.
|
Ünye’de |
|
Makale :
İrfan IŞIK
(Emekli Öğretmen -
Araştırmacı - Yazar)
Ünye’de Yol
(Şirin Ünye
Gazetesi - ??.01.2008 tarih, Yıl : 48, Sayı : 33??'da yayımlandı.)
http://www.sirinunye.com/detay.asp?hid=4238
http://www.sirinunye.com/detay.asp?hid=4252
28 Mart 1909 tarihinde yayımlanan Şeh-Bâl mecmuası'ndan
alınmıştır.
1950 - 1960 yıllarında Samsun - Sarp Sahil Karayolu’nun yapımına başlanmadan
önce Ünye, sadece
Niksar’a ulaşan silendirajlı “makadam”bir
yola sahipti.
Ünye’nin her yanında bolca
bulunan kireç taşı oluşumlarında açılan taş ocaklarından çıkarılan taşlar,
normal bir elma büyüklüğünde kırılıyor, taşınıyor, yol olması için
hazırlanmış yerlere seriliyor, sonra
üstünden silindir geçirilerek bir kat taş toprağa gömülüyor, üstüne
tekrar tekrar serilen kırık taşlar silindirle
sıkıştırılarak şose ya da makadam yol adıyla kullanıma açılıyordu.
Cumhuriyet Meydanı -
Mobilgas Benzin İstasyonu
Hasan Kelkitoğlu ve Cengiz Sürgit
Ünye’yi bu şekilde yapılmış yol Niksar’a, dolayısıyla İç Anadolu’ya bağlıyordu.
Kuzey Anadolu dağlarının
Karadeniz’i, Anadolu’nun içlerine bağlayan geçit yerleri sadece Zonguldak,
Samsun, Ünye ve Trabzon’da bulunuyordu.
Zonguldak’tan geçit veren dağlar orayı Ankara’ya
bağlıyor, Samsun ve Ünye’den dağları aşan yollar
ise Karadeniz’i Sivas’a bağlıyordu. Trabzon’dan Zigana Geçidi ile
Doğu Anadolu’ya geçit veren yolsa kış
aylarında kapanıyordu. Karadeniz’in Ünye’den Niksar, Tokat, Sivas
yoluyla İç Anadolu’ya bağlanması, en
kısa yol olduğu için, Antik Çağ’dan itibaren kullanılmış, zaman
zaman genişletilip kısaltılarak aralıksız
iyileştirilmesi sağlanmıştır. Bu yol ayrıca İpek Yolu’nu
Karadeniz’e ve Dünya’ya bağlayan en güvenli ve en
korunaklı kalelerle sağlanan bir yoldu.
Servet-i Fûnun Dergisi Kapağında Ünye - 22
Temmuz 1320 (1902)
Yıl : 14, Sayı : 693 - Vue Générale de Ounia sur la Mer Noire (Karadeniz
Ünye'sinden Genel Görünüş)
Karadeniz sahil, kent ve
kasabalarını birbirine bağlayan alt yapısı olan bir yol yoktu. Ama
ormanlardan geçen, ancak sadece hayvanla yapılan taşımacılığa ve
yayalara geçit veren patikalar vardı.
Kuzey Anadolu dağlarından çıkıp denize akan yüzlerce dere, çay ve
ırmak, üzerinde köprü olmadığı için bu
yolculuk ve taşımacılık bir işkence oluyor, bazen de hiç mümkün
olmuyordu. Bu sular geçide izin verdiğinde
ya denizin içinden ya da kilometrelerce içerlere yürünüp sığlık
yerleri bulunduktan sonra geçiliyordu. Adım
başı bir dereye rastlandığı yörelerdeki yolculuğun dayanılmaz
ağırlığı tahmin edilebilir.
1940 yılından sonra motorlu
kara taşıtlarının çoğalmağa başlamasıyla Ünye’nin Samsun ve daha
sonra Ordu’yla bağlantı kurması kaçılmaz olmuştu.
Önce kamyonlar Çarşamba’ya
gidip gelmeye başladılar. Çünkü Çarşamba dekovil demiryoluyla
Samsun’a bağlıydı. Dekovil demiryolu Avrupa’da banliyöleri merkeze
bağlayan dar tren yollarıydı.
Türkiye’de de Çarşamba ile Samsun arasına döşenmişti.
Samsun - Sivas Demir Yolu ile
Kesişen Samsun - Çarşamba Dar Hattı.
Çetin KOŞAR -
http://wowturkey.com/forum
Çarşamba makadam yolla Terme’ye bağlanınca tek - tük şimdiki minibüslerden de
küçük otobüsler
Samsun’a yolcu taşımaya başladılar. Ünye - Terme arası orman
içinden açılmış kum yolla bağlıydı birbirine.
