım, Mayıs/2001, sh. 400-401.
Bir kapan nasıl bir
farenin peşinden gitmezse,
bir genç kız da elde etmek istediği bir erkeğin peşinden hiçbir zaman
gitmemelidir.
Bütün Dünya Dergisi, Ekim/1998, Sayı : 5, 94. sh.
Ünye Topyanı Kayalıkları
Her Nîmetin Bir Külfeti Vardır
Her nimetin külfete ve külfetin nîmete göre olması genel bir kaidedir.
Her nîmet bir külfet doğurur. Her hak, bir vazife karşılığı olarak
bulunur. Her kim hak elde ederse,
karşılığında mutlak surette bir vazife
ile mükellef tutulur.
Mâdem ki böyledir, Allah Teâla'nın bize lûtfettikleri
birçok nîmetlere karşı, o nîmeti vereni tanımak,
O'nun söylediklerini
tutmak gerekir. Akıl ve vicdan bu mükellefiyeti emretmektedir.
Yeni
Asya Takvimi, 3 Mart 2001
Dünya'yı Tasvir
Sonra
birden Evliya'nın okuyucusunu kandırmak için, hile yaptığını düşündüm.
Belki o da benim gibi biriydi, ama
yalnızca
iyi yazmayı biliyordu; iyi yalan kıvırmayı
:
Belki o da ağaçları
ve kuşları, evleri ve duvarları benim gördüğüm gibi görüyor da
yalnızca
bir yazı hüneriyle beni aldatıyordu.
Ama kendimi inandıramadım, biraz daha okuduktan sonra
bunun
bir hüner değil, bir bilinç olduğuna karar verdim.
Evliya'nın dünyayı, ağaçları, evleri, insanları gören bilinci
bizimkinden bambaşkaydı.
Birden, bu nasıl oluyor,
Evliya'nın bilinci
nasıl öyle kurulmuş diye meraklandım.
Çok içip, iyice
dertlendikten sonra, karımı düşününce,
bazan, bir türlü uyanıp kurtulamadığım
bir
rüyadan birilerine umutsuzlukla seslenirim.
Aynı çaresizlikle seslenir gibi düşündüm :
Ben de onun gibi olamaz mıyım, düşüncemin, beynimin yapısını onunkine
benzetemez miyim,
onun gibi ben de dünyayı
olduğu yalınlıkla baştan sona tasvir işine girişemez miyim?
Orhan PAMUK
- Sessiz Ev,
19. Baskı, 230. sh.
Ünye Çamlık Plâjı
Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir.
B.S.N., Yeni Asya Takvimi 3 Mart 2001
BİR DUA PATLATMAK
Sonunda
dayanamayacak kadar acıkınca, benden dua etmemi istiyorlar.
"Başlangıçta işler böylece çözümlenir sanmıştım. Bir dua patlatırsın,
bütün dertler sinek kâğıdına yapışan sinekler gibi o duaya yapışır,
dua uçar gider, dertleri de birlikte götürür. Ama artık öyle
olmuyor."
John Steinbeck - Gazap Üzümleri, 3. Basım, Mayıs/1996, 225. sh.
Havuza
dalmadan önce
derin nefes almak iyi fikir, havuza daldıktan
sonra derin nefes almak ise kötü
fikirdir.
Ülkenin ekonomik yapısında bir çok kriter iyimser yönde bir eğilim gösteriyor
iken
özelleştirmeyi yapmayan ya da
geciktirenlerin, bir kriz ortamında bu tip
uygulamaları gündeme getirerek kurumları sefil halde bırakmalarının hesabını
gelecek nesillere verebilmesi,
sanıldığı kadar kolay mıdır dersiniz?
YAPAYLAŞTIRILAN
MEKÂNLAR
.... her yöne çevirdiği uzun boynuyla,
adları aurus ile
biten nesli tükenmiş hayvanlardan birine benziyordu.
Bu hayvanlara, günümüzde ancak, traktörlü -
vinçli - betoniyerli inşaatçıların avlanma sahalarının dışında,
kazma girmemiş ahşap ev ormanlarında
rastlanmaktadır. Yırtıcı teknisyenlerin bulunmadığı
böyle uzak bölgelerde yaşayan bu tarih öncesi hayvanlar, sakin yaşayışlarının
doğal bir sonucu olarak
uçucu ve koşucu özelliklerini kaybetmişlerdir.
Çevrelerindeki doğal beslenme şartlarının esnaf
avcılar tarafından sistemli
bir şekilde yok edilmesi, bu nazik hayvanların
gittikçe azalmasına ya da ehlileştirilerek
özelliklerini kaybetmesine yol açmaktadır.
Bazıları, kat
karşılığı, ahşap evlerdeki yuvalarından çıkmakta
ve yeni yerleştikleri beton kafesler içindeki yaşayışa
uyamayarak mahzunlaşmaktadırlar.
