ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 10 Şubat 2007 tarihinde güncellenmiştir.)

    .. ve işte HAYAT HİKÂYEM !!!

Ortaöğretim


Bu linklerden bazıları geçici olarak devre dışı bırakılmıştır; yeniden düzenleme yapılmaktadır.

 

            Ortaokul I. sınıfı Sivas'ın Gemerek İlçesi'nde okudum. Gülay Ablam mezuniyet sonrası ortaokul öğretmeni olarak buraya atanmıştı. Babamla vedalaşmak için Faruk Yıldız Amca'nın çömlek atölyesine gitmiştim. Ayrılırken babamın ilk kez ağladığına şahit oldum.

            Anadolu'nun buram buram kokan tarlalarını, kerpicini, şeker pancarını, iğdeyi, yabayı, atlarla döğen sürmeyi, toyu, sılada yaşamayı, eşeğe binmeyi ve tandır ekmeğiyle, ağacında kayısıyı Gemerek'te tanımıştım. Güzel anılardı;  Seyran Tepe'de iğde toplayıp, aşağısındaki düzlükte top oynadığımız o günleri sık sık nostalji dünyamda gezinerek arar dururum.

            Atatürk Koşusu'nda bayrağı taşımak burada nasip olmuştu bana. İstasyon yolu üzerinden Sivas istikametine doğru kısa bir koşuydu; nefes nefese kalmıştım. Sızır Nahiyesi de unutulmaz anılarım arasındaydı. Sızır'da bir ahırda duvara çarşaf gerili vaziyette Eşref Kolçak'ın bir filmini izlemiştik ve ertesi gün Kızılırmak'ın bir kolunun çıktığı kaynağı da akvaryum güzelliğinde seyrettiğimizi unutamam. Ya Rabbim! Ne güzel anılardı onlar...

23 Nisan 1968/Gemerek

 

 

            Kışın yağan kara doyasıya kandığım günlerdi. Beyaz örtü tüm olumsuzlukları sinesinde gizlerdi ve hep güzel duygularını dışa vururdu. Sadece.. gençler dik bir rampadan aşağıya kayak yaparlarken Sivas'ın Kepenek Caddesi'nde soğuktan ağladığımı hatırlıyorum.

            Küçük bir anımı hatırlatmadan geçemeyeceğim. Gemerek Ortaokulu'nun karşısında, 1 km mesafede aşağıdaki resimdeki gibi bir virane çiftlik evi ve ağaçlık vardı. Aşırı kar yağmıştı ve sınıf arkadaşım Serdar GÖKBAKAN ile öğle tatilinde oraya gitmeye karar vermiştik. Kulübemsi binaya yaklaştığımızda köpek havlamaları duyduk ve iki iri köpeğin tüm hışmıyla üzerimize geldiğini gördük. Arkadaşım benden daha atik davranmış ve geriye kaçmaya başlamıştı. Ben ise karlara bata çıka daha fazla kaçmanın anlamsız olduğunu düşünerek durdum ve yere çömelerek kapandım. Nasıl olsa köpekler bana yetişeceklerdi. Dediğim gibi oldu. Yanıma yaklaştılar, çevremde dolaştılar. Korktuğumu anlamış olacaklar ki gerisin geriye bana hiçbir zarar vermeden yuvalarına koşarak döndüler. Bir daha oraya gitmek mi? Tövbeler olsun...

 

 

             İlk ve son olarak Fransızca dersinden nefret etmem ve Tarım dersinden de zayıf almam bu döneme rastlamıştı. Öğretmenlerimizi hep iyi yönleriyle hatırlamak isteriz, ama bu iki dersin hocaları beni hayli üzmüştü doğrusu. Şaka maka ağaçlara aşı yapmasını ve ağaç dikmesini de bu yıllarda öğrenmiştik. Müzik ve Türkçe dersi öğretmenimiz Mahmut Nedim Öğretim Bey pek yakın bir gelecekte eniştem olacaktı. Kültürlü bir insandı ve iyi mandolin çalardı. Ayrıca birkaç lisan bilirdi.  Pedagoji mezunu olduğundan öğrenci psikolojisinden iyi anlardı. Rahmetlinin bir talebeyi dövdüğünü hiç hatırlamıyorum.