Arada kocaman bir Akçay ve Miliç Irmakları vardı ve bunlarda da
köprü yoktu. Akçay, sonradan üç ayaklı
yapılan şimdiki asma köprüden itibaren denize üç kol halinde delta
yaparak akıyordu. Arabalar Akçay’ın bu
üç kolunu suyun içinden geçmek zorundaydı. Akçay Suyu az olduğu yaz
aylarında geçit veriyordu ama kışın
iş değişiyordu. Arabalar tekerleklerini aşan su yüksekliği içinde
bataklıyor, motor gücüyle sudan
çıkamıyordu. Eli yüreğinde suyun ortasında kalan erkek yolcular
soyunuyor, aşağıya inip suya giriyor
arabayı itiyorlardı. Çok zaman motorun gücüne katılan insan gücü de
arabayı kurtaramıyordu. Akçay’ın üç
kolunun üçünde de bataklama kaçınılmaz olunca yeni bir güç katıldı
motor gücüne.
Şoförlerin özendirmesiyle
boyunduruklu kömüş (manda) öküzleri demir zincirlerle arabaları çekmeye
başladılar. Bir çift kömüş öküzünün gücü yetmeyince iki çift öküzle
çekildi arabalar. Bu iş giderek sektör
haline geldi. Arabalar çoğaldıkça çekici öküzler ırmak kenarında
bekler oldular. Yolcular da suya girip
araba itmekten kurtuldular.
Hanboğazı Meydanı - Solda Çeşme ve Yanında
Ünye'nin İlk Vasıtalarından Biri.
Ünye'nin 40 Parçalık İlk Kartpostal Koleksiyonundan (Gündoğdu Mağazası - 5
krş)
Ahmet - Gülay BİRBEN Fotoğraf Arşivi / Fotoğraf : Ahmet Hüseyin ŞEN
Akçay’da harcanan bir iki
saatten sonra sevinçle yola koyulunuyor, en çok 20 km saat hızla yol
alınıyordu. Kozluk, Sakarlı sonra Çangallar merası ormanlarına
giriyordunuz. Ağaç dalları arabanın açık
camlarından içeri giriyor, sakınmazsanız o sizi yaralıyordu.
Arabaların lâstikleri
kabaktı. Bir akasya dikeni, bir kırık dal budağı bile lâstikleri delip
şambriyeli
patlatıyordu.
ÜNYE 048 Plâka No.'lu Araba
Arabanın altına kriko
yerleştiriliyor. Bir sürü işlemden sonra şambriyel sıcak kaynakla yamanıp
kapatılıyor. Gene bir sürü işlemden sonra tekerlek yerine
takılıyor, belki dördüncü veya beşinci sevinçle
arabaya binilip yola koyulunuyor, bir saat daha kaybetmiş
oluyordunuz.
Ah! Nasıl söylesem…
Bazen 5 metre gitmeden öteki lâstiklerden biri daha patlıyordu.
Sabrınızı tüketmeden yolculuğu bitireyim.
Ünye Sahil Yolu İçin Getirilen Mazot Tankları![]() Fotoğraf : Eczacı Yusuf ALVER |
Eski Yolcu Otobüsleri Yeni Belediye Binası Önünde![]() Fotoğraf : Eczacı Yusuf ALVER |
Ünye’den – Çarşamba’ya en
erken beş saatte bazen de 8 saatte ulaşabiliyordunuz. Toza ya da çamura
batmış ve çok yorulmuş oluyordunuz ya da hasta. O zamanlar araba
ile yolculuğa çok alışkanlık
olmadığından ve motorların ilkelliğinden yanmamış benzin atağı çok
olduğundan ve araba yakıtını
tenekelerle kendisi taşıdığından, çiğ benzin kokusu yolcuları
tutuyor, kusturuyordu. Arabadaki on beş
yolcudan en az beş tanesi kusuyordu. Başını dışarıya uzatamayanlar
içeriye… artık sağlam kalana aşk
olsun!
Yenigün Adlı Yolcu
Otobüsü - Dursun TASLI (Arap Dursun)![]() Ünye - Samsun Plâka 0. 80 216 |
Ünye'nin İlk Yolcu Otobüslerinden![]() Fotoğrafı Günümüze Ulaştıran Eren TOKGÖZ |
Çarşamba’ya hasta inmekle
iş bitmiyordu. Öğleden sonra saat 03:45’te Samsun’a inecek trene
binecek ve 2 saat daha gidecektiniz. 36 km yol iki saat hem de
trenle. Bu yolda 8 tane istasyon vardı. Dura
- kalka tam tamına iki saatte varıyordunuz Samsun’a.
Dönüş yarın yahut öbür
günse ya da bu yolculuğu sık sık yapmak zorundaysanız, duyacağınız eziyet ve
bıkkınlığın ağırlığını bir düşünün. Yolculuğun bilinen bu
güçlükleri için Ünye’den hareket saati en erkenler
oluyordu. Genellikle sabah saat 07’de Kavak dibinde hazır
olunuyordu.
Ailemizin en büyük kızı
Samsun’da evliydi. Onun doğum zamanlarında annem Samsun’a giderdi.
