ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 03 Mart 2005 tarihinde güncellenmiştir.)

.

 

ANADOLU'DA
TANÎN
Gül - Cemâl Vapuru

Makale : Ahmet ŞERİF
Hazırlayan : Mehmed Çetin BÖREKÇİ
Yayına Veren : M. Ufuk MİSTEPE

(Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu TTK
Yayınları, I. Cilt, II. Dizi - Sayı : 34, TTK Basımevi - Ankara 1999, 550 sh.)

ANADOLU'DA TANÎN

Terme'den - Ünye'ye

            Terme'nin ağır havasına, daha fazla karşı koymak imkânı yoktu. Zâten, Ünye'ye kadar yolumuz da uzunca olduğundan, iki Sâatlik bir misafirlikle yetinerek, öğlenden sonra, arabalarımıza bindik. Terme'yi terk ederken, onun şimdiki sefaletine, maddî ve manevî, bütün mahrûmiyetlerinin tek sorumlusu ben imişim zannediyor, omuzlarımda, bu sorumluluğun fazlalaşan ağırlığını duyuyordum. Terme, her gün, ölüleri artan bu kabristân, hâtıralarda ve duygularda, bir insanlık faciası hâlinde, bende, dâimâ yaşıyacaktır.


Terme Çayı (Thermodon R.)

            Terme'den - Ünye'ye : Uğurlama. Yol yok. Kumluk arâzî. Karadeniz. Manzaraların güzelliği. Karadeniz'in kenârında, kumlar üstünde dinlenme. Ünye'den karşılama hey'eti. Karadeniz'in içinde, araba ile seyâhat. Ünye'de parlak bir karşılama. Ünye'nin sokakları. Güzel bir evde, bir gecelik misafirlik. Ünye'de unutulmaz bir gece.

                                                                                   ERZURUM, 01 Ağustos 191139

            39 Bu mektub, 1070 numaralı, 28 Şa'bân 1329 Hicrî, 11 Ağustos 1327 Rûmî, 24 Ağustos 1911 Milâdî tarihli, Tanîn Gazetesi'nde. Samsun'dan - Trabzon'a başlığı altında yayımlanmıştı. Ben, başlığı, Terme'den - Ünye'ye şeklinde değiştirmeyi uygun buldum.

            16 Temmuz Pazar günü, Terme'den Ünye'ye doğru hareket eden seyâhat kafilesi, yine zengin ve kalabalıktı. Çarşamba'dan uğurlayanlardan ba'zıları, bizi, Ünye'ye kadar arkadaşlık etmek şerefi ile şereflendirdikleri gibi, Terme'den birçok kimse de buna katılmıştı. Bunun için, arabaların sayısı sekizi - onu geçiyor ve bunlara, süvariler arkadaşlık ediyordu.

Yalıkahvesi

            Terme'den çıkınca, artık şoseden filân eser kalmadı ve hayvanları pek çok yoran, kumluk arâzî başladı ki, bunun her tarafı yol demekti. Birçok yerlerde, her araba, hemen başka başka yollarda yürüyordu. Terme'den sonra manzaralar değişti. Tabiat, başka güzelliklere, süslere, bürünmüştü. Samsun'dan Terme'ye kadar, bütün yol boyunu dolduran tarlaların, çayırlıkların yerini, kumluktaki dikenlikler ve ağaçlıklar aldı. Fakat, etraf, devamlı eşsiz güzelliklerle, insânın yüzüne gülüyordu.

Komitoğlu Mustafa ORAN

1920 Model Ünye'nin İlk Arabalarından

            Sağ taraftaki dağlar, artık, yavaş yavaş, yolumuza yaklaşıyordu. Yol düzdü. Birçok dereler, bataklıklar, göller geçiyorduk. Derelerin üzerindeki köprüler, pek harâb olduğundan, çoğunlukla, bunları, yürüyerek geçmeye mecbur kalıyorduk. Ba'zân, pek sıklaşan ağaçlar ve dikenlikler arasında, yol dolaşıyor, ağaçların dallarıyla, arabalar arasında, çarpışmalar oluyor ve onlar, bu şekilde, arabaları, elbiselerimizi, tırmalayarak, bizden intikam almak istiyorlardı. Kızgın bir Temmuz güneşi altında, kumlardan fışkıran şiddetli sıcak üstünde, yürüyorduk.

            Terme'den hareketten bir Sâat kadar sonra, sol tarafımızda, Karadeniz'in yeşil suları görüldü, sâhilin kumlarına birer sevgi öpücüğü kondurduktan sonra, tam bir edeb ve nezâketle, beyaz eteklerini toplayarak çekilen, mini mini dalgaların fışfışası, hoş mûsikisi, işitildi. Sağ tarafımızdaki yeşil dağlar da, bize pek yaklaşmıştı. Bundan sonra, manzaralar daha fazla güzelleşmiş, güzellik kazanmıştı.

