ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 16 Eylül 2006 tarihinde güncellenmiştir.)

 

ENFLÂSYON
ÜCRETLILER VE DÜNYA’MIZ1

Birinci Dünya Savaşı ile birlikte enflâsyon terimi yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandı. Bu dönemde enflâsyon terimi bütçe açığını kapatmak amacıyla Merkez Bankası tarafından fazla miktarda para emisyonu yapılması şeklinde klâsik anlamda kullanılıyordu. Bütçesel olarak nitelendirilen bu enflâsyon yaygın bir hal alan fiyat yükselişinden sorumlu tutuluyordu. Bu durumda enflâsyonun çaresi basitti. Aşırı para emisyonlarını durdurmak ve bunun nedenini, yani bütçe açığını kamu harcamalarını kısarak ortadan kaldırmak. Aksi halde para arzındaki şişkinlik mal, hizmet arzı imkânlarını çok aşan bir alım gücünün doğmasına yol açardı.

Keynes, bu niceliksel enflâsyon anlayışına karşı çıktı. Keynes’e göre para arzındaki artış genel fiyat seviyesinde aynı oranda bir yükselişe yol açmayıp, sonuçta bir istihdam ve gelir artışına neden olabilirdi. Dolaşımdaki para kitlesinin artışı yüzünden toplam mal ve hizmet talebinin mevcut kaynaklara oranla aşırılığı, bir üretim artışıyla birlikte gitmediği zamanlar enflâsyonu doğuruyordu.

Günümüzde hükûmetler daha fazla harcama yapıp, daha az vergi almaktan yana sürekli bir baskı altındadırlar. Bu da onları, bütçe açıklarını finanse edebilmek için emisyon bankasına başvurmak zorunda bırakmaktadır. Para arzının bu şekilde artırılması gerek mal ve hizmetlere gerekse menkul değerlere olan talebi etkiler. Girişimciler de karşılıklı olmak üzere fiyat artışına başvururlar. Böylece özellikle ücretlilerin ve tüketicilerin karşı tedbirlerine dayanan bir zincirleme tepki ortaya çıkar. Örneğin, ücretliler gelirlerini fiyat artışlarına göre ayarlamak kaygısına kapılırlar. Bu, enflâsyonu hızlandırıcı bir etki yapabileceği gibi bazı işletmeleri daha üretken başka işletmelerin rekabetine dayanamaz hale getirebilir. Maliyet yükselişlerini finanse edebilecek güçte olmayan bazı işletmelerin işçi çıkarmalarına da yol açar. Demek oluyor ki, enflâsyonun hızlanması, işsizliğin artmasına engel değildir.

Maliyet enflâsyonu kuramına göre ücretliler ve kâr geliri sahipleri, tam istihdam düzeyinde ürettiklerinin toplam değerinden daha fazla gelir elde etmeye çalışırlar. Bu nedenle bu grupların ikisi birden aynı anda durumlarından hoşnut olamaz. Ücretliler hoşnut değilse, ücret artışı talep ederler. Toplu pazarlık sürecinde işverenler bu talepleri kısmen de olsa kabul ederler ve başlangıçta kârın düşmesine göz yumarlar. Ama daha sonra, yükselen maliyetleri karşılamak için fiyatları artırır ve kârlarını yeniden eski düzeyine çıkarırlar. Fiyatlardaki artış ücretlilerin reel gelirlerini düşürdüğü için yeniden bir ücret artışı talebi gündeme gelir.

Maliyet enflâsyonu ise maliyet fiyatlarını etkileyen pahalılık etmenlerinin – ücretlerin tek yönlü yükseliş eğilimi ya da tekelcilik söz konusu olduğu durumlardaki aşırı kârların sonucudur.

En çok rastlanan enflâsyon tipi, talep şişkinliğidir. Harcamalar ve ihracat toplamının üretim ve ithalât tutarını aşması, talep enflâsyonunun belirtisidir.

Friedmen görüşünün temsilcilerine göre enflâsyon oranı ile işsizlik oranının en aza indirilmesi hedefine varabilmek, rekabet gücü az olan işletmelerin tasfiyesi ve böylece devletin bu işletmelere yardım etmek amacıyla para basmak zorunluluğundan kurtarılmasıdır.