Dayımın eşliğinde. Bir seferinde ben ilkokulun ikinci sınıfındayken
böyle bir yolculuk yapmak gerekti. Ben
tepinip ağlayarak ille de Samsun’a gitmek istedim. Dayım ağlamama
dayanamadı. “Abla” dedi anneme,
"arabada ayırttığımız benim yerime oğlan binsin, ben atla size
yetişirim."
Ünye - Çarşamba arası 60
km. O zamanlar hanlarda güçlü kiralık atlar bulundurulurdu. Fatsa, Terme,
Çarşamba hattâ Samsun, Giresun arasında acil yolculuklar için. Bu
atlardan en çok küçük esnaf ve
kasaplar yararlanırlardı.
Muhittin ÇÖREĞİLİ
1946 Model Chevrolet Marka Arabasıyla
Dayım bizi arabaya
bindirdi, hareket ettik. Sabah saat 7’de. Az gittik uz gittik, dere tepe düz
gittik.
Dört yerde batakladık, üç yerde lâstik patlattık, iki yerde arabaya
benzin koyduk tenekelerden. Kusa - musa
Çarşamba’ya geldik. Saat öğleden sonra 03:30. On beş dakika sonra
tren kalkacak. İtişe - kakışa arabadan
indik. Arabanın üstündeki bagaj söküldü. Bavullar, valizler,
çıkınlar aşağıya atıldı. Herkes kendi malını kaptı
ki : Dayım karşımızda. Biz, kusmaktan yorgun, hasta, o dinç. “Trene
yetişemeyeceksiniz diye çok korktum”
diyordu anneme.
Adam, Ünye’den bizi yol
ettikten sonra, handan at kiralamış, yola çıkmış. Sakarlı merası ormanında biz
lâstik tamir ederken o bizi 50 metre sağımızdan geçerek bize
uğramadan gitmiş. Atı Çarşamba’da
dinlendirip doyurup, oradaki hana teslim etmek için zamana
gereksimini varmış. (Akçay’dan Terme’ye
kadar olan mera ve ormanlar kumlu toprak olduğu için arabalar bir
geçtikleri yerden bir daha geçmezlerdi.
Çünkü tekerlekler kumda derin bir iz açardı. Aynı yerden ikinci
üçünçü geçişlerde arabanın altı ortadaki
yüksekliğe takılırdı. Onun için meranın seyrek ormanında yol
yüzlerce ayrı yerden geçerdi.)
Hasan Basri
Süman - Sancaklı Gümrük Muhafaza Memuru
Mebruke - Cemal Hadi Gürşen Fotoğraf Arşivi
Dayım bavulumuzu kaptı.
Biletlerimizi daha önceden aldığı için doğru trene koştu. Bereket versin
otobüs durağı istasyonun hemen yanındaydı. Biz trene biner binmez
kampana çaldı. İlk istasyondan hareket
saati dakikti. Tren kalktı.
Hey yavrum hey!
Acı bir kömür kokusu ve yoğun bir duman…Haydi tekrar öğğğğ….
'ÜNYE 1'
Plâkalı İlk Otomobil
Sami Ekmekçi 1936 Model Chevrolet Marka Arabasıyla
Yıllar sonra ben dayımın atla Çarşamba’ya arabayla giden bizden önce vardığını
anlattığım zaman
Kasap Halis Dere’nin ortağı Hamza’nın Mehmet Amca : “O
da bir iş miymiş?. Ben buradan Giresun’a atla
8 saatte en az on kere gittim”
diye yemin etti. "Zaman
zaman yolda atı yemleyip dinlendirerek hem de"
dedi.
İnanıp inanmamakta özgürsünüz…
1940 - 1945 yılları arası İkinci Dünya Savaşı’nın yokluklarıyla geçen yıllardı.
Benim ilk ve ortaokula
başlamam da savaşın en yoğun yıllarına denk gelmişti. Ziraat Bankası'nın
olduğu yer o zaman ki parkımızın duvarları içindeydi. Ama orası
çiçeklik değil kumsaldı. Belediye tam o
kumsala gençlik için bir voleybol sahası kurmuştu. Bizler o sahada
sıra bulursak takım kurar maç yapardık.
Cumhuriyet Meydanı /
Ünye |
Rahmetli Radyocu Ali
Korkmaz arkadaşımdı. Hep aynı takımda olurduk onunla. Bir oyun bitiminde
yüzümüzü eski Anafarta Okulu’na dönmüş parkın duvarlarına oturmuş
dinleniyorduk. Yeni yapılmakta olan
İş Bankası yönünden bize doğru bir kaptı - kaçtı geliyordu (minibisümsü
o zamanın otobüsü), yepyeniydi.
Tam önümüzden geçecekti, gözlerimiz onun üstündeydi şimdiki gibi,
ön tamponunun üstüne pırıl pırıl plâkası
vidalanmıştı. Plâkada
ÜNYE 3 yazıyordu. O
zamanlarda araba plâkalarını belediyeler veriyordu.
Arabalar plâkalarını aldıkları belediyelerin adını taşıyordu.
Plâkayı okuyunca Ali’yle
birbirimize baktık. Sevgi ve gururla. Vay be dedik! Ünye 3'üncü arabasına
kavuşmuş.