 

            Samsun'dan trenle Gemereğe giderken aşırı kar yüzünden tren kara saplanmış ve saatlerce in geçmez kervan geçmez ıssız tarlaların ortasında kurtarılmayı beklemiştik.

BURAM BURAM ANADOLU

            Ortaokul I. Sınıf'a geçmiştim. Yıl 1967... İlk kez gurbetin tatlı esintilerini duyacaktım Anadolu'da derinden. Gülây Abla'm Eğitim Enstitüsü'nü bitirmiş ve tayini Sivas'ın Gemerek İlçesi'ne çıkmıştı. Tabii olarak haritada Gemereği aradık.. daha önce hiç duymamıştık bu adı. Ayrılık vakti gelmişti Ünye'den. Vedalaşmak için çömlek fabrikasında usta olarak çalışan babamın yanına gittim. Elini ve yanaklarını öptüm, helâlleştik.

            Babamın ilk kez ağladığına şahit oluyordum. Duygularını gizlemekte bu derece düzeyli olan bir insan, evlât özlemi için gözyaşı döküyordu. Bu duyguyu yıllar sonra baba olunca hissedebildim ancak. Samsun'a kadar karayoluyla geldik. Daha sonra kara trene bindik ve saatlerce Anadolu'nun ilk kez göreceğim gizemli köşelerine doğru yol almaya başladık.

            Anadolu'nun buram buram kokan tarlalarını, kerpicini, şeker pancarını, iğdeyi, yabayı, atlarla döğen sürmeyi, toyu, sılada yaşamayı, eşeğe binmeyi, tandır ekmeğini, ağacında kayısıyı ve de sıla özlemini Gemerek'te tanımıştım. Güzel anılardı; Seyran Tepe'de iğde toplayıp, aşağısındaki düzlükte top oynadığımız o günleri sık sık nostalji dünyamda gezinerek arar dururum.

            Kerpiçten yapılmış kiralık bir ev tuttuk. Tuvalet bahçedeydi, evin banyosu yoktu. Modern bir yapı bulmak o an için mümkün olamadı; zaten öğretmen maaşıyla lüks bir ev tutmak da hayalden öteye geçemezdi. Okulumuz tipik bir Anadolu mimarîsini yansıtıyordu.

            Yabancı biri, hele öğretmen kardeşi olmak arkadaşlarım arasında bana ayrıcalıklı bir yer kazandırmıştı. Yakışıklı biri değildim ama, ilgi alanlarım ve Ünye'de aldığım sosyal kültürün ağırlığıyla kız öğrencilerin de dikkatini çektiğim anlaşılıyordu davranışlarından.

            Gemereğe geldiğimiz günlerde geçici olarak yanlarında kaldığımız, ablamın eğitimci meslektaşlarının akraba kızları benim yaşıtımdı ve aynı sınıftaydık. Kumral ve uzun saçları vardı F.K.'nin. Biraz içine kapanıktı; okul kapanınca evine yalnız giderdi. Ben de bir bahane ile evimin yolunu değiştirerek uzatır, takılırdım arkasına. Dikkatini çekmiştim, ama bir türlü samimi bir ortam yakalamak mümkün olmuyordu. Evleri Seyran Tepe'nin eteğinde sarı boyalı, iki katlı ve mütevazi görünümdeydi.

            İlkokul IV. Sınıf'ta başladığım damgalı pul koleksiyonculuğum burada damgasız pul aboneliğine dönüşüverdi. Saklambaç Gazetesi de o günlerde yayın hayatına yeni atılıvermişti. Gazeteleri alır sınıfa getirirdim ve arkadaşlarla renkli resimli sahifelerinde gezinirdik. Bazen de pul kataloğumu dikkat çekmek için getirdiğim olurdu. Ve sonunda ilgisini çekmeyi başardım F.K.'nin. Benden bu konuda yardımcı olmamı istemişti. Pulların gizemli dünyasında dolaşırken memleketimi de anlatmayı ihmal etmiyordum.