Son yapılan geri kalmış hayvanlar sayımında
bunlardan ancak dört bin iki yüz kadar kaldığı ve kilometre kareye
üç tane düştüğü tespit edilmiştir. Yakında bunlara sadece biyoloji
kitaplarında rastlayabileceğiz.
Oğuz Atay -
Tutunamayanlar, 18. Baskı, 1999/İst.,
397. sh.
Zaferle taçlanan her savaş size yeni
dostlar kazandırır : düşmanlarınızın düşmanları.
Cemil Meriç -
Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998,
128. sh.
EN
AZ SIRTLAN KADAR AKILLI DAVRANALIM ...
Avını
elde etmiş ve yemekle meşgul olan bir sırtlanın yanına bir arslan ya da
kaplan geldiğinde,
sırtlan etrafı kollar ve emin adımlarla geri çekilir. Israrcı olup, hayatını
tehlikeye atmaz,
ama umutla nasibini aramaya devam eder.
Çalıştığınız
işyerinde umarım bileğinizin gücüyle belli bir mevkiye gelmişsinizdir.
İşyerinizi iyi etüd ediniz.
Orada insanî meziyetler mi hâkim, yoksa hayvanî
duygular ve nefis mi ön plânda?
Eğer insanî temayüller kaybolma eğilimindeyse
mevkinizi elinden alacak,
siyasî arkası olan ya da menfaat çarkında ipleri ellerinde tutan insanlar göreceksiniz.
O zaman sırtlanın stratejisini unutmayın. Çevrenizde
sizinle aynı düşünceyi paylaşan insan topluluğu göremiyorsanız, geri çekilin
ve o andaki uygulamaya boyun eğin
ve kendinizi güçlü hissettiğiniz anda arslanlar gibi hakkınızı koparıp
alın.
Materyalistler «yaşam bir mücadeledir»
derler;
inananlar ise hayatı bir yardımlaşma mücadelesi
şeklinde yorumlarlar. Kendinizi inançlı (!)
görünen münafıklara
karşı daima tedbire dayanmış halde bulundurunuz.
ZİHİNLERİ MEŞGUL ETMEK
Zengin
ve bereketli olduğu halde nadasa bırakılmış
bir arazinin sayısız
yabani ve faydasız bitki ile dolduğunu gördüğümüzde, araziyi kullanışlı
hale getirmek için
onu idare etmemiz ve bizim için kullanışlı olan ürünler ekmemiz gerektiğini
gözlemleriz;
ve kadınların bedenlerinden zaman zaman cansız ve şekilsiz et topakları çıkardıklarını
görünce, sağlıklı ve doğal bir doğum için farklı tohumların döllenmesi
gerektiğini anlarız
ki bu döllenmeyi yapacak olan da
zihinlerimizdir.
Zihinlerimizi onlara hâkim olan ve baskı yapan belirli bir konuyla meşgul
etmezsek,
hayal gücünün tam tanımlanmamış alanında çılgınca bir oraya bir buraya
koştururlar.
Michel De Montaigne - Denemeler,
Alkım Yayınevi/2000, 4. sh.
DEFORMASYON PROFESYONEL
"Deformasyon
Profesyonel" olarak adlandırılan bir hastalık
tüm sorunların çözümünü bir süre sonra yalnızca
kendi ilgi ve uzmanlık alanları
içinde değerlendirmektedir. Amerikalılar, bu hastalıkla
"eğer elinizdeki tek araç çekiç ise tüm
sorunlar size çivi gibi görünür" diyerek
dalga geçerler. Ceviz ağacı dikerek tüm ülke sorunlarını çözen ziraatçiler,
her yıl denize sürüklenen toprak metreküpüne ağlayan çevrecilerin
bir kısmı,
devleti kaldırmaktan umut kesip küçülmesine fit olmuş anarşistler,
"arz - taleptir efendim" diye kafa sallayan ekonomistler,
"bi tuşa basacaksın..." diyen bilgisayar meraklısı siyasîler
ve iş adamları, kimlik numarasını sigortalılara
yeniden vermekle SSK'nın soyulmaktan kurtulacağını sanan - ya da bize
yutturmaya kalkan - saftrik/uyanık "bilişimci"ler
hep bu hastalıkla malûldürler.
Akın EVREN - Yaza söyleye...,
BThaber Dergisi, Sayı : 347, 3-9 Aralık 2001, 6. sh.
KANUN
Kanun,
eski Yunan'dan beri
"büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı
bir örümcek ağı" Avrupalı için.
Cemil Meriç -
Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998, 203. sh.
GÜNAHI OLMAYAN TİPLER
Casy yavaşça,
"Elbette günahlarım var benim de," dedi. "Herkesin günahları
olur.
Günah dediğin şey, emin olamadığın bir şeydir.
Hani o her şeyden emin
olan, hiç de günahı olmayan tipler var ya ...
Ben Tanrı olsam o itlerin kıçına tekmeyi patlattığım gibi Cennet'ten atıverirdim!
