Yeşili Koruyalım...
(Bu sayfa en son 04 Ekim 2004 tarihinde güncellenmiştir.)


Filler ve Çimen filmi bana
«Fillerin sürekli tepiştiği bir coğrafyada inadına yeşeren umudun öyküsü»nü
yaşatmıştı. Ben de yeşile sevginin gitgide azalmaya başladığı günümüz
dünyasında doğa ve çevre sevgisini yeniden yeşertebilmek ve içimizde
oluşan bu sevginin tezahürünü insanlarımızda, dost sinelerde,
can ve cane'lerde yaşatmayı arzu ediyorum.

 

 

KÂİNAT KİTABINI OKUMAK

 

Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti
ve bu ikisi arasındaki farkı
anlayabilme sağduyusu ver.
                                                                                                                                          Reader Digest

Ünye Çamlık Koyu

 

"Eğitimimizi, zihniyetimizi değiştirmeliyiz.
Hareket eden, eylemci, ama sahip olmadan başaran, başarısıyla gururlanmayan,
bundan avantaj sağlamayan, kendini üstün saymayan insan tipi yetiştirmeliyiz!" Bunu başarmak
ancak
doğaya dönük, doğa, hayvan ve insan sevgisini yüreklere aşılayacak bir eğitim programıyla olasıydı.
                                                                                                                                                     Buket UZUNER - İki Yeşil Susamuru, 38. Basım, Şubat/2001, 30. sh.

 

"ÇEVRE VE YAŞAM" ÖDÜLÜ
"Martı Dede - Süleyman Kızılboğa"

 

Ordu'nun Ünye İlçesi'nde yaşayan Süleyman KIZILBOĞA, yörede "Martı Dede" olarak anılıyor.
"Martı Dede", Martılarla sohbet ediyor, hergün onları besliyor. (23 Kasım 2000)

 


http://www.fmd.org.tr/yaris2000/cevre.htm - Yusuf Ziya ÇAKIR - Anadolu Ajansı

 

BÂKİR BODRUM ORMANLARI

İstiklâl Mahkemesi, çektiğim haksızlıklar, sıkıntılar umurumda değil.
Varsın haksızlık etmiş olsunlar, haksızlık üzerinde duran kim?
Zaman zaman uçuyorum yahu!
Şu güzel yaradılışa bakın.
İnsanoğlu bu güzelliklerde yaşamak için yaratılmış. İstanbul'da ağaç kurtları gibi herkes routine'iyle kendi oyduğu tünelinde ve kendi karanlığında yaşasın diye değil.
                                                                                                                                                           Halikarnas Balıkçısı - Mavi Sürgün, 8. Basım, Ağustos/1993, 132. sh.

Bolu - Yedigöller/1996
wpe6.jpg (23053 bytes)      

 

«Şu âlem, Güneş'in ve Ay'ın ışığı ile dopdolu iken görmeyen adam,
başını kuyunun dibine eğmiş de söylenip, duruyor :
"Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa hani, nerede?"
A zavallı, başını kuyudan kaldır da bak! Bütün dünya, doğu, batı, o ışıkla aydınlanmıştır.
Fakat sen kuyudayken, o ışık sana varmaz ki...» 

                                                                                             Mevlâna Celâleddin-i Rumî - Bütün Dünya Dergisi, Ekim/1998, Sayı : 5, 65. sh.

 

«Sevgi Yılı»
denilen bir yaşam kesitinde sevgisiz bir dokunuşla soldu, kurudu, dağıldı yaşam çiçekleri...
Yeşeren dalları kesmenin vebali vardır. Çiçekli - tomurcuklu dalları kesip koparmanın,
«Sevgi dalları»nı kurutup yok etmenin çok, ama çok vebali vardır...
Çocukken görmüştüm, ağaçlar ağlar... Kesik kolundan canı - kanı damlarcasına ağlar ağaçlar...
Hiç ağacın ağaca zarar verdiğini gördünüz mü?..
Ya da ağacın insana?.. Olmaz... Yaşamak ve yaşatmak içindir, ağaç... Yok etmek için değil...
Doğayı kucaklamak, sarmak ve çoğaltmak için... İnsanı da...
Böylesine sarıp yüceltmek Sevgi değil de, nedir?..
Şu güzelim Bahar günlerinde, tüm sevgi çiçeklerinin açabileceği en güzel günlerde
ağaçlar ağlamasın, sevgili dostlarım; ağaçlar hiç, ama hiç ağlamasın...

Çiğ tanelerinin serinliğini, ıslaklığını tüm bedeninize sinmişçesine duyumsadınız mı?..
Kır kokusundan sarhoş oldunuz mu hiç?
Otların, yaprakların, çiçeklerin ve böceklerin selâmını alıp da mutlandı mı yüreğiniz?..
Biraz kelebek, biraz yaprak, bir yanınızla da kuş olmanın tadını yaşadınız mı?..
                                                                                                                                                               Ben Sevgi'yim - Tuna Tanaltay, 5. Basım, 1997/Sh. 34 - 44 - 45 - 110.

 

 

GÖREN GÖZLERDE BOZKIRIN BAHARI

 

Bozkırda bahar çıldırmıştı. Her yılkinden bin beter. Kayalar, sular, dağ taş, yer gök yemyeşildi.
Ve
orman tepeden tırnağa kokuyordu. Ninnileniyordu. Bir sürü de ak kuş doldurmuştu dalları.

Bozkırın baharı geç gelir. Çiçekleri de daha geç açar. Çiçeklerin sapları bir parmak boyunda var yok, kısa, küt olur.
Bozkır çiçeklerinin renkleri alabildiğine parlaktır. Kırmızıysa, böyle bir kırmızı hiçbir yerde görülmüş değildir ...
Sarısı, mavisi, turuncusu da öyledir. Gece karanlığında bile gözükürler.
Kokuları keskindir.
Bu yüzden, üstünde çiçek olsun olmasın,
eğil, bozkır toprağını kokla, mis gibi kokar.
Bir avuç toprak alıp koynuna koy, günlerce, acı, keskin, baş döndürücü bozkır çiçekleriyle kokarsın.
İyicene, çıkmamacasına toprağa sinmiştir koku.

Dağlar, taşlar, ağaçlar, kayalar, toprak ışıyor. Hasan'ın bedeninden mutluluk, sevinç fışkırıyordu.
"Ummahan," diye bağırdı. "Ummahan gel!" Sesinde öyle bir sevinç vardı ki, Ummahan'a da geçti. Koşarak geldi.
Hasan'ın baktığı yere baktı.
Taşın yerinde daha yeni açmış üç çiçek, kara toprağın yüzüne yaslanmış duruyordu.
Birisi kırmızı, parlak bir billûr kırmızısı ... Yalım yalım ... Uzun boyunlu.
Birisi de sarı, ekin sarısı, güneş sarısı, sapsarı, billûr sarısı ... Uzun boyunlu.
Birisi de
mavi, devedikeni mavisi, camgöbeği, gök mavisi, deniz mavisi, yalım mavisi, billûr mavisi ... Uzun boyunlu.

Hasan Ummahan'ın gözlerinin içine bakarak sordu :

"Gördün mü?"

"Gördüm."

"Üçünü de?"

"Gördüm."
                                                                                                                                                  Yaşar Kemal - Yer Demir Gök Bakır (Dağın Öte Yüzü 2), Eylül/1998, sh. 352 - 356.

 

 

KENDİNİ TANIMAK

Hadis : "Kendini tanıyan, Rab'bini tanır" diyor.
En küçük sonsuzla, en büyük sonsuz arasındaki esrarlı ayniyeti ifşâ eden büyük söz.
Hint bilgeleri de «
Gökte bir tek ay var, akisleri sonsuz. Her testinin suyunda başka bir ay.
O testilerden biri de sensin.
» derken aynı hakikate tercüman olmuyorlar mıydı?
Kendini tanımak, marifetler marifeti.