Döviz darboğazının neden olduğu dışalım güçlükleri, üretim kapasitesinin düşük kullanımına ve üretim artışlarının yavaşlamasına yol açmıştır. Üretim ve dış alımla beslenen mal arzının toplum talebini karşılayamaması sonucu fiyatlar genel düzeyi yükselmeye başlamıştır.

Enflâsyonu artıran dışsal ve içsel etkenlerden bazılarını döviz darboğazının yaratmış olduğu dışalım tıkanıklıkları sonucu düşük kapasite kullanımı; dışalımı yapılan petrol ve diğer üretim girdilerinin fiyatlarının artması; bütçe açıklarının açıktan finansmanla kapatılması, KİT’lerin açıklarının Merkez Bankası kaynaklarıyla karşılanması ve tarımsal ürün taban fiyatlarının yüksek tutulması şeklinde özetleyebiliriz.

Türkiye’de yaşanan döviz bunalımının temel nedeni, Türkiye’nin döviz gelir ve giderlerini dengeleyememesidir. 1986 yılı dış ticaret açığı 3,648 Milyon dolardır. Sorun dış ödemelerinde denge sağlayamayan, dış borçları 40 Milyar dolara, yıllık dış borç faiz ve anapara ödemeleri ulusal gelirinin % 10’una yaklaşmış Türkiye’nin bu yükün altından nasıl kalkacağıdır.

Petrol fiyatlarının artışı sanayileşmiş ülkelerin ürettikleri sanayi mallarının fiyatlarını yükseltmelerine yol açmıştır. Sanayileşme stratejisinde tüketim mallarının yurt içinde üretilmesinden giderek ara malları üretimine geçilmesi, dışa bağımlılığı azaltmak yerine daha fazla dışalım gereğini ortaya çıkarmıştır.

Enflâsyon olmadan da fiyatların artmasına neden olan kıtlık, kuraklık, isyan, yaygın grev, harp, teknolojik gerileme, doğal kaynakların tükenmesi, ihraç mallarının fiyatlarının düşmesi, petrol vb. kritik ithal mallarının fiyatlarının artması gibi etmenler vardır. Yukarıdaki sebeplere ilâve olarak fiyatların artışını zorlayan en önemli âmil, devletin ekonomi içindeki payını artırmaya çalışması ve kendisini beslemek için, halkın elindeki gıdayı zorla almasıdır.

Dışa açık kalkınma stratejisine geçilmesi, dış ödemeler dengesinin sağlanmaya çalışılması, kalkınma hızının yükseltilmesine karşılık;

Kamu harcamalarının enflâsyona paralel olarak artması, doğal olarak vergi gelirlerinin reel olarak gerilemesine, kamu açıklarına neden olmuş ve açığın para arzının artırılması yoluyla karşılanmaya çalışılması talep enflâsyonuna yol açmıştır.

Dışa dönük sanayileşmede dışsatımı özendirmek için vergi önlemlerinin alınması vergi gelirlerini azaltırken, kamu transfer harcamalarını artırmıştır.

KİT zararlarını önlemek için üretilen mal fiyatlarına yapılan zamlar KİT ürünlerinin maliyet enflâsyonuna neden olmasına yol açmıştır.

Türk Lirası değerinin günlük olarak belirlenmesi, dışalımı yapılan girdilerin fiyatlarının artmasına yol açarak, maliyet enflâsyonunu bir diğer nedeni olmuştur.

Girdi darboğazları nedeniyle kullanılamayan üretim kapasitesinin bulunması talebin yeterli bir düzeyde dengeye gelmesini önlemiş; rekabet eksikliği ve etkin olmayışı talep enflâsyonunu yaratmıştır.

Uzun yıllar enflâsyonist bir hayatın sonucu olarak, enflâsyon beklentilerinin yerleşmiş olması da enflâsyonun sürmesinde etkili olmuştur.

Besin sanayii üretimi, III. Plân Dönemi’nde yılda ortalama % 4.7; IV. Plân Dönemi’nde % 4.2 oranında artış göstermiş, buna karşılık besin sanayii ürünleri talebi de III. ve IV. Plân Dönemleri’nde yılda ortalama % 4.9 ve 4.8 oranında artmış, en büyük artışlar et ürünleri, su ürünleri ve yem sanayilerinde görülmüştür.