Hiç dayanamam öylelerine!"
John Steinbeck - Gazap Üzümleri, 3. Basım, Mayıs/1996, 202. sh.
Sen
bir saksı çiçeğisin Mistepe.
Yapraklarını birbirine sürterek varlığını
duyamazsın.
Bir ormanda olmalıydın.
Ölünceye kadar yerinden kımıldamayacağını
bilen bir ağacın rahatlığını duymalıydın.
Bütün ağaçlara bakarak, kimsenin yer değiştiremeyeceğini düşünerek
ferahlamalıydın.
Hayır, bir su
yosunu
olmalısın. Suyun serinliği ve ıslaklığını
duyarak dalgalanmalısın.
Bütün istediğin,
uçsuz bucaksız bir sudur ve her zaman bütünlüğüyle saracaktır seni.
Oğuz Atay -
Tutunamayanlar, 18. Baskı, 1999/İst.,
414. sh.
MUTLULUĞU YAKALAMAK
Yaşlı
kedi küçük kediye gülümsedi :
"Gençken ben de senin gibi, mutluluğun kuyruğum olduğuna inanıyordum"
dedi.
"Yıllar geçtikçe anladım ki, ne zaman kuyruğumu kovalasam, o benden
uzaklaşıyor,
ne zaman kendi işime baksam, kuyruğum hep peşimden geliyor."
Yeşim Çakan -Bütün Dünya Dergisi, Ağustos/2001, 70. sh.
Sanatı
başıboş bıraksaydık, onun yapacağı ilk iş,
gelip de bizim felsefe fabrikasyonumuzu alt üst etmek olacaktı. Bundan dolayı,
'sanat sanat içindir'
diyerek, onu, hızla döne döne kendi kuyruğunu ısıran bir köpeğe döndürdük.
Çirkinliği dolayısıyla, sanatçılar, kendi kuyruğunu ısıran ve kudurmuş
köpeğe benzeyen bu çemberi alıp, boğazlarına geçiremezlerdi. Bu çemberlerimizi
satın alanlar toplanınca, birisi, halkanın bir noktası için 'başıdır'
der. İşte o zaman öteki, 'hayır, başı
değil, kıçıdır' der.
Halikarnas Balıkçısı - Sonsuzluk
Sessiz Büyür, Bilgi Yayınevi, 2. Basım,
Kasım/1986, sh. 184 - 185.
ADALET
Doğanın
kendisi birçok görevinde adalete karşı çıkar.
Sirenaikalılar'ın iddia ettiği gibi aslen âdil olan hiç bir şey yoktur.
Michel De Montaigne - Denemeler (1 Mart
1580), Alkım Yayınevi/2000, 212. sh.
APTAL PUMA
Puma ile avının «ölüm-yaşam koşusu», her zaman ormanların bu en hızlı koşucusunun zaferiyle bitmez. Koşuyu zaman zaman, yaşamı için kaçan avın kazandığı da görülmektedir.
Bir ceylanı yakalamak için onun peşinden koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden koştuğu süre hiçbir zaman aynı olmamaktadır. Puma avının peşinden koşarken harcadığı enerji düzeyinin,
onu yakaladıktan sonra sağlayacağı enerji düzeyini aştığını anlayınca,
koşusunu bırakmakta, enerjisini gereksiz yere harcamamaktadır.
Puma avını yakalayamadığı bu koşuların hiçbirini başarısızlık olarak kabul etmemektedir.
Çünkü yarışı, kendinin bıraktığını bilmektedir.
Bu nedenle puma, ceylanın peşinden daha uzun, tavşanın peşinden ise daha kısa süre koşmaktadır.
Aptal puma tanımlaması, bu vahşi hayvanın yaptığını örnek almayıp, yaşamlarında
bu uygulamayı akıl edemeyen insanlar için kullanılmıştır. Bir başarının temelinde, o başarıya ulaşabilmek için harcanan emek ve zamanın, kazanılan başarı karşısındaki "değer"i yatmaktadır.
Düşünün bir bakalım : Peşinden koşmakta olduğunuz tavşan,
onu yakalamak için harcadığınız emeğiniz ve zamanınızdan daha mı değerli???
İnternet Yayını - Bütün Dünya Dergisi, Sayı
: 2001/06, 105. sh.
DOSTLUK VE KİBARLIK
Rüzgâr
bir gün Güneş'e, kendisinin ondan daha güçlü olduğunu ileri sürdü
ve bu savını kolaylıkla kanıtlayabileceğini söyledi. "Şuradaki yaşlı
adamı görüyor musun?" dedi.
"Kuvvetlice estiğimde onun sırtındaki paltoyu,
senden daha çabuk söküp, alabilirim."
Güneş, rüzgârın bu sözlerini duyunca onunla yarışa girmeyi kabul etti
ve
bir bulutun arkasına çekilerek, rüzgârın yapacaklarını
seyretmeye hazırlandı.