                                                                                                                                                                               Cemil Meriç - Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998, 209. sh.

         

Kâinat Canlı Bir Varlık mı?

Göklerde ve yeryüzünde ne varsa Allah'ı tesbih etmektedir.
                                                                                                                                                                             Kur'an-ı Kerîm - Hadîd Sûresi (Sûre 57, Âyet 1)
Bitkiler ve ağaçlar O'nun emrine secde ederler
                                                                                                                                                                         Kur'an-ı Kerîm - Rahmân Sûresi (Sûre 55, Âyet 6)
Ey Muhammed!
Biz bu Kur'an'ı bir dağın üstüne indirseydik,
onun, Allah korkusundan eğilerek paramparça olduğunu görürdün.
İşte Biz, insanlara bu örnekleri düşünsünler diye getirmedeyiz.
                                                                                                                                                                             Kur'an-ı Kerîm - Haşr Sûresi (Sûre 59, Âyet 21)

 

 

Su gibi olmalıyız.
Herşeyden aşağıda ama kayadan bile güçlü.
        
                                                                                                                                                                 Kızılderili Siyu Kabilesi - Bütün Dünya Dergisi,  Sayı : 2001/7, 46. sh.

Var oluşumuzun vazgeçilmez yapıtaşı olan su, bu denli önemi haiz iken
hem yok pahasına kendinin pazarlanmasına razı geliyor, hem arzda insanın yaşadığı en alt tabakada
mütevazi yerini koruyor ve hem de her türlü kirliliği bağrına kabul edip temizliyor.
Herşeyden aşağıda mekân bulma onun gücünden bir şey eksilmesine neden olmuyor.
Bilâkis gücüyle ve sabrıyla dağları delip, hedefine ulaşabiliyor.
Kuraklık gizeminin ardına saklanıp
canlıların ona yalvarıp, biçare kalmalarını sağlayabiliyor. Yeri geldiğinde değerini hatırlatıyor ve
akaryakıttan daha da pahalıya kendine paha biçtirebiliyor.
Sel ve dolu felâketlerine dönüşüp gerekenlere ibret dersi almaları için bir imtihan vesilesi olabiliyor.
Her türlü element ile işbirliği yapıp kâinatın madde çeşitliliğine zemin hazırlıyor.

 

...... Bu; âlemin bir kitap olduğunu, tabii ki, doğruluyormuş.
Bu hayatı okumaktan, şehrin ona her an sunduğu yeni sayfalar
içinde rastladığı yüzlere,
işaretlere, hikâyelere baka baka her gün saatlerce yürüyüp köşe köşe sürtmekten o kadar hoşlanıyormuş ki,
yatağında uyuyan güzel karısına ve yarıda bıraktığı hikâyesine hiç geri dönememekten korkuyormuş şimdi.

                                                                                                                                                                                                Orhan PAMUK - Kara Kitap, Eylül/1998, 159. sh.

 

Tabiat; sırlarını, bakmasını bilene açıklarmış.
                                                                                                                                                                 Oğuz Atay - Tutunamayanlar, 18. Baskı, 1999/İst., 354. sh.

 

            Dış derilerini belirli aralıklarla değiştiren yılanları izlemek bizler için son derece eğiticidir. Eğer bir kişi yedi yaşındaki inançları ile 41 yaşında kendini halâ iyi ve mutlu hissedebiliyorsa, bu kişi  ömrünü boşa harcamış demektir. Eski düşüncelerden, alışkanlıklardan, inançlardan ve sırasında eski arkadaşlardan sıyrılmak gereklidir.

            Bir şeyleri arkada bırakıp yürüyebilmek insanlar için güç bir derstir, ama gene de eski derisinden sıyrılabildiği için yılanı ne yüceltmek ne de yermek gerekmez. Bu onun için sadece bir zorunluluktur.
Yenilikler, ancak onlar için yer açtığınız zaman yaşantınıza girebilirler. Yılan, eski yükünden sıyrıldığı zaman daha genç görünür ve kendini daha genç hisseder.
Oysa elbette daha genç değildir.

                                                                                                                                                                                        Marlo Morgan -  Bir Çift Yürek, Aralık/1999  (Sh. 117).

 

Ünye - Saylan Köyü


Fotoğraf : Dr. Mürselin Güney

İNSANLIĞIN SONU ...
Bir canlının soyunun tükenmesinin, insanlığın sonuna bir adım daha yaklaşmak olduğunu
anlayıp anlamadığınızı sizlere sorabilir miyim?

Doğa insan yok olduktan sonra da yaşar, ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz.
                                                                                                                                                                                         Dr. Paul Ehrlich - Bütün Dünya Dergisi, Haziran-2001/06

 

FÂNİLER İÇİN SONSUZLUK

Fâniler için sonsuzluk bir hiçliktir Ragıp Bey, bir hiçliği ister miydin, sor bir kendine?
Sonra sesini daha da yumuşatarak eklemişti :
- Sonu olmayan bir hayat, bizim için ölümden sonra başlar, ancak da o zaman manâ kazanır.
Dünya, bir sonsuzluğu taşıyamayacak kadar küçük,
ne bu dünya ne de bu dünyanın üstünde yaşayanlar sonsuzluğa bir manâ katamaz,
kudretimiz yetmez buna, ama vakta ki terk-i dünya eder, başka bir âleme göçersin;
orada işte, belki bitmeyen bir hayatın bir manâ kazandığını görürsün ama burada değil,
burada
güzel olan, güzelliğini bir sonu olmasına borçludur.
                                                                                                                                                    Ahmet ALTAN - İsyan Günlerinde Aşk, 2. Basım, Mayıs/2001, sh. 118 -119.

..... Allah'ın asıl niteliğinin bir "gizli hazine", bir "kanz-i mahfi", bir esrar olduğuna ilişkin
sayfalarca yazı okudu. Bütün sorun bu esrara ulaşabilmenin yolunu bulmaktı.
Bütün sorun bu esrarın Dünya'da yansıdığını anlamaktı.
Bütün sorun esrarın her yerde, her şeyde, her nesnede, her insanda görüldüğünü kavramaktı.
Dünya bir ipuçları deniziydi; her damlasında arkasındaki esrara varacak bir tuz tadı vardı.
Mistepe yorgun ve kızarmış gözlerle okudukça bu denizin sırlarına gireceğini biliyordu.

                                                                                                                                                                                                            Orhan PAMUK - Kara Kitap, Eylül/1998, (Sh. 287).

YEŞİLİN GİZEMLİ DÜNYASINDA
DOĞA, ÇEVRE ve ENDÜSTRİYEL İLİŞKİLER

 Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,
o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa,
o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.

Ünye Fokfok ve Dikilitaş Kayalıkları

BÜTÜNSEL ÇABA

Hayvanlar âleminin en etkileyici yönünün,
aynı cinse ait aile bireylerinin
ortak hedefler için bir araya gelmeleri ve
bütünsel hareketle hedefe ulaşmaları olduğunu düşünürüm.
Çünkü, bu
bütünsel çaba ve enerji onların ölümü veya yaşamaya devamı anlamına gelir.

Peki şirketlerde hayat farklı mı?
Birçok şirket için
hedeflere ulaşmak ölüm - kalım meselesidir.
Sadece değişen koşullara hızla adapte olabilen, değişim kapasitesine sahip, bütünsel olarak hareket eden organizasyonlar pazarda kendilerine gelecek bekleyebilirler.
                                                                                  İbrahim DEMİR - İnsan Kaynakları İçin Kurumsal Karne, BThaber İnsan Kaynakları Eki, Sayı : 341, 22-28 Ekim 2001.