            Onun gözünde ilginç bir kişiliğim olmuştu. Okuldaki birlikteliğimiz için bir sorun yoktu. Ama sokakta beraber olmak hemen hemen imkânsızdı. Çünkü halk törelerine biraz sıkıca bağlıydı ve mahalleli gençler bana rahat vermiyorlardı gezerken. Hattâ çarşıya gitmek için çok zaman güzergâhı değiştirdiğim olurdu.

            Bir gün F.K. ile birlikte akrabalarının evine gittik beraberce. Harman zamanı idi ve atlarla döğen sürüyorlardı. O güne kadar ata binmediğim gibi döğen de sürmemiştim. Birlikte döğene bindik ve atların yularını tutuverdik sıkıca. İşte ellerimizin günahsız ve mâsum dokunuşları bu anda birden gerçek oluvermiş, yumuşacık ellerin temasında sevginin ve aşkın yüreğime doğru serin bir yol alışını hisseder gibi olmuştum. Heyecandan atları unutmuştuk ve baktım ki döğen, harmanın dışına çıkmış ve atlar taş ve toprak yolda kendi bildiğince ilerliyorlar. Tabi döğenin altındaki keskin taşlar da kırılmıştı bu arada. Küçük bir azardan sonra yeniden işbaşına döndük.

            Öğleden sonra yaba ile samanları depoya savurmanın coşkusunu yaşamıştık beraberce. Her tarafım saman olmuş; kaşıntısına dayanamadığımdan yıkanmak için soluğu evde almıştım. Bu duyguları ilk kez yaşıyordum. Karadeniz kültüründe alışık olmadığım harman anılarını nasıl unutabilirim?

            Zaman içerisinde üç kez daha oturduğumuz evi değiştirmemiz gerekti. Şehir merkezine, hapishaneye ve F.K.'ye daha da yakınlaşmıştık. Bir ilkbahar günü hafta sonu, ev sahibimizin eşi ve kızı madımak toplamaya gideceklerini söylemişlerdi. Arkadaşımı da yanımıza almış ve ilk kez göreceğim madımağı toplamak için tarla kenarlarından giderek, Anadolu'nun yeşillikleri arasında kaybolmuştuk. Yol kenarlarında yabanî olarak yetişen bu otu toplamak ve ayıklamak hayli zahmetliydi. Ben ve F.K. küçücük ellerimizle hem topluyor hem de toplamışlığın gizeminde kayboluyorduk. Aslında topladığımız bir sevgi bulutunun sıcak enerjisiydi.

            Sesler ve kelimeler anlamını kaybetmişti. Akşama kadar konuşmadan iletişimin nasıl yapılabileceğinin sanki provasını yapıyorduk. Avustralya yerlileri aborijinlerin yüzyıllar öncesinde bunu sevgi yolundan geçerek başardıklarını çok sonraları öğrendim. İnancım odur ki melekût âleminde de insanlar kelimeler olmaksızın kâinat lisanıyla konuşacaklar ve berrak kalplerinin arılığı içerisinde düşünceleri okuyabilecekler. Çağımızda  insanoğlu böylesi bir sevgiyi yakalayabilir mi acaba?

ANILAR, ANILAR, ANILAR ...

            Ortaokul I. Sınıf'ın ortalarındaydık; ilk karneleri aldık. Fransızca'dan 43 ve Tarım Dersi'nden 30 almıştım. Hayatımın ilk kırık notları. Bu eğitimcileri ince bir nüansla tebrik ediyorum. Şu anda TMO'da kader çizgisi bütünleşen ve doğaya aşık bir insan Tarım Dersi'nden zayıf alıyor; aynı şekilde Fransızca'ya da gelecekte çok yakın bir aşinalık duyacak bu insanın ilk yabancı dille kucaklaşması hayli acı anılarla yüklü oluyordu. Neyse ki ikinci dönem her iki dersin notunu 80'e çıkarabilmiştim. Eğitimci olabilmek için insan psikolojisini çok iyi bilmenin ve pedagojik eğitimi almanın gerekliliğine kalpten inanan biri oluvermiştim zamanla.