Rasi AKKAŞ - Ünye 20
Plâkalı Arabasıyla
İnternational Marka 1948 Model
Ne yazık ki şimdi olduğu gibi o zaman da Fatsa’yla Ünye yarışıyordu.
Fatsa Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne
bir uçak satın alarak hediye etmiş. Hava Kuvvetleri de o uçağa Fatsa
adını takmış. Doğru mu yanlış mı bilmiyoruz ama "Ünye’nin
uçağı yokmuş!"
deniliyordu. Fatsalılar da bu
üstünlükleriyle övünüp bizi küçümsüyorlardı.
Vaktiyle
Zileliler İstiklâl Harbi'nde Şanlı Ordumuza Savaş Uçağı Hediye Ederek Ellerini
Taşın Altına ZİLE Adlı Uçakla Sokmuşlardı.
M. Ufuk MİSTEPE Fotoğraf Arşivi (Solda) ve Zile Belediyesi Fotoğraf Arşivi
(Sağda)
Futbol maçlarında da hep
onlarla kavgalı idik ama bu kez biz onlardan üstündük. Bizim futbolcu
Kefeli
kardeşler
çok iyi oyunculardı.
Hamidiye Zırhlı Kruvazörü,
Karadeniz’i ziyaret ettiği sırada Ünye’ye uğramıştı. Geminin
futbol takımıyla yaptığımız maçta Hamidiye’yi 6 - 0 yenmiştik.
Gemi, Fatsa’da maç yapmamıştı. Onları
adam yerine koymamışlardı işte!
Ve şimdi bizim plâkasında adımız
yazılı üç arabamız vardı. Fatsa’nın hiç yoktu. "Al
sana hiç
görmediğimiz uçağınıza karşılıklarımız"
dedik birbirimize. İçimizi ferahlattık Fatsalılara karşı.
Hamidiye Zırhlısı Futbol Takımı'nı 1924 Yılında Ünye'de 6 - 0 Mağlûp Eden Ünyeli
Futbolcular ve İdarecileri
Aradan yıllar geçti çocuklarımız
büyüdüler, okudular. Onlar da biz de otomobil sahibi olduk. Bir gece
Aliler bizi ziyârete geldiler arabalarıyla. Oturduk daha hal hatır
sormaya başlamamıştık ki Ali : "Parkın
duvarında otururken okuduğumuz 'Ünye 3' plâkasının bize tattırdığı
sevinç ve gururu hatırlıyor musun?"
dedi. Nasıl hatırlamazdım. Yüzümüze o günkü sevincin gülümsemesi
yayılırken Ali tekrar : "Şu
işe bak"
dedi. "Nerden
nereye geldik. Şimdi sadece sizin kapıda benimkiyle birlikte dört araba duruyor."
Sonra da o günü çocuklarımıza anlattı.
O’nun o gün
söylemediklerini de ben söyleyeyim. Oturduğumuz duvarın önünden geçen yol ırmak
taşlarıyla,
Arnavut
Kaldırımı
dediğimiz tarzda döşenmişti. Sağımızda parkın çarşı tarafındaki
kapısının önünde Hükûmet Caddesi'yle çatal yaparak birleşiyordu.
Şimdiki Cumhuriyet Meydanı yoktu.
Meydan câmiden okula kadar mezarlıktı o zaman. Ünye’nin içindeki
tüm yollar Arnavut Kaldırımı idi. Son
derecede de kötü döşeliydiler.
Gripin İlânları Asılı Evin Önündeki Arnavut Kaldırımları Mâzide Kaldı!
Foto Ahmet Hüseyin ŞEN
Rıhtım dediğimiz, Kavak
dibinden Yalı Kahvesi'ne kadar olan yolda dalgalar rıhtıma çarpıyordu.
Sadece o yolda kaldırım vardı, başka hiçbir yolda yaya kaldırımı
yoktu.
Vaktaki Tabakhane yanındaki
kumluğa makadam yol yapımı için kırma taş yığılmaya başlandı;
öğrendik ki Ünye - Fatsa yolu yapılacakmış. Ameleler kazma kürek
yol güzergâhını düzeltiyorlardı. Küçük
derelere betonarme menfezler de yapılmağa başlandı. Bataklıklı
geniş derelerin yataklarına iri taşlar
döşenerek akaklar berkitildi. Ve silindirler tabakhane önüne
dizildi. Tabakhane çalışanları bayram
davulcularını ve zurnacılarını köylerden Ünye’ye getirttiler.
Silindirler yolda çalışmaya başlar başlamaz,
dükkânları kapatıp tatil ilân ettiler. Davullar üç gün üç gece
gümleyerek bayram yaptı.
Ünye'nin İlk Yolcu
Otobüslerinden.![]() |
Ahmet POYRAZ - 52 AD 577 Plâkalı Arabasıyla![]() Chevrolet Marka 1960 Model |
Ünye - Fatsa yolundan
sonra, Fatsa - Ordu yolu da güzergâh olarak tasarlandı. Üstünkörü bazı yerleri
silindirlendi. Trafik başladı.