 

Bir iplikle kumaş, bir ağaçla orman olmaz.
                                                                                                               Çin Atasözü - Bütün Dünya Dergisi, Ekim/1998, Sayı : 5.

 

İNSANOĞLUNUN ANLAYAMADIĞI ŞEYLER

 

            Sizlere bir şeyi açıklayabilirim. Birlik içerisinde her şeyin bir amacı vardır.  Yanılgılar, yanlışlar ya da kazalar yoktur. Sadece insanoğlunun anlayamadığı şeyler vardır. Sizler, çöl sinekleri sürüsünün kötü olduğuna, cehennem olduğuna inanıyorsunuz ve onlar sizler için gerçekten böyleler, ama bunun nedeni sadece sizin gerekli anlama ve bilgelik düzeyine erişememiş olmanızdan kaynaklanıyor.

            Gerçekte onlar yararlı ve gerekli yaratıklardır. Kulaklarımızın içine dalarlar, çünkü her gece çölde çıplak uyurken kulaklarınıza dolan kumu ve kiri temizlerler. Evet, onlar burnunuza da girerler ve orayı da temizlerler.  İnsanlar, hoşlarına gitmeyen her şeyi anlamaya çalışmaktansa yok etme yoluna gitselerdi var olamazlardı. Sinekler sürü halinde geldiği zaman bizler çölde onlara teslim oluyoruz.
Belki artık sizler de aynı şeyi yapmaya hazırsınızdır?
                                                                                                                                                                                                                        
Marlo Morgan -  Bir Çift Yürek, Aralık/1999
 

 

Tek gerçek başarısızlık, asla denememektir.

 

            Kendinizi kâinat havuzunun dibine düşmüş bir tahta parçası olarak düşününüz.
Yağan yağmur suları, havuzu doldurdukça bu tahta parçasını daima üstte tutacak ve zirvelere taşıyacaktır. İşte hikmeti kavrayabilen insanoğlu da karanlık kuyulardan aydınlık ufuklara yükselebilecek ve galaksiler gizeminde daima sırların yücesine vâkıf olabilecektir.
Şu halde sizi terbiye edecek ve yüceltecek her türlü yöntemi, havuzu dolduran su misali
siz de gerekli bir araç olarak telâkki ediniz ve ondan faydalanınız.

                                                                                                                                                                                                                            M.Ufuk MİSTEPE - 20 Mart 2001/Ankara

 

 

Orta Asya'dan Anadolu'ya
Türk'lerin yaşadığı coğrafî alanların çölleşmeye mâruz kalmasını mâkus talih olarak yorumlayabilir miyiz?

Yüksek tepelerde kartallara da yılanlara da rastlanabilir.
O zirvelere birisi uçarak, diğeri sürünerek gelmiştir.
                                                                                                                                                                     Friedrich  Nietszche

            Amaca ulaşmanın çeşitli araçları vardır. Bazen dişinizi tırnağınızı ortaya koymak suretiyle, bazen de (ve genellikle) işi bilenlerin sırtına binmek suretiyle amaç gerçekleştirilir.
Er kişi helâlinden sabahtan akşama kadar mesaisi başında yılan gibi sürünerek
sabırla mücadele verirken; namert kişi siyasîlerin peşinde, içki ve kumar masalarında geleceğine uçmak için kanat çırparak yatırım yapar. Biri işinin uzmanı olurken, diğeri devletin imkânlarıyla ağaları ağırlamanın uzmanı olur.

            O halde gaye, zirveye ne pahasına olursa olsun varmak olmamalı; kişi,
"Nerede olduğun önemli değil, bulunduğun yerde ne yaptığın önemli" düsturundan hareket etmelidir. Kul hakkı yiyerek insanların omuzlarında yükselmeyi tercih etmek de bir dünya görüşüdür! Kişi ahiretini dünyalığa satmıştır.

Sahil ve Ormanın İçiçe Kucaklaştığı Ünye

İNSANLARIN DA EKİLMESİ

Tarımda ekmeden önceki işlemlerin ve ekmenin kesin ve kolay olması, ancak
bitki canlandıktan sonra, onu büyütmenin çeşitli yolları ve pek çok sorunu bulunması gibi, insanların da ekilmesi
pek az beceri gerektirir, ancak doğduktan sonra onların eğitilmesi ve büyütülmesi
bir sürü korku ve sıkıntı da içeren çok farklı bir özen ister.
                                                                                                                                                                     Michel De Montaigne - Denemeler, Alkım Yayınevi/2000, 32. sh.

Bir şeye ışık tutmak, aslında onun arkasını karanlıkta bırakmaktır.

SOSYAL SERMAYE

Kuruluşları makinalardan ya da rastgele birey topluluklarından ayırt eden,
onlara hayat veren, canlı bir organizma kılan, insanların birbirleriyle kurdukları güvene dayalı bağlantılardır. İşbirliği temelinde faaliyet göstermelerini sağlayan
şebeke ve topluluklar, örgütlerdeki Sosyal Sermaye'nin kaynağı ve biçimidir. Örgütler artık zorlama temelinde değil, güven temelinde inşa edilmelidir.
Gerekli olan bağlılıktır ve bağlılık da güven olmadıkça var olamaz.

Hiç kimse tümüyle kendinden ibaret bir adacık değildir; herkes anakaranın bir parçası, okyanusun bir kısmıdır. İnsanların bir araya gelmelerini ve
birbirleriyle bağlantılar kurmalarını sağlayan
mekân ve zaman, Sosyal Sermaye'nin toprağı ve suyudur. Bu yüzden mekâna ve zamana birlikte yatırım yapmak gerekir. Dünyanın en iyi yıldızlarını toplamış olabilirsiniz,
ama bunlar birlikte oynamıyorlarsa, takım beş para etmez.
                                                                                                                Kavrayamadığımız Zenginlik  (MESS Dergisi) - MPM Anahtar Dergisi, Eylül 2001, Sayı : 153, 23. sh.

 KADERİ ETKİLEMEK

"Hepimiz kendi kaderimizden çok bir başkasının kaderi üstünde etkili oluyoruz, ne garip değil mi,
bazen düşünüyorum da, başkalarının müdahale edemediği bir hayatı ve kaderi yaşayabilseydik
her halde hepimizin hayat hikâyesi çok değişik olurdu ama ne yazık ki bu mümkün değil,
Yaradan sanki hepimizi birbirimize bağlamış, birimiz kıpırdayınca hepimiz kıpırdıyoruz."
                                                                                                                                                    Ahmet ALTAN - İsyan Günlerinde Aşk, 2. Basım, Mayıs/2001, sh. 400-401.

Bir kapan nasıl bir farenin peşinden gitmezse,
bir genç kız da elde etmek istediği bir erkeğin peşinden hiçbir zaman gitmemelidir.
                                                                                                                             Bütün Dünya Dergisi, Ekim/1998, Sayı : 5, 94. sh.