            Fransızca Dersi'ni o gün hava güzel olduğu için dışarıda okul bahçesinde yapmıştık. Fransızca bir şiiri okumak gerekiyordu.. tabi makamıyla. Hocamız benim okumamı istemişti. Çok utanıyordum; F.K.'nın bana dikkatle baktığını gördüm, kızarmıştım..!

            Au claire de la lune, Mon ami Pierre, Prêtez moi ta plume, Pour écrire un mot ... diyerek, tutturduğum bir makamla okumaya başlamıştım ki tüm sınıfın kahkahalar atmaya başladığını ve hocamızla beraber yerlere yatarak güldüğümüzü, ama niçin güldüğümüzü anlamadığımı ve bu anıyı unutamadığımı gülerek anlatmak istiyorum sizlere. Bir şeyler olmuştu; ama ne olduğu önemli değildi.. ! Önemli olan sevginin tezahürü gülümsemeyi yakalayabilmiş olmaktı. Ne mutlu bizleri gülücüklere boğan o zaman diliminde yaşayanlara ve yaşatan anılara ...

            Şeker pancarları olgunlaşmış ve suya doymuştu yaprakları. Serdar Gökbakan, ben ve F.K. Yeni Çubuk Nahiyesi istikametinde tarlalar arasında ilerliyorduk. Tandırda küller arasında pişirmek üzere birer tane şeker pancarı çıkarmıştık birlikte. Bunlar benim için hep ilkleri oluşturuyordu.

            Karayolundan bir buçuk kilometre kadar açılmıştık ki 100 m önümüzde kaz büyüklüğünde iki iri ve rengarenk kuşun birbirleriyle neş'e ve muhabbetle sevgi dansı yaptıklarını gördük ve yere yattık sessizce. F.K. elimi tutuyordu, sanki kuşların dansı, enerjisini bu birlikteliğe akıtıyordu. Daha sonra adlarının Toy (Angut) olduğunu öğrendiğim bu kuşların dünyasında nerelere doğru uçtuğumuzu hatırlayamıyorum. Öyle ki okul bitivermiş, Ünye'ye geri dönmüş ve Gemerek bilemediğim nihansı duygular içerisinde Seyran Tepe'nin zirvelerinde kaybolmuştu.

           Ortaokul ikinci sınıfı 1968 - 1969 öğretim yılında 666 okul numaralı öğrenci olarak, Kilise arsasına inşa edilen eski ilk özel lise binasında okudum ve sınıfımı ikincilikle bitirdim. Orta öğretimde ilk kez Teşekkür Beratı aldım ve hediye olarak Refik Halid KARAY'ın "Bu Bizim Hayatımız" kitabını vermişlerdi. Okulun inşaat halini, küçük yaşlarda oynadığım Ünye'nin bahçe ve sokaklarını ve doğduğum evin flu manzarasını aşağıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. 

 

 