Nimetlerin önemli bir bölümünü aramızdan çok az kişinin paylaştığı bir ekonomik modelde, ağırlaşan faturayı, aramızdan çok büyük bir kesim ödemektedir.

Dünya’da serbest piyasanın her sorunu çözeceğini iddia edenlerin «devlet müdahalesi sopasını ellerine alarak meydana çıkmaları ...» en koyu devlet müdahaleciliğidir. Fakir fukara açısından hiç tavizsiz ve hiç acımasız yürütülen ekonomi politikanın neticesine bakalım. Ücretlilerin millî gelirden aldığı pay düştü. Bu arada ücretliler zamdan, vergiden, aşırı enflâsyondan bunaldıkça bunaldı.

Enflâsyona çare arayışı ile enflâsyon kamçılandı, tedbirlerden de sadece «ücret artışlarının sınırlandırılması gereği» işletildi. Sonuçta çalışan kesimlerin millî gelirden aldığı pay azala azala % 18.10’un bile altına indi. Halbuki bu rakam on yıl önce % 33 dolayında idi.

Enflâsyonun da temelinde bütçe açığı vardır. Sadece Türk Lirası mevduat karşılıkları artırılmak ve lirayı bulunmaz hale getirmek yeterli değildir.

Enflâsyonun ekonominin bir numaralı sorunuolduğu kabul edilmeli, siyasal faturası da göze alınarak enflâsyonla çok ciddî ve kapsamlı bir mücadeleye girilmelidir. Ekonomi ile uğraşan herkese sormak istiyoruz : Sistem hepten mi günahsız? Madem bir aksama var, sistemin aksayıp aksamadığı düşünülemez mi?

Türkiye’nin sorunu, gözlerden ne kadar kaçırılmaya çalışılırsa çalışılsın, sistemden kaynaklanıyor. Ekonomik sistemlerde önemli olan, kalkınmanın kimin çıkarlarına hizmet edilerek gerçekleştirileceğidir. Her sistemde alınan tedbirler birilerinin işine yarar, bazılarının da aleyhine olur. Sistemin sağlıklı oluşu, tercihlerin geniş halk kitlelerinden yana yapılmasıyla yakından ilgilidir. Bugünkü sistem ise, ancak bir avuç işbilirin bitlerinin kanlanmasına yaramaktadır.

Marksist iktisat kuramına göre kapitalistler, malların fiyatlarını artırarak ücretlilerle aralarındaki bölüşümü yeniden eski konumuna getirirler. Enflâsyon aynı zamanda kâr oranındaki düşme eğilimini önlemenin bir aracıdır.

İnsansız ekonomi yoktur.

Uygulanan ekonomik politikaların eksik yanı, alınan kararlardan etkilenen ücretlilerin tepkilerinin hesaba katılmaması ve gücünün küçümsenmesidir. Enflâsyonun gerçek nedeni olan kaynak savurganlığı ve verim düşüklüğünün telâfisi yönünde hiçbir uyanış yoktur. Yüz milyarlık projelerden bahsedildiği Dünya’mızda el parasıyla düğün yapılamayacağının da unutulmaması gerektiğini vurgulayalım.

Enflâsyonun topluma, bozgunla sonuçlanmış bir savaştan daha pahalıya malolduğu söylenebilir. Ekonomik paylaşım tablosunda ise gelirlerin büyük kısmının sayılı ellerde toplandığı görülür. Böylece süratle servet yapan bir tabaka belirir.

Gelirlerin dağılışı haksız bir değişikliğe uğrar. Halktan bir kısmının geliri enflâsyon hızından yavaş artar. Zengini daha varlıklı ve fakiri daha yoksul yapan bir durum hâsıl olur. Satınalma gücündeki haksız değişiklikler sosyal huzursuzluklara yol açar. Spekülâsyon kazançlarının alın teri kazancından çok daha verimli gözükmesi aydınların psikolojisi üzerinde olumsuz etkiler uyandırır.