Ünye Topyanı Kayalıkları

 

Her Nîmetin Bir Külfeti Vardır

            Her nimetin külfete ve külfetin nîmete göre olması genel bir kaidedir.
Her nîmet bir külfet doğurur. Her hak, bir vazife karşılığı olarak bulunur. Her kim hak elde ederse,
karşılığında mutlak surette bir vazife ile mükellef tutulur.
Mâdem ki böyledir, Allah Teâla'nın bize lûtfettikleri birçok nîmetlere karşı, o nîmeti vereni tanımak,
O'nun söylediklerini tutmak gerekir. Akıl ve vicdan bu mükellefiyeti emretmektedir.
                                                                                                                                                                                                                                     Yeni Asya Takvimi, 3 Mart 2001

 

Dünya'yı Tasvir

Sonra birden Evliya'nın okuyucusunu kandırmak için, hile yaptığını düşündüm.
Belki o da benim gibi biriydi, ama yalnızca iyi yazmayı biliyordu; iyi yalan kıvırmayı :
Belki o da ağaçları ve kuşları, evleri ve duvarları benim gördüğüm gibi görüyor da
yalnızca bir yazı hüneriyle beni aldatıyordu.
Ama kendimi inandıramadım, biraz daha okuduktan sonra
bunun bir hüner değil, bir bilinç olduğuna karar verdim.
Evliya'nın dünyayı, ağaçları, evleri, insanları gören bilinci bizimkinden bambaşkaydı.
Birden, bu nasıl oluyor,
Evliya'nın bilinci nasıl öyle kurulmuş diye meraklandım.
Çok içip, iyice dertlendikten sonra, karımı düşününce, bazan, bir türlü uyanıp kurtulamadığım bir rüyadan birilerine umutsuzlukla seslenirim. Aynı çaresizlikle seslenir gibi düşündüm :
Ben de onun gibi olamaz mıyım, düşüncemin, beynimin yapısını onunkine benzetemez miyim,
onun gibi ben de dünyayı olduğu yalınlıkla baştan sona tasvir işine girişemez miyim?
                                                                                                                                                                                                                Orhan PAMUK - Sessiz Ev, 19. Baskı, 230. sh.


Ünye Çamlık Plâjı

Kur'ân-ı Hakîm, şu Kur'ân-ı azîm-i kâinatın en âlî bir müfessiridir.

                                                                                                                                                                                                                                B.S.N., Yeni Asya Takvimi 3 Mart 2001

 

BİR DUA PATLATMAK

Sonunda dayanamayacak kadar acıkınca, benden dua etmemi istiyorlar.
"Başlangıçta işler böylece çözümlenir sanmıştım. Bir dua patlatırsın, bütün dertler sinek kâğıdına yapışan sinekler gibi o duaya yapışır, dua uçar gider, dertleri de birlikte götürür. Ama artık öyle olmuyor."

                                                                                                                                                                       John Steinbeck - Gazap Üzümleri, 3. Basım, Mayıs/1996, 225. sh.

 

Havuza dalmadan önce
derin nefes almak iyi fikir, havuza daldıktan sonra derin nefes almak ise kötü fikirdir.

Ülkenin ekonomik yapısında bir çok kriter iyimser yönde bir eğilim gösteriyor iken
özelleştirmeyi yapmayan ya da geciktirenlerin, bir kriz ortamında bu tip uygulamaları gündeme getirerek kurumları sefil halde bırakmalarının hesabını gelecek nesillere verebilmesi,
sanıldığı kadar kolay mıdır dersiniz?

 

YAPAYLAŞTIRILAN MEKÂNLAR
....  her yöne çevirdiği uzun boynuyla, adları aurus ile biten nesli tükenmiş hayvanlardan birine benziyordu.
Bu hayvanlara, günümüzde ancak,
traktörlü - vinçli - betoniyerli inşaatçıların avlanma sahalarının dışında, kazma girmemiş ahşap ev ormanlarında rastlanmaktadır. Yırtıcı teknisyenlerin bulunmadığı
böyle uzak bölgelerde yaşayan bu tarih öncesi hayvanlar, sakin yaşayışlarının doğal bir sonucu olarak
uçucu ve koşucu özelliklerini kaybetmişlerdir. Çevrelerindeki doğal beslenme şartlarının esnaf avcılar tarafından sistemli bir şekilde yok edilmesi, bu nazik hayvanların gittikçe azalmasına ya da ehlileştirilerek özelliklerini kaybetmesine yol açmaktadır.
Bazıları,
kat karşılığı, ahşap evlerdeki yuvalarından çıkmakta
ve yeni yerleştikleri
beton kafesler içindeki yaşayışa uyamayarak mahzunlaşmaktadırlar.
Son yapılan
geri kalmış hayvanlar sayımında bunlardan ancak dört bin iki yüz kadar kaldığı ve kilometre kareye
üç tane düştüğü tespit edilmiştir. Yakında bunlara sadece
biyoloji kitaplarında rastlayabileceğiz.
                                                                                                                                                                                 Oğuz Atay - Tutunamayanlar, 18. Baskı, 1999/İst., 397. sh.

 Zaferle taçlanan her savaş size yeni dostlar kazandırır : düşmanlarınızın düşmanları.
                                                                                                                      Cemil Meriç - Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998, 128. sh.

EN AZ SIRTLAN KADAR AKILLI DAVRANALIM ...

Avını elde etmiş ve yemekle meşgul olan bir sırtlanın yanına bir arslan ya da kaplan geldiğinde,
sırtlan etrafı kollar ve emin adımlarla geri çekilir. Israrcı olup, hayatını tehlikeye atmaz,
ama umutla nasibini aramaya devam eder.

Çalıştığınız işyerinde umarım bileğinizin gücüyle belli bir mevkiye gelmişsinizdir.
İşyerinizi iyi etüd ediniz.
Orada insanî meziyetler mi hâkim, yoksa hayvanî duygular ve nefis mi ön plânda?
Eğer insanî temayüller kaybolma eğilimindeyse mevkinizi elinden alacak,
siyasî arkası olan ya da menfaat çarkında ipleri ellerinde tutan insanlar göreceksiniz.
O zaman sırtlanın stratejisini unutmayın. Çevrenizde sizinle aynı düşünceyi paylaşan insan topluluğu göremiyorsanız, geri çekilin ve o andaki uygulamaya boyun eğin
ve kendinizi güçlü hissettiğiniz anda arslanlar gibi hakkınızı koparıp alın.
Materyalistler «yaşam bir mücadeledir» derler;
inananlar ise hayatı bir yardımlaşma mücadelesi şeklinde yorumlarlar. Kendinizi inançlı (!) görünen münafıklara karşı daima tedbire dayanmış halde bulundurunuz.

 

ZİHİNLERİ MEŞGUL ETMEK

Zengin ve bereketli olduğu halde nadasa bırakılmış bir arazinin sayısız
yabani ve faydasız bitki ile dolduğunu gördüğümüzde, araziyi kullanışlı hale getirmek için
onu idare etmemiz ve bizim için kullanışlı olan ürünler ekmemiz gerektiğini gözlemleriz;
ve kadınların bedenlerinden zaman zaman cansız ve şekilsiz et topakları çıkardıklarını görünce, sağlıklı ve doğal bir doğum için farklı tohumların döllenmesi gerektiğini anlarız
ki bu
döllenmeyi yapacak olan da zihinlerimizdir.
Zihinlerimizi onlara hâkim olan ve baskı yapan belirli bir konuyla meşgul etmezsek,
hayal gücünün tam tanımlanmamış alanında çılgınca bir oraya bir buraya koştururlar.
                                                                                                                                                               Michel De Montaigne - Denemeler, Alkım Yayınevi/2000, 4. sh.

 

 

DEFORMASYON PROFESYONEL

"Deformasyon Profesyonel" olarak adlandırılan bir hastalık
tüm sorunların çözümünü bir süre sonra yalnızca
kendi ilgi ve uzmanlık alanları içinde değerlendirmektedir. Amerikalılar, bu hastalıkla
"
eğer elinizdeki tek araç çekiç ise tüm sorunlar size çivi gibi görünür" diyerek dalga geçerler. Ceviz ağacı dikerek tüm ülke sorunlarını çözen ziraatçiler,
her yıl denize sürüklenen toprak metreküpüne ağlayan
çevrecilerin bir kısmı,
devleti kaldırmaktan umut kesip küçülmesine fit olmuş
anarşistler,
"arz -  taleptir efendim" diye kafa sallayan
ekonomistler,
"bi tuşa basacaksın..." diyen bilgisayar meraklısı
siyasîler ve iş adamları, kimlik numarasını sigortalılara yeniden vermekle SSK'nın soyulmaktan kurtulacağını sanan - ya da bize yutturmaya kalkan - saftrik/uyanık "bilişimci"ler hep bu hastalıkla malûldürler.
                                                                                                                                      Akın EVREN - Yaza söyleye..., BThaber Dergisi, Sayı : 347, 3-9 Aralık 2001, 6. sh.