Kamyonlar, kaptı - kaçtılar
(ki onların yolcu karoserleri Ünyeli marangozlar tarafından yapılıyordu.)
Ordu’ya da gidip gelmeye başladılar.
Kabataş'ta Eskiden Yapılan
Bir Yol Çalışması.
Ben yolda yapım için
çalışılırken, Ordu İli emrine çıkan ve elden aldığım tâyin emrimi Ordu’ya
götürmek üzere bir gece sabaha karşı saat 04’de yola çıktım. Nasıl
olsa yolda bir araba bana yetişir
diyordum. Sevinç ve heyecanım bir yerde durup araba beklememe izin
vermiyordu. Zaman zaman koşarak
zaman zaman çok hızlı yürüyerek saat 07:30 da Fatsa’ya geldim.
Hiçbir araba geçmedi yoldan. Bolaman’a
gelip Koç Boynuzu sapağına dönmeden ağır ağır gelen bir kamyon
yetişti bana. İki kolumu açıp yolun
ortasında durdum. Araba öyle yüklüydü ki durduktan sonra bir daha
kalkamayacak sandım. Şoför
muaviniyle birlikte hışımla arabadan indi. Niyetleri beni dövmekti.
Yolda köpeklerden korunmak için
taşıdığım bilek kalınlığındaki sopayı kaldırarak savunma durumuna
geçtim. Adamlar önce durdular. Sonra
ağızlarının içinden söve söve arabalarına binip yola koyuldular.
Kala kaldım yolun ortasında. Sonra
koşmağa başladım. Sapağa geldim. Tam orda arkamda bir araba
gürültüsü daha duydum. Bu kez yalvarır
bir edayla durmasını işaret ettim şoföre. Yol orda hafif yokuştu.
Şoför açık camdan kafasını uzatarak
burada duramam dedi. Araba inliye inliye yokuşu çıkarken
arkalarından koştum. Düzlükte yetiştim amma
onlar hızlandılar.
Sonra üç kamyon daha geçti yanımdan. Hiçbiri beni almadı. Kimi "ağaç
dalları seni kamyondan alır,
başımı belâya sokarsın"
dedi. Kimi "çamurlukta
atlaya zıplaya yola gidilir mi lan?"
dedi. Ben de bundan
sonra geçen arabalara dur demeyeceğime yemin ederek koşmaya
başladım. Bir iki yerden ekmek istemeye
kalkıştım, köpekler beni parçalayacaklardı. Aç susuz; koş koş;
öğleden sonra saat 04’de Ordu’ya vardım.
Koşmayla yürüme arasında bir hızla 12 saatte.
Toz toprak içinde çat kapı Vilâyet
Konağı'ndaydım. Elimdeki emrin MİLLÎ EĞİTİM'e havale edilmesi
gerekiyordu. "Şu
odada Vâli Muavini var, o yapacak bu işi"
dediler. Kapıdaki polis "bu
kılıkla vâlinin
yanına giremezsin"
dedi ama ben bir hızla, polis arkamda odaya daldım. Vakit çok daralmıştı.
'ÜNYE 8' Plâkalı Otomobil
ve Şoförü
2007 Ünye Uluslararası Festivali Açık Hava Resim Sergisinden Alınmıştır.
"Bırak
delikanlıyı!"
dedi kibar bir bey arkamdaki polise. Kös kös dışarı çıktı polis. Ağzım
kurumuştu.
Yutkunamıyordum. Tâyin emrini o beyin önüne bıraktım. Gözlerimi
yumdum, uzun bir süre öylece kaldım.
Kibar bey emri okumuş olmalıydı. Neden sonra "otur
lütfen" dedi.
Oturulacak yer masasının önündeydi
ama ben gerilerde arandım. "Hayır
hayır" dedi "burada
otur." Masasının
önündeki koltuğu gösterdi.
Usulca iliştim koltuğun ucuna. "Rahat
otur" dedi
babacanca gülümseyerek. Yorgunluktan bitmiştim.
"Şimdi
sakin sakin bu perişanlığını anlat bakalım"
dedi. Anlattım. Gözleri irileşti inanmıyor gibiydi.
Sözlerimi bitirdiğimde ikinci kez gözlerimi kapadım. "Hasta
mısın?" dedi. "Hayır
efendim" dedim.
"İlginizin
verdiği hazla yorgunluğum bile geçti."
Sevgiyle gülümseyerek zile bastı. Gelen polise : "Millî
Eğitim'den filanca beyi çağır"
dedi. "Gelen
beye hemen şimdi, komisyonu beklemeden öğretmenin tâyinini
Ünye’ye yap. Emri imzalamadan çıkmayacağım"
dedi.
Mustafa Özkan (52 G
025), Halit Berkay ve Ali Duman (06 FL 959)
Ünye'nin Konakları Önünde Arabalarıyla
Tüm gövdeme iğneler batmağa başlamıştı. Sevinçten. Endişeden! Nedendir bilmem biraz da korkudan.