Meydanın kendisine kaldığını gören rüzgâr,
bir fırtına gücüyle esmeye başladı.
Fakat şiddetini
arttırdıkça, yaşlı adam da paltosuna o kadar daha sıkı sarıldı.
Rüzgâr, bu işi başaramayacağını anlayınca yarışı bırakmak zorunda
kaldı.
Onun tüm yaptıklarını bulutun arkasından izleyen Güneş,
rüzgârın
yarıştan vazgeçmesi üzerine bulutun arkasından sıyrıldı ve
büyük
bir sevecenlikle yaşlı adama bakarak, ona tüm içtenliğiyle
sımsıcak bir biçimde gülümsemeye başladı.
Güneş'in
sıcaklığını giderek arttırması karşısında yaşlı adamın yüzünde
bir rahatlama ifadesi belirdi. Sırtından paltosunu çıkardı ve arkasındaki
tümseğe yaslanarak, Güneş'in karşısında keyifle uzandı. Güneş, daha güçlü
olduğunun bu kanıtı karşısında
rüzgâra bir de şu öğütte bulundu :
"Dostluk ve kibarlık, her yerde ve her zaman
kabalık ve zorbalıktan daha güçlüdür."
Bora Çıracı - Bütün Dünya Dergisi, Sayı
: 2000/07, 88. sh.
BİRİNİN
ÇIKARI, BİRİNİN ZARARI
Olgunlaşma
çürümenin başlangıcıdır.
Tohum çürümeden bitki filizlenmez.
Düşündükçe
anlıyorum ki, doğanın sabit düzeni hiç değişmiyor.
Doğa fizikçilerine göre her şeyin doğması, çoğalması ve büyümesi,
bir başka şeyin bozulup çürümesi anlamına geliyor.
Ne
zaman bir varlık değişir ve doğasını başkalaştırırsa,
o anda önceki hali için ölüm başlıyor demektir.
Lukretius
Michel De Montaigne - Denemeler,
Alkım Yayınevi/2000, 27. sh.
Her
kısmı iyi yazdığı halde son perdeye aldırış etmiyen beceriksiz şair
gibi
tabiatı öbür çağlara ehemmiyet verip de ihtiyarlığa
aldırış etmemesi olacak şey değil.
Fakat tıpkı ağaçta ve yerde yetişen meyvaların zamanı gelince olgunluktan
geçmesi ve düşmesi gibi insan ömrünün de bir sonu
olması zaruri idi. Bilge insan buna uysallıkla katlanır :
Tabiata karşı gelmek devlerin yaptığı gibi Tanrı'lara (!) kafa tutmak değil
midir?
Cicero - İhtiyarlık, Batı Klâsikleri, V. Basım.
İst./1992, 12. sh.
Her yaşın, son kullanma tarihine dek eskitilmesi en
sağlıklısıdır.
Buket UZUNER - Karayel Hüznü, 4. Basım, Aralık/1994, 102. sh.
YETENEKLERİ GELİŞTİRMEK
General
Electric'in efsanevî başkanı Jack Welch kendi yaptığı işi şöyle değerlendirmiş
:
«Benim temel işim yetenekleri geliştirmek
oldu.
Üst düzey 750 yöneticimize su ve gıda sağlayan
bir bahçıvan gibiydim.
Kuşkusuz, orada yabani
otları temizlemem de gerekiyordu.»
Hakkı SEVAND - Jack
Welch, BThaber Dergisi, Sayı : 341, 22-28 Ekim 2001
"Çok
gençken herkesi, her şeyi, hatta dünyayı değiştirebileceğimizi sanırız.
Nasılsa hiç yaşlanmayacak, hiç ölmeyecek ve sonsuza
ulaşacağızdır.
Oysa duvarda tek bir tuğla olduğumuzu ve ancak 'iyi
bir tuğla' olmayı başarmakla yükümlü olduğumuzu
görürüz bir gün... Çünkü ne istemediğini bilmek çok kolay,
fakat ne istediğini bilmek çok güçtür!
Buket UZUNER - İki Yeşil Susamuru, 38. Basım, Şubat/2001, 39. sh.
Boş
bir çuvalın dik durması zordur.
Benjamin Fraklin
HAYATIN GERÇEĞİNİ KAVRAYAMAMA
Şimdiden
gayri bir şey yok. Ne dün var kesinlikle, ne de bir yarın.
Bunu anlamak için kaç yaşında olman gerekiyor?
Güzel bir yaşantı kutsal kitaplardaki sürelerle ölçülemez.
Ernest Hemingway - Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 3. Basım, Mayıs/1998, 152. sh.
Acaba
zaman geçiyor mu, yoksa biz zamanın içerisinden mi geçiyoruz?
Kâinatın farklı bir boyutu olan zamanın durduğu ve yaratılanın onun içerisinden
geçtiği söylenilir oldu son zamanlarda. Ernest Hemingway belki bunun farkında
değildi?