 

 
KANUN

Kanun, eski Yunan'dan beri
"büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı" Avrupalı için.
                                                                                                                                                                               Cemil Meriç - Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998, 203. sh.

GÜNAHI OLMAYAN TİPLER

Casy yavaşça, "Elbette günahlarım var benim de," dedi. "Herkesin günahları olur.
Günah dediğin şey, emin olamadığın bir şeydir.
Hani o her şeyden emin olan, hiç de günahı olmayan tipler var ya ...
Ben Tanrı olsam o itlerin kıçına tekmeyi patlattığım gibi Cennet'ten atıverirdim!
Hiç dayanamam öylelerine!"

                                                                                                                                                                       John Steinbeck - Gazap Üzümleri, 3. Basım, Mayıs/1996, 202. sh.

 

Sen bir saksı çiçeğisin Mistepe.
Yapraklarını birbirine sürterek varlığını duyamazsın. Bir ormanda olmalıydın.
Ölünceye kadar yerinden kımıldamayacağını bilen bir ağacın rahatlığını duymalıydın.
Bütün ağaçlara bakarak, kimsenin yer değiştiremeyeceğini düşünerek ferahlamalıydın.
Hayır, bir
su yosunu olmalısın. Suyun serinliği ve ıslaklığını duyarak dalgalanmalısın.
Bütün istediğin, uçsuz bucaksız bir sudur ve her zaman bütünlüğüyle saracaktır seni.
                                                                                                                                                                                 Oğuz Atay - Tutunamayanlar, 18. Baskı, 1999/İst., 414. sh.

MUTLULUĞU YAKALAMAK

Yaşlı kedi küçük kediye gülümsedi :
"Gençken ben de senin gibi, mutluluğun kuyruğum olduğuna inanıyordum" dedi.
"Yıllar geçtikçe anladım ki, ne zaman kuyruğumu kovalasam, o benden uzaklaşıyor,
ne zaman kendi işime baksam, kuyruğum hep peşimden geliyor."
                                                                                                                                                                     Yeşim Çakan -Bütün Dünya Dergisi, Ağustos/2001, 70. sh.

Sanatı başıboş bıraksaydık, onun yapacağı ilk iş,
gelip de bizim felsefe fabrikasyonumuzu alt üst etmek olacaktı. Bundan dolayı, '
sanat sanat içindir' diyerek, onu, hızla döne döne kendi kuyruğunu ısıran bir köpeğe döndürdük.
Çirkinliği dolayısıyla, sanatçılar, kendi kuyruğunu ısıran ve kudurmuş köpeğe benzeyen bu çemberi alıp, boğazlarına geçiremezlerdi. Bu çemberlerimizi satın alanlar toplanınca, birisi, halkanın bir noktası için '
başıdır' der. İşte o zaman öteki, 'hayır, başı değil, kıçıdır' der.
                                                                                           Halikarnas Balıkçısı -
Sonsuzluk Sessiz Büyür, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, Kasım/1986, sh. 184 - 185.

 

ADALET

Doğanın kendisi birçok görevinde adalete karşı çıkar.
Sirenaikalılar'ın iddia ettiği gibi aslen âdil olan hiç bir şey yoktur.
                                                                                                                              Michel De Montaigne - Denemeler (1 Mart 1580),  Alkım Yayınevi/2000, 212. sh.

 

APTAL PUMA

Puma ile avının «ölüm-yaşam koşusu», her zaman ormanların bu en hızlı koşucusunun zaferiyle bitmez. Koşuyu zaman zaman, yaşamı için kaçan avın kazandığı da görülmektedir.

Bir ceylanı yakalamak için onun peşinden koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden koştuğu süre hiçbir zaman aynı olmamaktadır. Puma avının peşinden koşarken harcadığı enerji düzeyinin,

onu yakaladıktan sonra sağlayacağı enerji düzeyini aştığını anlayınca,

koşusunu bırakmakta, enerjisini gereksiz yere harcamamaktadır.

Puma avını yakalayamadığı bu koşuların hiçbirini başarısızlık olarak kabul etmemektedir.

Çünkü yarışı, kendinin bıraktığını bilmektedir.

Bu nedenle puma, ceylanın peşinden daha uzun, tavşanın peşinden ise daha kısa süre koşmaktadır.

                            

Aptal puma tanımlaması, bu vahşi hayvanın yaptığını örnek almayıp, yaşamlarında

bu uygulamayı akıl edemeyen insanlar için kullanılmıştır. Bir başarının temelinde, o başarıya ulaşabilmek için harcanan emek ve zamanın, kazanılan başarı karşısındaki "değer"i yatmaktadır.

Düşünün bir bakalım : Peşinden koşmakta olduğunuz tavşan,

onu yakalamak için harcadığınız emeğiniz ve zamanınızdan daha mı değerli???

                                                                                                                                                                                 İnternet Yayını - Bütün Dünya Dergisi, Sayı : 2001/06, 105. sh.

 

DOSTLUK VE KİBARLIK

 

Rüzgâr bir gün Güneş'e, kendisinin ondan daha güçlü olduğunu ileri sürdü ve bu savını kolaylıkla kanıtlayabileceğini söyledi. "Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun?" dedi.
"Kuvvetlice estiğimde onun sırtındaki paltoyu, senden daha çabuk söküp, alabilirim."
Güneş, rüzgârın bu sözlerini duyunca onunla yarışa girmeyi kabul etti
ve bir bulutun arkasına çekilerek, rüzgârın yapacaklarını seyretmeye hazırlandı.
Meydanın kendisine kaldığını gören rüzgâr, bir fırtına gücüyle esmeye başladı.
Fakat şiddetini arttırdıkça, yaşlı adam da paltosuna o kadar daha sıkı sarıldı.
Rüzgâr, bu işi başaramayacağını anlayınca yarışı bırakmak zorunda kaldı.
 Onun tüm yaptıklarını bulutun arkasından izleyen Güneş,
rüzgârın yarıştan vazgeçmesi üzerine bulutun arkasından sıyrıldı ve
büyük bir sevecenlikle yaşlı adama bakarak, ona tüm içtenliğiyle
sımsıcak bir biçimde gülümsemeye başladı.

Güneş'in sıcaklığını giderek arttırması karşısında yaşlı adamın yüzünde
bir rahatlama ifadesi belirdi.
Sırtından paltosunu çıkardı ve arkasındaki tümseğe yaslanarak, Güneş'in karşısında keyifle uzandı. Güneş, daha güçlü olduğunun bu kanıtı karşısında
rüzgâra bir de şu öğütte bulundu :
"Dostluk ve kibarlık, her yerde ve her zaman kabalık ve zorbalıktan daha güçlüdür."
                                                                                                                                                                                 Bora Çıracı - Bütün Dünya Dergisi, Sayı : 2000/07, 88. sh.

 

 BİRİNİN ÇIKARI, BİRİNİN ZARARI

Olgunlaşma çürümenin başlangıcıdır.
Tohum çürümeden bitki filizlenmez.

 Düşündükçe anlıyorum ki, doğanın sabit düzeni hiç değişmiyor.
Doğa fizikçilerine göre her şeyin doğması, çoğalması ve büyümesi,
bir başka şeyin bozulup çürümesi anlamına geliyor.

Ne zaman bir varlık değişir ve doğasını başkalaştırırsa,
o anda önceki hali için ölüm başlıyor demektir.