Büzüldüm.. iliştiğim koltukta.
Biraz sonra Millî Eğitim'den gelen bey gene geldi
odaya. "Sayın
Vâlim" dedi. (Benim aklım
başımdan
gitti o an. Ben muavinin odası yerine vâlinin odasına dalmışım
meğer!) "Ünye
merkezde boş öğretmenlik
yok" (ben şehir
ilkokullarına öğretmen yetiştiren öğretmen okulundan mezundum). "Ama
merkeze en yakın
okulu olan köylerden biri Karlıtepe. Orası boş. Arkadaşımız kabul
ederse eğer, oraya yaparız tâyinini"
dedi.
Cumhuriyet Dönemi'nde Vâli Konağı Olarak Kullanılan Ordu'daki Tarihî Bina
http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2007/Kasim/21/Haber_294144.aspx
Ne demek!…
Benim başım gözüm üstüne.
Orayı çok iyi biliyorum.
Tabi. Hemen tâyin yapılsa çok sevinirim.
Komitoğlu Mustafa ORAN![]() 1920 Model Ünye'nin İlk Arabalarından |
ÜNYE 70
Plâkalı İlk Otomobillerden![]() Arap Arif, Hamza Tercan ve Mehmet Taslı |
Bunları demedim ama benim güzel,
kibar vâlim gözlerimden demek istediklerimi çoktan okudu.
"Hemen
emri yazıverin lütfen"
dedi.
Bir yıl mı geçti aradan on
yıl mı? Ezildim o yılların altında.. sabırsızlıkla ölürcesine beklerken. Ama
neden sonra öteki bey elinde bir kâğıtla geldi, vâliye verdi.
Sevgili vâlim hemen imzaladı. Zarfına koyduğu
emri bana uzattı. Titreyerek aldım.
19.04.1964 - Cumhuriyet
Meydanı'nda Bir Vasıta Konvoyu
2007 Ünye Uluslararası Festivali Açık Hava Resim Sergisinden Alınmıştır.
İki bey de başarılar dilediler
bana. Tebrik ettiler. Zevkten koltuğa yayılmak üzeredeydim ki ikinci beyi
de oturttu vâli. Bu günümü nasıl geçirdiğimi kendi anlattı ona. "Şimdi
biz bunu bir bıraksak yok mu? Gece
gündüz demez yola koyulur"
dedi. "Onun
için bu gece Ordu’da bir otelde misafir edeceğiz onu. Önce de bir
yemek yemesi gerekiyor tabi"
dedi. "Köpekler
yüzünden hiçbir evden ekmek isteyememiş yolda."
Sonra da
karşımda oturan beye "Böyle
kaç öğretmenin var senin müdür bey?"
dedi : "Olduğunu
sanmıyorum" dedi
Milli Eğitim Müdürü olduğunu öğrendiğim bey. Ayrıca ben niye bu
kadar ilgi çektiğimi, önemsendiğimi
anlayamıyordum.Cebimdeki paranın Ordu’da bir gece geçirmeme yetip
yetmeyeceğini düşünüyordum ki
kapıdaki polisi çağırdı.
1952 Model Austin![]() Ahmet Şahin Belediye Aracı Önünde |
Ünye Zâbıtası![]() 1930 Yılı |
"Beyi"
dedi beni işaret ederek, "şu
lokantada doyur, şu otele de götür. Hem otele hem lokantaya benim
misafirim olduğunu söyle. Ayrıca otele sabah olmadan kendisini yola
bırakmamasını özellikle rica ettiğimi
de söyle."
Ben : "Böyle
bir ikramı asla kabul edemem efendim!"
dedim. "Senin
kabul edip etmeyeceğini soran
oldu mu?"
dedi.. azarlar gibi sertçe. Teşekkür bile edemedim!
Yarın sabah tekrar gelmeyi
düşünerek, utanç içinde polisle birlikte odadan çıktım. Biraz önce buraya
korku ile gelirken sırım sırım sızlayan gövdem dipdiriydi şimdi.
Polisin önünden önünden yürüdüm…
04.01.2008
İrfan IŞIK
28.01.1949 / Ünye 16 Plâkalı Yolcu Otobüsü
Günümüze Ulaştıran : İnşaat Mühendisi Eren TOKGÖZ
Makalede kaleme alınan yol ve yolculuklar tamamen gerçektir. İrfan Hoca ile anlattığı voleybol sahasında gazozuna çok voleybol oynadım. Benden büyük olmalarına rağmen bizi küçümsemez, oyuna dahil ederlerdi. Ünye - Fatsa arasındaki makadam yolun yapılışında dedem yol çavuşu olarak Amelebaşı'lık yapardı. Birkaç kez onunla Midrebolu denen yere kadar gidip yolun yapılışını izledim.