Romanında
maddeci düşüncenin yansıması olarak bugünü yaşamayı prensip olarak
kabul etmiş,
dünü yaşanmamış olarak nitelendirerek ders ve ibret alınabilecek
bir olağanüstülük bulamamış
ve gelecek için de ümitvâr olabilmek gibi
bir gayret içerisine girmemiştir.
O halde doğa sevdasını ve yeşil özlemini kaleminde nasıl yansıtabilecektir?
Geçmişin nostaljik anıları ve geleceğin tatlı beklentileri bulunmasaydı;
bugünü kotarabilmek için insanoğlunun nasıl egoistçe bir mücadele içerisinde
hemcinslerini paralayabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Özgürlük,
insanın yaptığı pisliği ortalıkta bırakması değil, diye düşündü.
Hiçbir hayvan kediden daha özgür değildir, ama o bile pisliğini toprağa gömer.
Kediler en iyi anarşistlerdir.
Bu adamlar kediden anarşizmin ne olduğunu öğreninceye değin onlara saygı
duyamam.
Ernest Hemingway - Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 3. Basım, Mayıs/1998, 324.
sh.
HAYVANÎ DUYGULARDAN İNSANLIĞA ...
Doğarken
bir saat içinde ayaklanıp koşmaya başlayan antilop yavrusu değiliz.
El bebek, gül bebek bir ihtimam istiyoruz. Eğitilmemişsek ayı, öküz, kedi,
köpek, yılan, akrep, eşek vs.
davranışları gösterebiliyoruz. Burada
varolanı almak yok. Varolan o bencil, ilgi merkezi olmaktan
memnuniyet duyan, o
şımarık, kıskanç, bir damlacık haliyle herkesi parmağında oynatan,
sevimli
insan yavrusuna insanî değerleri yüklemek ve kişiliğini bina etmek
var.
İnsanlar
öğrenir, gelişir, deri ile sarmalanmış ego olmaktan insan olmaya dönüşür;
ham iken pişer, acı iken tatlanır, koruk iken helva olur.
Meltem YAMAN - BT Haber Gazetesi İnsan Kaynakları Eki, Sayı : 327, 16-22
Temmuz 2001
Sıpa inadını, kararlılık ve ısrarcılığa; akrep
hırsını ataklığa, acarlığa; yılan sinsiliğini
esneklik
ve ustalığa dönüştürmek var. Bütün bunlar da ciddî bir
çaba gerektiriyor.
İnsanı adım adım, tek tek, oya gibi işlemek ve dönüştürmek gerekiyor.
Meltem YAMAN - BT Haber Gazetesi İnsan Kaynakları Eki, Sayı : 333, 27 Ağustos - 2 Eylül 2001
ORMANLARIN SAVAŞI
Kazdağları'nı
dolaşırken Kayın ormanı
yapmak için yapılan girişimlerin sonucunda
Göknar'ların
fırlayıp büyüdüğünü ve Kayın'ları
boğduğunu görebilirsiniz.
Anlayacağınız ağaçların arasında
bile bir düzen, bir sistem var.
Ve buna dışarıdan siz müdahale etmeye kalkıştığınız zaman tepki gösteriyorlar.
Sanırım doğada ne yapacağını
bilmeyen insandan başka varlık yok.
Ağaçların sesi soluğu çıkmıyor
ama bizden daha akıllılar. Ne yapacaklarını biliyorlar. Kendilerine özel
bir sistem ve düzen içinde bulunuyorlar. Sadece şu ormanları
inceleyerek kendi düzeninizi oluşturabilir, mükemmel bir sistem geliştirebilirsiniz.
Üstelik onlar da savaşıyorlar. Yaşamak için hem ağaç olarak yani birey
olarak, hem de orman olarak yani kitlesel savaşları da var. Ama bütün bunlar
belli bir sistem ve ahenk içinde gelişiyor. Aslında ormanları
inceleyerek evrenin sırrına ulaşabilirsiniz
diyorum, Yasemin'ce ...
Yasemince - Ormanların Savaşı, Hürriyet
Gazetesi, 26.09.2001
Bu
Dünya'da insanın kötüsü her zaman insanlara kötülük düşünür,
kötülük
yapabilir. Kurdukları tuzaklar etkili olur. Bugünkü Dünya toprağı kötü
insanların
ektiği acıların,
alçaklığın, aşağılığın bitmesine, gelişmesine elverişli topraktır.
Yaşar Kemal - Ölmez Otu (Dağın Öte Yüzü 3), Ocak/1998, 137. sh.
Doğru
bir teraziye eşit ağırlıklar yüklendiğinde, kefelerin biri alçalırken diğeri
yükselmez.
Tibbullus
Michel De Montaigne - Denemeler,
Alkım Yayınevi/2000, 148. sh.
EŞEK TEKME ATARSA
Liman,
yabancı savaş gemileriyle doluydu.