Çamlık Koyu ve Kayalıklarında Gün Batımı

Fotoğraf : Aynur Zeren TAN

            Arabalar, beyaz taşlar üzerindeki adetâ kayan, seken, berrak sulu bir derenin içinden geçti. Derenin ortasında, suyun, tekerlekleri bütünüyle örtmesi, pek hoş bir görünüş meydâna getiriyordu. Balıkçılar, ağ ile balık avlıyorlar, derenin serseri ve âvâre balıklarını yakalayarak, torbalarına indiriyorlardı. Dereyi geçtikten sonra, arabalar sol tarafa, denize doğru, yürüdüler.

Ünye İskelesi'ne Hamsi Boşaltmaya Yanaşan Balıkçı Motorları

21.03.1987

            Sağ taraf, yine yeşillenmeye, tarla hâlini almaya, başlamıştı. Sâat yedi buçukta40, Karadeniz'in kenârında bulunduk. Burada, bir tek bina ve kumların üzerine çekilmiş, bir - iki, yelken kayığı, beş - on da gemici vardı. Bugün, bir güzel kadın kadar şuh ve hoş olan Karadeniz'in kenârında, kumların üstünde oturarak, birer kahve içmek, gerçekten pek hoş oldu, Karadeniz, ciğerlere, pek saf, bir hava üflüyordu.

            40 Öğleden sonra, 15.30 dolayları.

            Karşılama için, Ünye'den, buraya kadar gelenler vardı. Bu güzel yerde, ancak, yarım Sâat oturabildikten sonra ve hiçbir vakit unutulamayacak tatlı hâtıralar aldıktan sonra, arabalara bindik ve sâhili ta'kîb ederek yürüdük. Önümüzde, denize doğru girmiş bir burun vardı, işte bu burunu dolaşacaktık.

            Bir Sâatten fazla bir yol daha yürüdükten sonra, bir köyün kenârındaki geniş ve sularıyla, hayvanları karınlarına kadar ıslayan, dereyi geçtik. Derenin öbür tarafındaki bahçede, Ünye'den gelen, karşılama hey'eti bulunuyordu. Orada, pek az durarak, deniz kenârında, kumlar üzerinde, yolumuza devam ettik.

          Burada, yoldan, hiçbir belirti kalmamıştı. Sağ taraf kayalık, sol taraf denizdi. Çok kere, arabalar, denizin içine giriyor, tekerlekler su içinde dönüyordu. Fakat, bu durumda, hayvânlar, arabaları tam bir zorlukla çekiyorlar ve ba'zân yürüyemiyorlardı. Bu, pek hoş, adetâ, hayalî bir seyâhatti. Karadeniz'in yeşil suları içinde, araba ile seyâhat, doğrusu hiçbirimizin hatırından geçmemişti. Tabiatın, buradaki vahşet ve garîblikle karışık hoşlukları, Karadeniz'in güzellikleri, bize yoldan mahrum, daha doğrusu her tarafı yol olan, bu kumluktaki sıkıntıları unutturuyordu. Bakışlar; güzellikten güzelliğe kayıyor, çiçekten çiçeğe konan hercaî kelebeklerin kokladıkları kokular kadar, sarhoş edici duygularla, ruhu kendinden geçiriyordu.

Ünye Bitki Örtüsünden Doğal Esintiler
         
Fotoğraflar : Dick Osseman      http://www.pbase.com/dosseman/unye_turkey

            İki kayanın arasındaki dar boğazı, yürüyerek çıktıktan sonra, güzel bir körfezin sâhilinde, yeşil dağların kucağında gizlenmiş olan, Ünye'nin ilk eserleri seçilmeye başladı. Köprüsüz, bir dereye kadar inip, tekrar yukarı çıktık ve misafirleri karşılamaya gelen büyük - küçük, kadın - erkek, bir kalabalığın, âdetâ, kucağında bulunduk.

Solda : Ortaokul (Meçhulasker İlkmektebi)
Ortada : Sarnıç ve Merdiveni - Sağda : 1873 Yılında Yapılan ve 1954/55'te Yıkılan Rum Kilisesi

Ünye : Ortamektep Talebesi Beden Terbiyesi Dersinde

            İslâm ve Hıristiyan okulları öğrencileri de karşılamaya çıkmışlar, ellerinde rengârenk Osmanlı sancakları olduğu hâlde, vatan ve hürriyyet şarkıları söylüyorlardı. Âdet olduğu üzere, fişenkler atıldı, alkışlar birbirini ta'kîb etti ve bunların arasında, arabalar Ünye'ye girdi.