                                                                                                Lukretius
                                                                                                                                                                    
Michel De Montaigne - Denemeler, Alkım Yayınevi/2000, 27. sh.

 Her kısmı iyi yazdığı halde son perdeye aldırış etmiyen beceriksiz şair gibi
tabiatı öbür çağlara ehemmiyet verip de ihtiyarlığa aldırış etmemesi olacak şey değil.
Fakat tıpkı ağaçta ve yerde yetişen meyvaların zamanı gelince olgunluktan geçmesi ve düşmesi gibi insan ömrünün de bir sonu olması zaruri idi. Bilge insan buna uysallıkla katlanır :
Tabiata karşı gelmek devlerin yaptığı gibi Tanrı'lara (!) kafa tutmak değil midir?

                                                                                                                                                                             Cicero - İhtiyarlık, Batı Klâsikleri, V. Basım. İst./1992, 12. sh.


Her yaşın, son kullanma tarihine dek eskitilmesi en sağlıklısıdır.
                                                                                                                                                                             Buket UZUNER - Karayel Hüznü, 4. Basım, Aralık/1994, 102. sh.

 

YETENEKLERİ GELİŞTİRMEK

General Electric'in efsanevî başkanı Jack Welch kendi yaptığı işi şöyle değerlendirmiş :wpe6.jpg (4281 bytes)
«Benim temel işim
yetenekleri geliştirmek oldu.
Üst düzey 750 yöneticimize su ve gıda sağlayan bir bahçıvan gibiydim.
Kuşkusuz, orada yabani otları temizlemem de gerekiyordu.»
                                                                                                                                                    Hakkı SEVAND - Jack Welch, BThaber Dergisi, Sayı : 341, 22-28 Ekim 2001

"Çok gençken herkesi, her şeyi, hatta dünyayı değiştirebileceğimizi sanırız.
Nasılsa hiç yaşlanmayacak, hiç ölmeyecek ve sonsuza ulaşacağızdır.
Oysa duvarda tek bir tuğla olduğumuzu ve ancak 'iyi bir tuğla' olmayı başarmakla yükümlü olduğumuzu
görürüz bir gün... Çünkü ne istemediğini bilmek çok kolay, fakat ne istediğini bilmek çok güçtür!
                                                                                                                                                        Buket UZUNER - İki Yeşil Susamuru, 38. Basım, Şubat/2001, 39. sh.

 

Boş bir çuvalın dik durması zordur.
                                                                                                                                                Benjamin Fraklin

 

HAYATIN GERÇEĞİNİ KAVRAYAMAMA

Şimdiden gayri bir şey yok. Ne dün var kesinlikle, ne de bir yarın.
Bunu anlamak için kaç yaşında olman gerekiyor?
Güzel bir yaşantı kutsal kitaplardaki sürelerle ölçülemez.

                                                                                                                                                     Ernest Hemingway - Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 3. Basım, Mayıs/1998, 152. sh.

Acaba zaman geçiyor mu, yoksa biz zamanın içerisinden mi geçiyoruz?
Kâinatın farklı bir boyutu olan zamanın durduğu ve yaratılanın onun içerisinden geçtiği söylenilir oldu son zamanlarda. Ernest Hemingway belki bunun farkında değildi?

Romanında maddeci düşüncenin yansıması olarak bugünü yaşamayı prensip olarak kabul etmiş,
dünü yaşanmamış olarak nitelendirerek ders ve ibret alınabilecek bir olağanüstülük bulamamış
ve gelecek için de ümitvâr olabilmek gibi bir gayret içerisine girmemiştir.
O halde doğa sevdasını ve yeşil özlemini kaleminde nasıl yansıtabilecektir?
Geçmişin nostaljik anıları ve geleceğin tatlı beklentileri bulunmasaydı;
bugünü kotarabilmek için insanoğlunun nasıl egoistçe bir mücadele içerisinde
hemcinslerini paralayabileceğini düşünebiliyor musunuz?

 

Özgürlük, insanın yaptığı pisliği ortalıkta bırakması değil, diye düşündü.
Hiçbir hayvan kediden daha özgür değildir, ama o bile pisliğini toprağa gömer.
Kediler en iyi anarşistlerdir.
Bu adamlar kediden anarşizmin ne olduğunu öğreninceye değin onlara saygı duyamam.
                                                                                                                                                     Ernest Hemingway - Çanlar Kimin İçin Çalıyor, 3. Basım, Mayıs/1998, 324. sh.

 

HAYVANÎ DUYGULARDAN İNSANLIĞA ...

Doğarken bir saat içinde ayaklanıp koşmaya başlayan antilop yavrusu değiliz.
El bebek, gül bebek bir ihtimam istiyoruz. Eğitilmemişsek ayı, öküz, kedi, köpek, yılan, akrep, eşek vs.
davranışları gösterebiliyoruz. Burada varolanı almak yok. Varolan o bencil, ilgi merkezi olmaktan
memnuniyet duyan, o şımarık, kıskanç, bir damlacık haliyle herkesi parmağında oynatan,
sevimli insan yavrusuna insanî değerleri yüklemek ve kişiliğini bina etmek var.

İnsanlar öğrenir, gelişir, deri ile sarmalanmış ego olmaktan insan olmaya dönüşür;
ham iken pişer, acı iken tatlanır, koruk iken helva olur.
                                                                                                          Meltem YAMAN - BT Haber Gazetesi İnsan Kaynakları Eki, Sayı : 327, 16-22 Temmuz 2001

Sıpa inadını, kararlılık ve ısrarcılığa; akrep hırsını ataklığa, acarlığa; yılan sinsiliğini esneklik
ve ustalığa dönüştürmek var. Bütün bunlar da ciddî bir çaba gerektiriyor.
İnsanı adım adım, tek tek, oya gibi işlemek ve dönüştürmek gerekiyor.

                                                                                                                Meltem YAMAN - BT Haber Gazetesi İnsan Kaynakları Eki, Sayı : 333, 27 Ağustos - 2 Eylül 2001

 

ORMANLARIN SAVAŞI

Kazdağları'nı dolaşırken Kayın ormanı yapmak için yapılan girişimlerin sonucunda
Göknar'ların fırlayıp büyüdüğünü ve Kayın'ları boğduğunu görebilirsiniz.
Anlayacağınız
ağaçların arasında bile bir düzen, bir sistem var.
Ve buna dışarıdan siz müdahale etmeye kalkıştığınız zaman tepki gösteriyorlar.
Sanırım doğada ne yapacağını bilmeyen insandan başka varlık yok.
Ağaçların sesi soluğu çıkmıyor ama bizden daha akıllılar. Ne yapacaklarını biliyorlar. Kendilerine özel bir sistem ve düzen içinde bulunuyorlar. Sadece şu ormanları inceleyerek kendi düzeninizi oluşturabilir, mükemmel bir sistem geliştirebilirsiniz.
Üstelik onlar da savaşıyorlar. Yaşamak için hem ağaç olarak yani birey olarak, hem de orman olarak yani kitlesel savaşları da var. Ama bütün bunlar belli bir sistem ve ahenk içinde gelişiyor. Aslında
ormanları inceleyerek evrenin sırrına ulaşabilirsiniz diyorum, Yasemin'ce
...
                                                                                                                                                                  Yasemince - Ormanların Savaşı, Hürriyet Gazetesi, 26.09.2001

 

Bu Dünya'da insanın kötüsü her zaman insanlara kötülük düşünür,
kötülük yapabilir. Kurdukları tuzaklar etkili olur. Bugünkü Dünya toprağı kötü insanların
ektiği acıların, alçaklığın, aşağılığın bitmesine, gelişmesine elverişli topraktır.