Enflâsyon, servet ve gelir dağılımını değiştirici bir olaydır. Enflâsyonda, haklı bir neden olmaksızın refah ve varlık, bir sosyal tabakadan diğerine geçmektedir. Enflâsyonun refahtan insanların aldıkları payı değiştirmesi, sosyal bünyede tepkilere yol açmaktadır. Uzun süreli kronik enflâsyonlar, memur sınıfının aleyhindedir. Enflâsyon devrelerinde, millî karakter temellerinden sarsılmaktadır. Manevî ve ahlâkî değerler küçümsenmekte, kumar iptilâsı yayılmakta, faiz mübah görülmekte, piyango ve şans oyunlarına itibar gitgide artmaktadır.

Keyif verici maddelerin tüketimi artmakta, gıda koşulları bozulmakta ve genel sağlık durumu sarsılmakta, yolsuzluklar çoğalmaktadır. Memurların rüşvet aldıklarına dair söylentiler fazlalaşmaktadır. Polis vakaları, trafik kazaları ve boşanmalar yoğunlaşmaktadır. Yeni kuşağın kültür seviyesi düşmekte ve gençler dejenere akımlara kolaylıkla sürüklenmektedirler. Dejenere çocukların oranı, enflâsyondan iktisaden yararlanmış ailelerde daha yüksek olmaktadır.

İngiliz iktisatçısı Thomas Robert Malthus insan nüfusu üzerindeki bir incelemesinde hayatın bir mücadeleden ibaret olduğu fikrinden hareket ediyor, insan nüfusunun gıda kaynaklarından daha süratli bir şekilde artmakta olduğuna dikkati çekiyor. Ancak bu artışın savaş, kıtlık, hastalık gibi sebeplerle belli bir seviyede tutulduğunu ve nüfus – gıda dengesinin güçlünün lehine sağlandığını ileri sürüyordu. Malthus’un bu düşüncelerini kendi müşahadelerine tatbik eden Darwin doğal seleksiyon fikrine vardı. Buna göre canlılar dünyasında devamlı bir hayat kavgası cereyan ediyor ve bu kavga içinde hükmünü icra eden tabiii seleksiyon kuvvetlileri yerinde bırakıp, zayıfları ortadan kaldırıyordu.

Kıssadan Hisse : Hayvanlar ve bitkiler âleminde güçlü olanın neslini devam ettirebileceği gerçeğinden hareketle, insanları da hayvan mertebesinde telâkki eden her türlü düşünce ve izm’de de maaşlı ve ücretlilerin enflâsyon gücünün boyunduruğundan kurtulamayacağı, bilâkis uluslararası sermaye sınıfına hizmet edeceği unutulmamalıdır.

Enflâsyon, kuvvet ve gücün sembolü olan sermaye sınıfının yüzyılımızdaki en bilinçli silâhıdır. Bu silâhın etkilerini bertaraf edebilmek insanı kollektif olarak değerlendirmekle, birey olarak güçsüzlüğünü ortadan kaldırmakla, hayat felsefesini yaşam mücadelesinden ziyade bir yardımlaşma mücadelesi olarak yorumlayan bir sistemi geliştirmekle gerçekleşebilir.

Komünist, kapitalist, karma ekonomik sistemler ve bunları uygulayan dikta rejimlerin ortak vasfı sermaye sınıfının ezici baskısının enflâsyon ile kendisini hissettirmesidir.

Düşünürlerimiz insanı meta olarak gören ekonomik modellerin dışına çıkabilmek ve insanlığın refahı için enflâsyon canavarını toplumun üzerine salan sermaye sınıfına gem vuracak yeni modeller geliştirmek ya da mevcutları yeniden gözden geçirmek zorundadırlar. Yoksa enflâsyon silâhını elinde tutan güçler kutsal emeğin yarattığı faydayı maaş ve ücretlilerin aleyhine sömürmeye devam edecektir.

Son Söz : İnsansız ekonomi yoktur. Sermayeyi sömürü aracı olarak değil, insanlığın yararına kullanalım.

 

M. Ufuk MİSTEPE

ORÜS A.Ş. Vezirköprü Müessese Müdürlüğü, Plânlama Müdürü
Vezirköprü/VATANDAŞ Gazetesi’nin 25.08.1991 (Sayı : 1973), 01.01.1991 (Sayı : 1974),
08.09.1991 (Sayı : 1975) ve 15.09.1991 tarihli (Sayı : 1976, Yıl : 32) sayılarında yayımlanmıştır.

 

Makaleler Ana Sayfasına   

  Dönmek İçin TIKLAYINIZ !

YAZDIR