Yalıkahvesi'nden Kalabuzu'na Hac Konvoyu/1968 - 100. Yıl

Solda Kalebozuğu Evleri - Ortada Karşıda Askerlik Şubesi Binası

            Ünye'nin, dar, inişli - çıkışlı, kaldırımları bozuk sokaklarından araba ile geçmek, kumluk üzerinde seyâhatten daha rahat değildi. Hıristiyan Mahallesi'nden geçiyorduk. Bütün kadınlar pencerelere, kapılara dolmuşlar, bu kadar hasretle karşılanan bu misafirleri, görmek hevesine düşmüşlerdi. Doğruca, Hükûmet Konağı'na gidildi, bir parça dinlenmeden sonra, bir gecelik misafiri olacağımız eve gittik.

            Bizi, misafir olarak, kabul etmek iyilikseverliğinde bulunan Ünye eşrafından Hacı Ahmed Efendi idi. Bu kimsenin, iyi huyuna ve güzel zevkine, evinden daha açık bir örnek olamazdı. Gayet güzel bir şekilde yapılmış olan bu ev, aynî zamanda, Ünye'nin en güzel bir yerinde bulunuyor, bütün Karadeniz'le, Ünye'nin etrafındaki yeşil ve güzel dağları görüyordu.

Servet-i Fûnun Dergisi Kapağında Ünye - 22 Temmuz 1320 (1902)

Yıl : 14, Sayı : 693 - Vue Générale de Ounia sur la Mer Noire (Karadeniz Ünye'sinden Genel Görünüş)

          Ünye'de geçirdiğimiz pek güzel bir gecenin hâtırasını unutmak imkânı yoktur. Karadeniz'den gelen saf rüzgârı teneffüs ederek, karşıdaki dağların arasındaki beşiğinden çıkıyor zannedilen, dolunay şeklindeki, ayın doğuşunu seyretmek, bize hayâtımızın en hoş ve tatil Sâatlerini yaşatmıştı. Ünye'nin kurulu olduğu yer, aslında, pek güzeldi. Fakat, bu Temmuz gecesi, berrak ve lekesiz yüzü, parlak yıldızları, bir bâkire kadar güzel ayıyla, Ünye'ye, başka ve hepsinden daha ayrı, bir güzellik vermişti ve ruhlar bu lekesiz güzelliği damla damla emerek, sarhoş oluyor, sanki, varlıklar, maddî âlemden kopuyordu.

Günbatımında Eski İskelenin Hüznü

http://www.unyeaol.com/

          Şehrin arkasında, özel olarak yapılmış, birer istihkâm şeklinde yükselen tepelerin ise, bu gece, Ünye'ye karşı, başka bir koruyucu tavrı, başka bir âşıkça anlamı vardı. Bu güzel ve asîl dağların, Ünye'ye, bütün Karadeniz'e, bekçilik ve nöbetçilik ettikleri zannolunurdu. Bu gecenin, kalbe ve ruha verdiği teselli ve dinçlikle girdiğimiz yataklardan, sabahleyin kalkarken, maddî ve ma'nevî, hiçbir yorgunluk eseri duymuyorduk.

            Ünye : Geçmişi ve şimdiki durumu. Belediyye, genel görünüş. Hükûmet Konağı. Hapishane, askerlik dâiresi. Mekteb binası. Yüz dört öğrenciye, haftada otuz Sâat derse, bir öğretmen. Çocuklara küçük bir imtihan. Câvid Bey'in nutku ve etkileri. Halk arasında birlik ve iyi geçinme. Samsun'dan Ünye'ye kadar yüz kilometrelik yol. Gül Cemâl Vapuru.

            41 Bu mektub, 1072 numaralı, 2 Ramazân 1329 Hicrî, 13 Ağustos 1327 Rûmî, 26 Ağustos 1911 Milâdî tarihli, Tanîn Gazetesi'nde, "Samsun'dan - Tıabzon'a" başlığı altında yayımlanmıştı. Ben başlığı Ünye olarak değiştirdim.

            17 Temmuz Pazarertesi günü sabahleyin, Ünye'yi dolaşmaya başladık. Ünye'nin mahalleleri arasındaki sokakları, o kadar düzenli değilse de, aşağıda çarşı tarafı iyice idi. Ünye'de, pek güzel binalar, çarşısında düzenli ve büyük dükkânlar, mağazalar görülüyordu. Halkın yüzlerinde, çoğunlukla, zekâ ışığı parlıyordu.