                                                                                                                                                              Yaşar Kemal - Ölmez Otu (Dağın Öte Yüzü 3), Ocak/1998, 137. sh.

 

Doğru bir teraziye eşit ağırlıklar yüklendiğinde, kefelerin biri alçalırken diğeri yükselmez.
                                                                                                Tibbullus
                                                                                                                                                                    
Michel De Montaigne - Denemeler, Alkım Yayınevi/2000, 148. sh.

 

EŞEK TEKME ATARSA

Liman, yabancı savaş gemileriyle doluydu.
Üsküdar'a, Boğaziçi'ne gidip gelen küçük vapurlar, savaş gemilerinin yanından geçerken bayraklarını indirerek selâmlamazlarsa vay gidi hallerine!.. İkide bir olur olmaz nedenlerle,
hattâ ortada hiçbir neden yokken bile, sert ve hoyrat bir tavırla, şehirlilere,
«Unutmayınız ki, yenik bir ulussunuz!..» denirdi.
Sözlerin böylesi, on, onbir yaşındaki Türk kızlarına bile söyleniyordu.
«Aman diyene pala çalınmaz!» denir; ama
dayananın önünde kuzu kesilen bunlar, kaçanın ardında kurt kesiliyorlardı.

Bir gün Büyükada'ya gidecektim. İşim yoktu; vapurun kalkacağı saatten çok daha önce
vapura bindim. Güvertenin en arka tarafına gidip oturdum. Benden başka kimse yoktu. Sarayburnu'nun ötesindeki açıklığa dalgın dalgın bakarken, başıma bir sopayla fena halde vuruldu. Başımdaki kalpak çöktü.
Başım acıdı
, hayret içinde ayağa fırladım.
Önümde işgal kuvvetlerine mensup bir polis dikiliyordu. Çetrefil bir İngilizce'yle :
«Burada ne oturuyorsun?» diye gürledi. «Büyükada'ya gideceğim bu vapurla. Onun için oturuyorum.» dedim İngilizce. Bir an için Türk değil, yabancı olduğumdan kuşkulanarak, kibirli ve meymenetsiz suratında bir saygı belirir gibi oldu. «Bu yer, işgal kuvvetlerine aittir!» dedi. «İşgal kuvvetlerine ait oduğunu bileydim oturmazdım.» dedim. Gerçekten de oturmazdım. Durup dururken bir eşeğe sataşılır da eşek tekme atarsa, kabahat eşekte değildir.
Neyse ...
                                                                                                                                                          Halikarnas Balıkçısı - Mavi Sürgün, 8. Basım, Ağustos/1993, sh. 17-18.

 

BASTIRILAN CIVA KÜTLESİ

Siz hiç cıva kütlesini parçalara ayırmaya çalışan bir çocuk gördünüz mü?
Çocuk ne kadar bastırıp sıkıştırıp cıvayı kontrol altında tutmaya çalışırsa, cıva da o kadar kurtulmaya çalışır.
Çocuktan kurtulur ve parçalanıp durmadan şekillenmeye devam eder.
İşte olay burada : kurnazlıkları açarak, insanoğluna şüphelerini arttırmayı öğretiyoruz.
Sıkıntılarımızı düzenleyip, çeşitlendirip, sürdürüp, yayma eylemleri içindeyiz.
Küçük soruları yayarak ve parçalayarak, dünyayı eminsizlikler ve tartışmalarla dolduruyoruz ve hattâ toprak
daha çok çatlayıp daha derin kazıldıkça, daha verimli oluyor.
                                                                                                                                   Michel De Montaigne - Denemeler (1 Mart 1580),  Alkım Yayınevi/2000, 207-208. sh.

 

YOL KISALDIKÇA...

Yol kısaldıkça yolluğu artırmaktan daha saçma bir şey olabilir mi?

İhtiyarların hasisliğine (cimriliğine) gelince, buna aklım ermiyor!
Söz gelişi yedi dairesi olan ve sekizinciyi almak için kiracılarını sık boğaz eden
ve hele hele camiden de çıkmayan bir ihtiyar çifti düşününüz.

Ölüm pençesini vurmaya hazır beklerken, zavallılar halâ mal mülk biriktirme peşinde...

Boşuna dememişler «Toprak gözünü doyursun, teneşir paklasın» diye.

Siz, akl-ı selîm ihtiyarlar, unutmayın (!) Yol kısalıyor...

Yapmamız gereken daha asil işler olmalı.

 

BİR KUCAK ODUN

Bir kucak odun küçük bir ateşi söndürür, büyük bir ateşi daha da canlandırır.
                                                                                                                                                                               Cemil Meriç - Bu Ülke, 9. Baskı, İst./1998, 113. sh.

DÖNÜM YERLERİ

Dönüm yerleri köpüklü olur, bulanık olur... Dönüm yerinde su dalgalıdır...
Türkçe bir dönüm yerindedir.
Dilimiz de dönümünü dönerken köpüklenecek, bulanacak, dalgalanacak...

Bu köpüklenmeden, bu bulanmadan tiksinenler, korkanlar olacaktır...

Tiksinenleri böğürtüleriyle, korkakları korkularıyla başbaşa bırakalım...

Her yazıcı elinden geleni yapsa, taşlı tarla ayıklanırdı.
O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı...
İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha kolaylıkla ekebilirdik.
                                                                                                  Nâzım HİKMET (Orhan Selim) - Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (12-13.11.1934) - Yazılar 1, Mart/1995, Akşam.

 
                                    

ATASÖZÜ  ya da TEKERLEMELER

Her atasözü ya da tekerleme mutlak bir gerçeği anlatmaz.
Lafonten, «Ağustos Böceğiyle Karınca» masalında ağustosböceğine haksızlık etmiştir.
Hiç yarını düşünmeden, her dakikanın zevkine varmaya çalışan başıboş,
artist ruhlu insanı - yani ağustosböceği -, ihtiyatlı ve dizel motoru gibi hesaplı, kafalı adamı - yani karınca - temsil eden ve sözümona insanlara eğitici örnek veren bu masalda
uçarı ve artist ruhlu insan yerini tutan, ihtiyatsız, zevkine düşkün
ağustosböceğinin gerçek hayatı bambaşkadır ve pek acıklıdır.

Ağustosböceği yaza doğru yumurtadan bir kurt olarak çıkar, sonra kanatlı bir böcek olur.
Gebe kalan dişi böcek tohumla dolu yumurtalıklarını ısıtmak zorundadır.
Güneşli bir dala kancalı ayaklarını takarak sımsıkı yapışır.
Sırtında bir sürü halkalar vardır, onları, akıldan öte bir zevk ve vahşi bir inatla, sürter durur.
Bu sürtüş sonucu olağanüstü bir sıcaklık olur
ve annenin hemen hemen yanması pahasına yumurtalıktaki tohumlar olgunlaşır.
Derken günler kısalır, havalar soğur, işte o zaman karnı çatlamış, ipince
zar kabuğu halinde kalmış bir böcek kabuğu görürsünüz; ağaca takılakalmıştır.
Kış rüzgârları o ince kabuğu, yüreklerin acıyla cızz etmesi gibi, yoksul ve acıklı öttürür.
                                                                                                                                                      Halikarnas Balıkçısı - Mavi Sürgün, 8. Basım, Ağustos/1993, sh. 210 - 211.

 

Çınar ağacı büyürken patırtı yapmaz, ama yıkılırken yapar.
                                                                                                                                                   Halikarnas Balıkçısı - Sonsuzluk Sessiz Büyür, 2. Basım, Kasım/1986, sh. 23.

ÜSTLEKLER - AŞAĞILIKLAR

Her şeyi para öçüsüyle ölçmeye alışkın olan üstlekler, hamal ve çakkalın,
gönül verseler bile, züğürtlükleri dolayısıyla para veremeyeceklerini bildiklerinden,
onların kendi aralarına karışamayacağından emin olurlar.