Ayla - Selçuk - Cengiz ve Baba Lütfi
SÜRGİT Terme - Ünye arasında Akçay'dan başlayıp Miliç Köprüsü'ne kadar olan yerde çok büyük bir orman vardı. Şimdiki nesil bunu hayal bile edemezler. Öyle kayın ağaçları vardı ki iki veya üç kişi elele tutuşup çevresini ancak sarabilirlerdi. Bu ormanı yok eden kişi Ordu'dan gelip Akçay'ın biraz ilerisinde kendine bir evlik yer açıp oraya yerleşen ilk kişi Hamdi (soyadını hatırlamıyorum) isimli şahıstır. Ondan sonra yavaş yavaş etraftan göç başladı. Her gelen kendine bir evlik yer ve bir parça da ekip biçmek üzere ormanı kesip yer açtılar. Kestikleri ağaçları satıyorlardı. Sattıkları ağaçları babam kamyonu ile taşıdığı için konuyu yakından biliyorum. Şimdi aynı yerde belki bir şehir oluşmuştur. Merak ederim yakacak ağaç bulabiliyorlar mı? Hâtıra çok. Yaşlılığın en güzel tarafı eğer arkanda güzel anılar bırakmışsan onları yeniden yaşamak. Sağlık ve başarı dileklerimle.
Cengiz SÜRGİT |
2007 Ünye Uluslararası Festivali Açık Hava Resim Sergisinden Alınmıştır.
SAMSUN - ÜNYE GÜZERGÂHINDA Hüseyin MİSTEPE / 1965
1935 yılında babam Sürmeneli Taşçı Ustası Mollaoğlu Mahmut Efendi'nin İzmir Aliağa / Samurlu Köyü'ndeki cenaze töreni ardından 42 ay sürecek olan askerlik vazifemi yapmak üzere İstanbul'a gitmiştim. 1942 yılında annem Hatunkız da Samsun'da vefat edince yetim kaldım genç yaşta ve askerdeyken izin alarak, yolcu vapuruyla Samsun'a geldim. Annemi Samsun Hastanesi Mezarlığı'na defnetmiştim.. 23 yaşındaydım... Askerde ayda 31 kuruş verirlerdi tıraş parası adı altında.. daha sonra 50 kuruşa çıktı ve ardından yıllık olarak vermeye başladılar. Her ne kadar çapulacılık yaparak para kazanıyor isem de ancak günlük ihtiyaçlarımı karşılayabiliyordum kazandığımla. Ekrem ÇAYIREZMEZ'in İşyerinde
Çapulacılık Yıllarım Askerliğimi Yıldız Muhabere Alayı'nda Güvercin Muhaberesi'nde geçirdim. İstanbul - Ankara arasında eğitim yaptırırdık güvercinlere ve onları muhabereye alıştırırdık. Vazifesini yapmayan güvercinleri tayınlarını azaltmak ya da aç bırakmak ve dışarı çıkarmamak üzere cezalandırır, terbiye ederdik. Güvercin Muhaberesinde Daşçı
İsiyn Usta - Florya 1942 Samsun - Ünye arasında otobüsle yolculuk yapmak için 1 Lira vermek gerekirdi. Tanıdık bulunursa at da kiralanıyordu.. günlüğü 2 Lira'ya.. ama cebimde sadece 25 kuruş kalmıştı. 1937'de Tedavüle Çıkarılan Gümüş 1 Lira. O devirde 1 Lira'yı bozdurmak bayağı sorundu. İnsanlar çok fakirdi. Menderes iktidarında yapılan sahil yolu ardından ticaret gelişince Ünyeli buğday ekmeği ile tanıştı.. hep mısır ekmeği yerdik. Fındık da dikilmeye başlayınca köylünün cebi para görmeye başladı. 25.04.1942'de Tedavüle Çıkartılan 1 Liralık Banknot Ünye'ye bir yetim olarak dönüyordum ve Ünye'de akraba olarak kimsem kalmamıştı. Ablalarım ve ağabeyim dışarıdaydılar. Askerlik süremi 42 aydan 33 aya indirmek için de Nüfus Kütüğü'mün bağlı olduğu Sürmene'ye gitmem gerekiyordu. Cebimdeki 25 kuruşla yapabileceklerim sınırlıydı... 1935'te Tedavüle Çıkarılan Ag, Cu, Ni, Al Alaşımlı 25
Kuruş. Samsun'dan yaya yola çıktım gündüzün. Akşamı Terme'de konaklayacak ve ertesi sabah Ünye'ye devam edecektim. Tekkeköy sapağına kadar çorak arazilerde ilerleyip bozuk baltalık ormanlar ve küçük yerleşim birimleri arasından Dikbıyık ve Çarşamba istikametine doğru ilerliyordum. Yollar oturma odası genişliğinde genelde kum ya da toprak zemin ve bazen tokanak taşdı. Her yer çıltılıktı. Yanımda korunma amaçlı 25 cm boyunda bir kama vardı. Askerî elbisemle gelmiştim ama tüfeğim yoktu! Çarşamba'ya doğru acıkmıştım. Dört evden yiyecek talep ettim ise de kimse oralı olmadı. Askeri pek sevmiyorlardı. Zamanın hükûmeti bahçelerdeki ürünlere el