Üsküdar'a, Boğaziçi'ne gidip gelen küçük vapurlar, savaş
gemilerinin yanından geçerken bayraklarını indirerek selâmlamazlarsa vay
gidi hallerine!.. İkide bir olur olmaz nedenlerle,
hattâ ortada hiçbir neden yokken bile, sert ve hoyrat bir tavırla, şehirlilere,
«Unutmayınız ki, yenik bir ulussunuz!..»
denirdi.
Sözlerin böylesi, on, onbir yaşındaki Türk kızlarına bile söyleniyordu.
«Aman diyene pala çalınmaz!» denir; ama
dayananın önünde kuzu kesilen bunlar, kaçanın ardında
kurt kesiliyorlardı.
Bir
gün Büyükada'ya gidecektim. İşim yoktu; vapurun kalkacağı saatten çok
daha önce
vapura bindim. Güvertenin en arka tarafına gidip oturdum. Benden başka kimse
yoktu. Sarayburnu'nun ötesindeki açıklığa dalgın dalgın bakarken, başıma
bir sopayla fena halde vuruldu. Başımdaki kalpak çöktü.
Başım acıdı,
hayret içinde ayağa fırladım.
Önümde işgal kuvvetlerine mensup bir polis dikiliyordu. Çetrefil bir İngilizce'yle
:
«Burada ne oturuyorsun?» diye gürledi. «Büyükada'ya gideceğim bu vapurla.
Onun için oturuyorum.» dedim İngilizce. Bir an için Türk değil, yabancı
olduğumdan kuşkulanarak, kibirli ve meymenetsiz suratında bir saygı belirir
gibi oldu. «Bu yer, işgal kuvvetlerine aittir!»
dedi. «İşgal kuvvetlerine ait oduğunu bileydim oturmazdım.» dedim. Gerçekten
de oturmazdım. Durup dururken bir eşeğe sataşılır da
eşek tekme atarsa, kabahat eşekte değildir.
Neyse ...
Halikarnas Balıkçısı -
Mavi Sürgün, 8. Basım, Ağustos/1993, sh. 17-18.
BASTIRILAN CIVA KÜTLESİ
Siz
hiç cıva kütlesini parçalara ayırmaya çalışan bir çocuk gördünüz mü?
Çocuk ne kadar bastırıp sıkıştırıp cıvayı kontrol altında tutmaya çalışırsa,
cıva da o kadar kurtulmaya çalışır.
Çocuktan kurtulur ve parçalanıp
durmadan şekillenmeye devam eder.
İşte olay burada : kurnazlıkları açarak, insanoğluna şüphelerini arttırmayı
öğretiyoruz.
Sıkıntılarımızı düzenleyip, çeşitlendirip, sürdürüp,
yayma eylemleri içindeyiz.
Küçük soruları yayarak ve parçalayarak, dünyayı eminsizlikler ve tartışmalarla
dolduruyoruz ve hattâ toprak
daha çok çatlayıp daha derin kazıldıkça,
daha verimli oluyor.
Michel De Montaigne - Denemeler (1 Mart
1580), Alkım Yayınevi/2000, 207-208. sh.
YOL KISALDIKÇA...
Yol kısaldıkça yolluğu artırmaktan daha saçma bir şey olabilir mi?
İhtiyarların
hasisliğine (cimriliğine) gelince, buna aklım ermiyor!
Söz gelişi yedi
dairesi olan ve sekizinciyi almak için kiracılarını sık boğaz eden
ve hele
hele camiden de çıkmayan
bir ihtiyar çifti düşününüz.
Ölüm pençesini vurmaya hazır beklerken, zavallılar halâ mal mülk biriktirme peşinde...
Boşuna dememişler «Toprak gözünü doyursun, teneşir paklasın» diye.
Siz, akl-ı selîm ihtiyarlar, unutmayın (!) Yol kısalıyor...
Yapmamız gereken daha asil işler olmalı.
BİR KUCAK ODUN
Bir
kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.
Cemil Meriç -
Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998,
113. sh.
DÖNÜM YERLERİ
Dönüm
yerleri köpüklü olur, bulanık olur... Dönüm yerinde su dalgalıdır...
Türkçe bir dönüm yerindedir.
Dilimiz de dönümünü dönerken köpüklenecek,
bulanacak, dalgalanacak...
Bu köpüklenmeden, bu bulanmadan tiksinenler, korkanlar olacaktır...
Tiksinenleri böğürtüleriyle, korkakları korkularıyla başbaşa bırakalım...
Her
yazıcı elinden geleni yapsa, taşlı tarla ayıklanırdı.
O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı...
İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha
kolaylıkla ekebilirdik.
Nâzım HİKMET (Orhan Selim)
- Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (12-13.11.1934) - Yazılar
1, Mart/1995, Akşam.
ATASÖZÜ ya da TEKERLEMELER
Her
atasözü ya da tekerleme mutlak bir gerçeği anlatmaz.