Ortaokul ve Lise Karne Notlarım

Dersi

Ortaokul Ünye Lisesi

I A Gemerek

II E Ünye

III A Zile

IV A

V Fen A

VI Fen A

I. Dönem
II. Dönem
I. Dönem
II. Dönem
I. Dönem
II. Dönem
I. Dönem
II. Dönem
I. Dönem
II. Dönem
I. Dönem
II. Dönem

Astronomi

- - - - - - - - - - - 10

Beden Eğitimi

 100

8

7

8

7

10

10

10

10

-

-

9

Biyoloji

- - - - - - 8 9 9 9  - -

Cebir

- - - - - - 5 9 10 10 - 6

Coğrafya

 -

-

-

-

-

-

10

8

6

8

7

7

Davranış Notu

 100

10

-

-

10

10

-

-

-

-

-

-

Din Bilgisi

 -

-

9

8

-

-

-

-

 -

-

-

-

Edebiyat

 -

-

-

-

-

-

8

8

5

8

6

5

Felsefe

- - - - - - - - - - 7 8

Fen Bilgisi

 85

8

6

5

8

8

-

-

-

 -

-

-

Fizik

- - - - - - 8 9 8 10 8 10

Fransızca

43

8

6

8

7

8

8

8

-

9

7

8

Geometri

- - - - - - 6 9 10 10 - 5

Jeoloji

- - - - - - - - - - 8 9

Kimya

- - - - - - 9 10 10 10 8 10

Kompozisyon

 -

-

-

-

-

-

6

7

6

6

7

7

Matematik

 72

6

5

5

6

7

-

-

-

 -

-

-

Millî Güvenlik

- - - - - - 9 10 9 9 8 8

Müzik

 85

9

9

9

9

10

-

10

-

-

-

9

Psikoloji

- - - - - - - - 9 8  - -

Resim - İş

90

7

8

8

7

9

-

-

-

 -

-

-

Sosyal Bilgiler

 69

8

8

8

9

9

-

-

-

 -

-

-

Tarım

 30

8

7

8

8

9

-

-

-

- -

-

-

Tarih

 -

-

-

-

-

-

7

8

10

9

9

6

Türkçe

 51

7

5

6

6

8

-

-

-

 -

-

-

            Ortaokul 3 üncü sınıfını yine ablamın yanında Tokat'ın şirin bir kazası olan Zile'de   tamamladım. Osmanlı tarihi bu ilçede yaşamını sürdürmekteydi sanki. Tarih sevgisini bu yıllarda aldığımı söyleyebilirim. Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU'nun Zile'de doğduğu Sepetçioğlu Sokağı ile bütünleşen Eski ve Yeni Türkiye Dizileri'ni de bu heyecanla bir çırpı da okuyuvermiştim üniversite yıllarımda.

            Önce lise binasında bir ay eğitim gördük, sonra hemen arkasındaki Zile II. Ortaokulu'na taşınıverdik. Okulun ilk mezunlarından olup, ikincilikle mezun olmamın ve İftihar Listesi'ne yazılmamın da bende ayrı bir önemi olduğunu burada ifade edebilirim. Okulun basketbol ve trampet takımında görevliydim. Basketbolde Alaca Nedim Tuğaltay Ortaokulu ile yapmış olduğumuz voleybol ve basketbol maçlarını kaybetmiş olmanın verdiği burukluğu atamadan Alacahöyüğü de gezivermiştik sınıfça.

            Sanat Okulu'nun tiyatro salonunda üç gece Molière'in Cimri Piyesi'nde başrol Harpagon rolünü oynamıştım. Heyecandan biraz hızlı konuşmuşum. İlk ve son tiyatro denememdi. Güzel anılardı doğrusu. Fransızca hocam Ünye'liydi ve bir kitap yazmıştı. İlk cümlesi "Beni Babam Doğurdu" diye başlıyordu. Farklı olabilmek sıradan olmaktan bence daha çekiciydi. Bilmem sizler nasıl düşünüyorsunuz?

Zile/1970 Sanat Okulu Tiyatro Sahnesinde Molière'in Cimri Piyesi
   

            Sınıf arkadaşım Ahmet'le kuş avlamaya çıkmıştık. Zile'nin meşhur bağlarına doğru uzandık. Ağaçta bir karga sürüsü vardı ve ateş etmemin ardından üç karganın yere düştüğünü gördüm (şimdi çok üzülüyorum). Bahçe sahibi önünde köpeğiyle koşarak üzerimize geliyordu. Arkadaşım hemen tüyüvermişti. Ben elimde tüfekle beklemeyi tercih ettim. Meğer adam kargaları köpeğine yedirmek için bizim üzerimize gelmiş; aklı sıra bizi korkutup kaçırmayı ummuş. Hey gidi günler...

            Ev sahibimiz Âşıkoğlu Necati AKYUNAK Bey'in bir Rus Plânet marka motosikleti vardı.  Oğlu Ahmet'le beraber çevre yollarda gezerdik. Kiraz toplamak için bağlara gittiğimiz de olurdu. Bazen de yine ev sahiplerimize ait iki bisiklete biner, Ahmet'le kız tavlamaya çıkardık Zile sokaklarında. Yıllar sonra biri kayınpederim, diğeri kayınbiraderim olacaklardı. Hayat ne sürprizlerle dolu değil mi?