koyabildiğinden halk askerden ürkmüştü. Savaş sıkıntıları nedeniyle tek partili (CHP) döneminde 11 Kasım 1942 Saraçoğlu Hükûmeti tarafından hazırlanan Varlık Vergisi Kanunu, TBMM'de kabul edilmişti. Bir ay içinde nakit ödenmemesi durumunda, bedenen çalışma zorunluluğu getirilmişti. ”Bu memlekette misafir olarak bulunanlar külfetini ödesinler” diyen bir Başbakan! Saraçoğlu’na “Haraçoğlu” denilmesi ve bir Başbakan için bu itham düşündürücüdür. O dönemde fakir halktan vergiyi ödeyemeyenler taş kırmaya gönderilir ve kırdıkları taşlar ölçülendirilip, vergi borçlarından düşülürdü. Kabataş'ta Eskiden Yapılan
Bir Yol Çalışması. Betonarme köprü Çarşamba'da vardı. Diğer köprüler ahşaptan ve uydurmaydı. Yanımdan tek tük kamyon ve otobüs geçiyor ise de binecek param yoktu! Her yer çoraktı. Gürgen, kayın, kızılağaç, kavak ağaçları ağırlıktaydı. Sahipsiz arazi yoktu. Terme'ye kadar da henüz fındık dikilmemişti. Ünye'ye de ilk fidanları kayınpederim olacak Elevlülü (Göreleli) Cemal KÜLÜNK Ustalar getirmişlerdi. Raşit AKKAŞ
1948 Model Arabasıyla Bazen sahile yakın kum zemin üzerinden bazen ormanlık alanlardan bazen de çıltılık araziden yürüyerek akşama Terme'ye vardığımda uydurma kahvelerden birinin bahçesinde konaklayarak sabahladım. Güzergâhta büyük göller de vardı. İnönü döneminde bataklıklar kurutuldu ve arazi tımar edildi. Sabah beş kuruşa karpuz aldım. Bir de fırından ekmek alıp katık yapıverdim kendime. 1935'te Tedavüle Çıkarılan Bakır / Nikel 5 Kuruş. Ünye - Terme arasını altı saatte aldım.Akçay'a vardığımda önüme çıltılık çıkmıştı. İleride koyun sürüsü vardı. Önümde üç tane çoban köpeği gördüm uzaktan.. yaklaşınca dört ve yanlarına vardığımda beş tane oldular. Geri dönemezdim.. ileri gitmek de cesaret isterdi. Seslendim ise de kimseden ses çıkmadı. Çıltılığa dalamazdım.. mecburen köpeklerin önünden geçecektim.
Tam önlerinden geçiyordum ki beşi birden hırlayarak üzerime atladılar! Ben zaten elim belimde kamada hazır bekliyordum ve hemen refleksle bir daire çizerek kamanın ışıltısında bir vınlama çaktırıp, köpeklere ilk gözdağını verdim. Ardından toparlanan sürü ard arda ataklar yaparak üzerime atladıkça ben ortada fırıldak gibi dönerek bıçağı bir o yana bir bu yana sallıyordum. Köpekler dişlerini çıkarmış, beni yere yatıracakları ve dişlerini geçirecek ânı kolluyorlardı! Mücadele 15 dakika kadar sürdü ve bağırıp çağrışmalara çoban yetişti. Çobanı gören köpekler sakinleştiler ve ben de oradan tüm sinirsel halimle ve de lâ havle çekerekten hızla Cüri'ye doğru uzandım. O kamayı torunuma hediye ettim. Kapkara kınında siyah saplı ve yivli olduğu için de taşıması sakıncalı değerli bir kamaydı! Aynikola mevkiine geldiğimde kum güzergâhtan yürümeye başlamıştım. Cebimde sadece beş kuruş kalmıştı. Eğer üzerinde satacak yorgan gibi eşyan varsa ucuza 2,5 Lira'ya satın alıyorlardı.. ama satacak bir şeyim de yoktu! Babamın satın aldığı Keşaplı Sokak'taki eve gidiyordum. Sahip çıkılması gereken 2,5 dönüm de rampada bahçesi vardı Dere Ağzı'na uzanan. Eve gidip uzanıverdim ve uyumuşum bir müddet.
Asker dönüşü çapulacılık ve çömlekçilik yaptım Ünye'de. 10 - 15 kuruşa bir çift giyim çapula ve 4 Lira'ya da iskarpin yapardık. Rahmetli Ahmet KALFA'nın yanında çalıştım bir zaman. Ünye'de fazla kalmadım ve motorla Sürmene'ye geçtim. Askerlik Şubesi'nden ne yazık ki işlerimi halledemedim. Belge alamadığımdan 42 ay askerlik yapmak zorunda kaldım. Yetim olmanın çok acısını çektim Ünye'de. Alayda terhis olmayan bir ben kalmıştım. Sürmene'den motora binip Trabzon'a, oradan vapura binip Samsun'a geldim. Ve tekrar yapayalnız Yıldız Muhabere Alayı'na döndüm... Gülay Öğretim (Mistepe),
Hüseyin ve Seniha Mistepe |