Böylece soyula soyula, er geç sıfırı tüketerek tepetakla, ayak kaldırımına düşerler ve
var kuvvetlerini, yeni baştan para biriktirmeye verirler.
İşte bunlar, bizim su dolabının kovalarıdır. Motor işledikçe, çark döner.
Üstlekler, içleri boş olarak kuyuya dalar çıkarlar, dönerken sularını bizim havuza boşaltırlar.
Ve yine boş olarak, aşağılıkların arasına düşüp dalarlar.
Bu suretle, gerek kazananın kazandığı, gerekse yitirenin yitirdiği - yaz olsun, kış olsun, savaş ya da barış zamanı olsun - döner dolaşır eninde sonunda gelir, bizim kasalarımıza boşanır.
                                                                                           Halikarnas Balıkçısı - Sonsuzluk Sessiz Büyür, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, Kasım/1986, sh. 160 - 161.

 

DİN VE FELSEFE

- Bir yaz gecesinde küçük kızım, otların üstüne uzanıp yıldızlarla dolu gökyüzüne baktığında,
eğer bu, bir yaz romantizminin, dans ya da şarkı gibi o geceye tat katan bir süsü değilse,
gerçekten gökyüzüne ve yıldızlara bakıyor ve onları görüyorsan,
o
gökyüzünün kapıları iki yere açılır o zaman, dine ve felsefeye...
Din, o muhteşem kâinatın yaradılışını Allah'a bağlar
ve huzura kavuşur, onun için din insanlara huzur ve güven verir,
insanoğlunun en çok merak ettiği sorunun cevabını kendince bulmuştur çünkü;
felsefe ise, demin de söylediğim gibi dinin huzursuz kardeşidir,
o, bulunan hiçbir cevaptan tatmin olmaz, her cevaptan sonra yeni bir soru daha sorar.
                                                                                                                                                    Ahmet ALTAN - İsyan Günlerinde Aşk, 2. Basım, Mayıs/2001, sh. 82 - 83.

 

ÖMÜR BOYU TAŞIMAK

Başlangıçta çocuklar öylesine hafiftirler ki, evde onları her yere tek kolunuzla taşırsınız.
Derken siz farkına bile varmadan bir de bakarsınız onlar sizi taşıyor.
Anneciğim şunu yap, anneciğim bunu yap, lütfen anne, birinden biri adınızı çağırmıyorsa,
yalvar yakar bir şey istemiyor ya da o anki rahatınızı çalmaya çalışmıyorsa küçük, çaresiz bir çocuk gibi yittiğinizi hissedersiniz. Bu demektir ki onlar sizi dört bir yana taşıyorlar, siz de bir bebek kadar zayıfsınız.
Tüy kadar hafifsiniz ama suskunlukları yüreğinize taş kadar ağır oturur.

                                                                                                                                      John Edgar Wideman - Dün Sana Haber Gönderdim (Sent For You Yesterday), 1991/İst., 38.sh.


Ünye Saylan Köyü

 

DOĞALLIK

'Ve bilgeler der ki, beden ve ruhta hiç fire vermemiş,
dünyaya güzelliğin gülüşüyle doğmuş olanlar, eşyayı adıyla anarlar,
doğal olanı ayıplamaz, doğallığın dışa vurulmasını da utandırıcı bulmazlar.'
dedi baygın baygın gülümseyerek.
                                                                                                                                        Şairler Şehri - Buket UZUNER, 2. Basım, Haziran/1994, 61. sh.

 

"Parlak ve gösterişli mantarlarla, yılanlar
zehirlidir!"
                                                                  Şairler Şehri - Buket UZUNER, 2. Basım, Haziran/1994, 122. sh.

İKİ YEŞİL SUSAMURU

"Susamuru olmak hoş bir şeydir.
Sombalıkları, alabalıklar, ağzınıza lâyık su ürünleriyle şenlenir ziyafetleriniz.
Susamurlarının rakı sevip sevmediklerini düşünenler varsa, şimdi bu konuya da değineceğim."
Salonda yine kıkırdaşmalar oldu. "Sizlere aktardığım bu öykünün yazarı, tükettiğiniz yüzyılın başında,
susamurlarının en büyük düşmanını, avcı tazılar olarak düşünüyormuş.
Halbuki boşalan rakı veya 'ouzu' şişelerinden tutun da,
her türlü kirliliğin yarattığı tehlike,
bozduğu ekosistem zinciriyle susamurlarını da, bir gün tükenen türlere dahil edecektir.

Kirlilik bir bütündür!
Hava, su, toprak birbiriyle etkileştiği gibi, kıtalar ve okyanuslar da, bu bütünün parçalarıdır.
Ve yeryüzünde yaşayan kimse, hiç kimse bu tehlikeden korunamaz;
rengi, ırkı, dili, para birimi ve cinsiyeti pek makbul bile olsa!"
"Arkadaşlar, dünyanın yalnızca 'üst derisi' değişmiyor, bütün iç organlarında da sorunlar, hastalıklar belirdi. Yalnızca, yok olan ormanlar bile uygarlığımızın - eğer bir uygarlık kurabildiysek? -
kaybolması için çok ciddi bir tehdittir.
Geleceğin besin kaynaklarını hazırlamadan, kirlenmeyi
- hem biyolojik, hem kimyasal, hem de sosyal kirlenmeyi - önlemeden 'sivil toplum'dan ve
'karşı parti' olmaktan söz edemeyiz. Önce ciddi bir altyapıya gereksiniyoruz.
Hepimiz! Ben ve bütün susamurları!"
                                                                                                                                                Buket UZUNER - İki Yeşil Susamuru, 38. Basım, Şubat/2001, sh. 194 - 195.

 

Felsefî Antropoloji :
«Hayvan, çevresini hazır bulur ve asla bu çevreyi değiştirmeyi düşünmez.
Ne bulduysa onu yemeye devam eder»
der.
Oysa insan, buldukları ile beklentilerini karşılaştıran ve isteklerini gerçekleştirmek için
zamanı ve çevreyi zorlayan varlıktır.
Sanayileşme ile birlikte çalışan, kazanan ve kendisini rahat ettirecek araçlar satın alan insan...
Daha çok çalışan ve daha çok satın alan... «Bu sınırsız koşu nereye kadar?..»
...Evet, ne zaman durup çevresine bakacak insanoğlu?..
Doğayla, kendi kendisiyle ve çevresiyle uyum içinde olmayı nasıl sağlayacak?..
Nasıl zaman bulacak kendi uyumu, mutluluğu için?..

Doğayı, hayvanları, çiçekleri nasıl unuturuz?..
Cama gagasıyla vurup seslenen kuşu nasıl unuturuz?.
Sulanmak için boyun büken, sonra da çiçek çiçek teşekkür eden saksıları, bitkileri nasıl unuturuz?...
Doğa'nın bir parçası olurken, Doğa'yı gönüller dolusu kucaklamak ne güzel...
Yüreğinizde çiçeğiniz yoksa, çiçeği, otu, ağacı sevemezsiniz.
Kuşun kanadıyla gökyüzüne uçabiliyorsanız, o kanat çırpıntısı yine sizin yüreğinizdedir...

                                                                                                                                                               Ben Sevgi'yim - Tuna Tanaltay, 5. Basım, 1997/Sh. 55 - 62 - 72 - 75.

 

 

BİLGİ VE HİKMET
Bilgi değil, bilgelik önemli.

 Günümüzde kişiler bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Oysa bilgi geçmiştir, hikmet ise gelecek.
                                                                                                                                                                  Kızılderili Lumbee Kabilesi - Bütün Dünya Dergisi,  Sayı : 2001/7, 46. sh.

YAZDIR