Lafonten, «Ağustos Böceğiyle Karınca» masalında ağustosböceğine
haksızlık etmiştir.
Hiç yarını düşünmeden, her dakikanın zevkine varmaya çalışan başıboş,
artist ruhlu insanı - yani ağustosböceği -,
ihtiyatlı ve dizel motoru gibi hesaplı, kafalı adamı - yani
karınca - temsil eden ve sözümona insanlara eğitici örnek veren bu
masalda
uçarı ve artist ruhlu insan yerini tutan, ihtiyatsız, zevkine düşkün
ağustosböceğinin gerçek hayatı bambaşkadır ve pek
acıklıdır.
Ağustosböceği
yaza doğru yumurtadan bir kurt olarak çıkar, sonra kanatlı bir böcek olur.
Gebe kalan dişi böcek tohumla dolu yumurtalıklarını ısıtmak zorundadır.
Güneşli bir dala kancalı ayaklarını takarak sımsıkı yapışır.
Sırtında bir sürü halkalar vardır, onları, akıldan öte bir zevk ve vahşi
bir inatla, sürter durur.
Bu sürtüş sonucu olağanüstü bir sıcaklık olur
ve annenin hemen hemen yanması pahasına yumurtalıktaki tohumlar
olgunlaşır.
Derken günler kısalır, havalar soğur, işte o zaman karnı çatlamış,
ipince
zar kabuğu halinde kalmış bir böcek kabuğu görürsünüz; ağaca
takılakalmıştır.
Kış rüzgârları o ince kabuğu, yüreklerin acıyla cızz
etmesi gibi, yoksul ve acıklı öttürür.
Halikarnas Balıkçısı -
Mavi Sürgün, 8. Basım, Ağustos/1993, sh. 210 -
211.
Çınar
ağacı büyürken patırtı yapmaz, ama yıkılırken yapar.
Halikarnas Balıkçısı -
Sonsuzluk Sessiz Büyür, 2. Basım, Kasım/1986, sh.
23.
ÜSTLEKLER - AŞAĞILIKLAR
Her
şeyi para öçüsüyle ölçmeye alışkın olan üstlekler, hamal ve çakkalın,
gönül verseler bile, züğürtlükleri dolayısıyla para veremeyeceklerini
bildiklerinden,
onların kendi aralarına karışamayacağından emin olurlar.
Böylece
soyula soyula, er geç sıfırı tüketerek tepetakla, ayak kaldırımına düşerler
ve
var kuvvetlerini, yeni baştan para biriktirmeye verirler.
İşte bunlar, bizim su dolabının
kovalarıdır. Motor işledikçe, çark döner.
Üstlekler, içleri boş olarak kuyuya
dalar çıkarlar, dönerken sularını bizim havuza boşaltırlar.
Ve yine boş olarak, aşağılıkların arasına düşüp dalarlar.
Bu suretle, gerek kazananın kazandığı, gerekse yitirenin yitirdiği - yaz
olsun, kış olsun, savaş ya da barış zamanı olsun - döner dolaşır eninde
sonunda gelir, bizim kasalarımıza boşanır.
Halikarnas Balıkçısı - Sonsuzluk
Sessiz Büyür, Bilgi Yayınevi, 2. Basım,
Kasım/1986, sh. 160 - 161.
DİN VE FELSEFE
- Bir yaz gecesinde küçük kızım, otların üstüne
uzanıp yıldızlarla dolu gökyüzüne baktığında,
eğer bu, bir yaz romantizminin, dans ya da şarkı gibi o geceye tat katan bir
süsü değilse,
gerçekten gökyüzüne ve yıldızlara bakıyor ve onları görüyorsan,
o gökyüzünün kapıları iki yere açılır
o zaman, dine ve felsefeye...
Din, o muhteşem kâinatın yaradılışını
Allah'a bağlar
ve huzura kavuşur, onun için
din insanlara huzur ve güven verir,
insanoğlunun en çok merak ettiği sorunun cevabını kendince bulmuştur çünkü;
felsefe ise, demin de söylediğim gibi
dinin huzursuz kardeşidir,
o, bulunan hiçbir cevaptan tatmin olmaz,
her cevaptan sonra yeni bir soru daha sorar.
Ahmet ALTAN - İsyan Günlerinde Aşk, 2. Basım, Mayıs/2001, sh. 82 - 83.
ÖMÜR BOYU TAŞIMAK
Başlangıçta
çocuklar öylesine hafiftirler
ki, evde onları her yere tek kolunuzla taşırsınız.
Derken siz farkına bile varmadan bir de bakarsınız
onlar sizi taşıyor.
Anneciğim şunu yap, anneciğim bunu yap, lütfen anne, birinden biri
adınızı çağırmıyorsa,
yalvar yakar bir şey istemiyor ya da o anki rahatınızı
çalmaya çalışmıyorsa küçük, çaresiz bir çocuk gibi yittiğinizi hissedersiniz.