Âşıkoğlu Necati Rus Plânet Motorunda Ailesiyle Birlikte Evinin Bahçesinde


Altınevler Mahallesi, Artova Caddesi, No. 6/A - Yıl : 1970

            Hafta sonları evin bahçesini sular, yabanî otları temizlerdim ve ev sahibinin eşi Türkân Hanım benim bu işime çok değer verirdi. Bir gün yine bahçe sulamak için beni yüksek sesle çağırıyordu. Benim de o an işim vardı ve cevap vermeye üşenmiştim alt kattaki evin içerisinden. O zaman hiç unutmam şöyle bir cümle sarf edivermişti kendi kendine. "Allah seninle evlenecek olan kıza sabır versin. İnsan bir cevap vermez mi? Bağırıp duruyorum şurda." Aradan sekiz sene geçtikten sonra kızıyla evleneceğimi nereden bilebilirdi ki? Kader işte...

Kayınvalidem ve O Günlerin Anısına

            Deniz subayı olmayı çok istiyordum ve Zile Askerlik Şubesi kanalıyla ilk müracaatımı yapıverdim. Heybeli Ada'da imtihana girmiş ve sınavın ortasında şiddetli bir karın ağrısı ve sancıyla irkilivermiştim. Asker mantığı, tuvalete gitmeme izin vermemişlerdi. Ben de sınavı terk etmek zorunda kalmış ve tabi subay olma hayallerim de suya düşmüştü. O gün bu gündür bir subay gördüğümde kıskançlıkla karışık bir nefret duygusu içimi kaplar. Bu duygu askerliğimi yaptığım 1980 yılına kadar böyle devam etti. Ve askerden teskereyi aldığım gün «iyi ki subay olmamışım» diye içimden geçirmiş ve kadere boyun eğilmesi gerektiğine dair öğrenmem gereken ilk hikmetin kıvılcımlarını böylece yakalamıştım.

            Lise'yi Ünye Lisesi'nde başlayıp, üçüncülükle bitirdim. Sosyal yönden çok faal bir öğrenciydim. Sınıf mümessilliği yapmak, Okul Gazetesi çıkarmak, bando takımında trampet çalmak ve folklor takımında Elâzığ, Antep ve Artvin halk oyunlarını oynamak gibi hayli yoğun bir çalışma tempom vardı.

Ahmet Kabayel, Hasan Bıçakçı, Aydın Yılmaz, M. Ufuk Mistepe, Oğuz Güven
    
M. Ufuk MİSTEPE Ünye Lisesi Trampet Takımı ve Gaziantep Folklor Ekibi'nde.

            Müziğe karşı ilgim ortaokul üçüncü sınıfta Zile'de kıvılcımlanmaya başladı. Ablamın Elâzığ Öğretmen Okulu'ndan kalma mandolini ile pratik yapmaya başladım (1970) ve zaman içerisinde kendi gayretimle gitar (1978) ve org (1986) çalmayı da öğrendim. Kısa bir dönem Bolu'da oğlumla birlikte ud kursuna (1996) devam etmiştim. Daha sonra kızım ve oğlum Bolu'da beş parmak gitar eğitimi almayı uda tercih ettiler.

            Maddî imkânlarımız yeterli olmadığından ne bir teyp ne de bir pikap ya da müzik seti almak nasip olmamıştı. Bu yüzden müzik dinlemek için Nebiha teyzemlere gider, Hacı Ağabey'in pikabında son çıkan Türk Hafif Müziği plâklarını defalarca dinlerdim. Barış Manço tutkunluğum da 1971 yılından itibaren bende kalıcı olarak yer etmeye başlamıştı. Dünya'ya bir kez daha gelmek nasip olsaydı ve ne olmak istersin deselerdi tereddütsüz "Barış Manço'nun orkestrasında bir müzisyen olmak isterdim" derdim.

"Kurtalan Ekspres"


Bu linklerden bazıları geçici olarak devre dışı bırakılmıştır; yeniden düzenleme yapılmaktadır.

 

YAZDIR

Web Siteler Ana Sayfasına   

  Dönmek İçin TIKLAYINIZ !