Bu demektir ki onlar sizi dört bir yana taşıyorlar, siz de bir bebek kadar
zayıfsınız.
Tüy kadar hafifsiniz ama suskunlukları yüreğinize
taş kadar ağır oturur.
John Edgar Wideman - Dün Sana Haber Gönderdim (Sent For You Yesterday),
1991/İst., 38.sh.
Ünye Saylan Köyü
DOĞALLIK
'Ve bilgeler der ki, beden ve ruhta hiç fire
vermemiş,
dünyaya güzelliğin gülüşüyle doğmuş olanlar, eşyayı adıyla anarlar,
doğal olanı ayıplamaz, doğallığın dışa vurulmasını da utandırıcı bulmazlar.'
dedi baygın baygın gülümseyerek.
Şairler Şehri - Buket UZUNER, 2. Basım, Haziran/1994, 61. sh.
![]() |
"Parlak ve gösterişli
mantarlarla, yılanlar |
![]() |
İKİ YEŞİL SUSAMURU
"Susamuru olmak
hoş bir şeydir.
Sombalıkları, alabalıklar, ağzınıza lâyık su ürünleriyle şenlenir
ziyafetleriniz.
Susamurlarının rakı sevip sevmediklerini düşünenler varsa, şimdi bu konuya da
değineceğim."
Salonda yine kıkırdaşmalar oldu. "Sizlere aktardığım bu öykünün yazarı,
tükettiğiniz yüzyılın başında,
susamurlarının en büyük düşmanını,
avcı tazılar olarak
düşünüyormuş.
Halbuki boşalan rakı veya 'ouzu' şişelerinden tutun da,
her türlü kirliliğin yarattığı
tehlike,
bozduğu ekosistem zinciriyle susamurlarını da, bir gün tükenen türlere dahil
edecektir.
Kirlilik bir bütündür!
Hava, su, toprak birbiriyle
etkileştiği gibi, kıtalar ve okyanuslar da, bu bütünün parçalarıdır.
Ve yeryüzünde yaşayan kimse,
hiç kimse bu tehlikeden korunamaz;
rengi, ırkı, dili, para birimi ve cinsiyeti pek makbul bile olsa!"
"Arkadaşlar, dünyanın
yalnızca 'üst derisi' değişmiyor, bütün iç organlarında da sorunlar, hastalıklar
belirdi. Yalnızca,
yok olan ormanlar
bile uygarlığımızın - eğer bir uygarlık kurabildiysek? -
kaybolması için çok ciddi bir tehdittir.
Geleceğin besin kaynaklarını hazırlamadan, kirlenmeyi
- hem biyolojik, hem kimyasal, hem de sosyal kirlenmeyi - önlemeden 'sivil
toplum'dan ve
'karşı parti' olmaktan söz edemeyiz. Önce ciddi bir altyapıya gereksiniyoruz.
Hepimiz! Ben ve bütün susamurları!"
Buket UZUNER - İki Yeşil Susamuru, 38. Basım, Şubat/2001, sh. 194 - 195.
Felsefî Antropoloji :
«Hayvan, çevresini hazır bulur ve asla bu çevreyi
değiştirmeyi düşünmez.
Ne bulduysa onu yemeye devam eder» der.
Oysa insan, buldukları ile beklentilerini
karşılaştıran ve isteklerini gerçekleştirmek için
zamanı ve çevreyi zorlayan varlıktır.
Sanayileşme ile birlikte çalışan, kazanan ve kendisini rahat ettirecek araçlar
satın alan insan...
Daha çok çalışan ve daha çok satın alan... «Bu
sınırsız koşu nereye kadar?..»
...Evet, ne zaman durup çevresine bakacak
insanoğlu?..
Doğayla, kendi kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde
olmayı nasıl sağlayacak?..
Nasıl zaman bulacak kendi uyumu, mutluluğu için?..
Doğayı, hayvanları, çiçekleri nasıl
unuturuz?..
Cama gagasıyla vurup seslenen kuşu nasıl unuturuz?.
Sulanmak için boyun büken, sonra da çiçek çiçek teşekkür eden saksıları,
bitkileri nasıl unuturuz?...
Doğa'nın bir parçası olurken, Doğa'yı gönüller dolusu kucaklamak ne güzel...
Yüreğinizde çiçeğiniz yoksa, çiçeği, otu, ağacı sevemezsiniz.
Kuşun kanadıyla gökyüzüne uçabiliyorsanız, o kanat çırpıntısı yine sizin
yüreğinizdedir...
Ben Sevgi'yim - Tuna Tanaltay, 5. Basım, 1997/Sh. 55 - 62 - 72 - 75.
BİLGİ
VE HİKMET
Bilgi değil, bilgelik önemli.
Günümüzde
kişiler bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Oysa bilgi geçmiştir, hikmet ise
gelecek.
Kızılderili Lumbee Kabilesi - Bütün Dünya Dergisi, Sayı : 2001/7,
46. sh.