1920'li Yılların Sonunda Ünye Orta Çarşısı

          Ünye'nin, gerçekten iftihar edebileceği, bir geçmişi vardı. Bu geçmişin en parlak bir görünüşü ise, gemicilikti. Bundan, kırk - elli sene öncesine kadar, Ünye halkı, gemilerle, bütün Karadeniz'i dolaşırlar ve ticâretle uğraşırlardı. Fakat, üzüntü ile belirtmek gerekir ki, sonra, uygarlıkta, rüzgârın, ba'zân insanların hükmüne boyun eğmeyen kuvveti yerine koydukları yeni kuvvetlerden faydalanamamak, bütün Karadeniz sâhili halkında, pek kabiliyetli oldukları, gemicilik hayâtını söndürmüş ve buralarda, yavaş yavaş, fakirlik ve sefalet başlamıştı.

            Senede dört - beş yüz lira arasında geliri olan Ünye Belediyyesi'nin de, bütün arkadaşları gibi, şehirde bir çalışma yaptığı yoktur. Bütünüyle sokaklar pistir. Gerçi, bugün, biraz fazlaca ilgi eseri görülüyorsa da, ben bunun sebebini anlamakta gecikmedim. Bu dikkatli çalışmanın, misafirlerin şerefine yapıldığını anlamak için, düşünmeye gerek yoktur.

            Ünye'de ba'zı güzel binalar olduğunu söylemiştim, fakat, üzüntüyle belirtmek gerekir, resmî dâireler bu sıfatın dışındadır. Hükûmet dâiresi, onun şeref ve hay-siyyetiyle uygun olmaması bir tarafa, oturulacak bir durumda değildir. Böyle güzel ve oldukça bayındır bir şehirde, böyle hükûmet konağı, güya, tam bir mahcûbiyyetle, size karşı ağlıyor gibidir.

          Hele, hükûmetin arka tarafındaki hapishaneyi görmek, ziyaretçileri hayretten üzüntüye sevkeder. Bu hapishane, Terme'dekinden daha kötü bahtlıdır. Benim gezdiğim gün, hapishanede bulunanların sayısı az değildi. Bunlar, altında lâğımlar akan bu dar ve karanlık sefalet yerinde, balık istifi olmuşlardı. Zavallılar, her an bir ma'nevî imdâd ve ilâhî bir yardım bekliyorlar gibi, sabırla, kendilerini teslim etmiş, oturuyorlardı. Bu hapishaneler; insân ruhunu, medeniyyet ruhunu ve adaleti kanatan sefâlethâneler, bizim hükûmetimiz ve memleketimiz için büyük birer lekedir. Bunların içine düşüp, birkaç ay kalan Osmanlılar için, artık, sağlık, hayât yoktur. Bu zavallılar, hapishane denilen bu yerlerden, yalnız ma'nen değil, maddeten de, ölmüş, bitmiş, bir durumda çıkarlar ve toprağın altına girinceye kadar, memleketin bünyesini kemiren bir kurt hâlinde yaşarlar. Bu zavallılar, ne kadar merhamete değer!

T.C. Askerlik Şubesi (Solda) ve En Sağ Arkasında İnönü İlkokulu

Günümüze Ulaştıranlar : Nazlı ŞENALP - Eren TOKGÖZ (İnş. Müh.)

            Askerlik dâiresi ile diğer ba'zı resmî binalar da hükûmetten iyi bir durumda değildi. Bunların arasında, Ünye'nin haklı olarak iftihar edebileceği bir yer varsa, o da, Rüşdî-İbtidâî42 Mektebi'dir. Ben, şimdiye kadar, kaza merkezlerinde, bundan güzel ve düzenli bir okul binası göremedim. Bundan dolayı, bizim için, bu okuldan memnun olmamak mümkün değildi. Fakat, biraz inceleme yapıp da, gerçeği görünce, memnûniyyet, derhâl yerini üzüntüye bıraktı. Yüz dört öğrencisi olan ve üç sınıfa bölünmüş bulunan rüşdîyyenin, yalnız bir öğretmeni vardı.

            41 Rüşdî-İbtidâî Mektebi : Rûşdî ilkokul, İbtidâî ortaokul, Rüşdî-İbtidâî Mektebi, ilkokul sınıflarına da sahib olan ortaokuldur.

            Bu öğretmen, ne kadar güçlü, becerikli ve çalışkan bir kimse olsa, yine bir insândan başka bir şey olamazdı. Üç sınıfa, hergün, dörder Sâat ders okutmayı bir adamın başaramıyacağını, bunun hayâl olduğunu, acaba Maârif Nezâreti anlamıyor muydu? Anlıyorsa, ne için, son zamanlarda, diğer öğretmeni kaldırıyordu; Maârif Nezâreti'nin, bunu anlayıp anlamadığını, karanlık bir esrar içinde, keşfetmek ve çıkarmak, benim için mümkün olamadı! Bununla birlikte, zavallı okul, âdetâ, cömert, iyiliksever ve gayretli kimselere keşkül açmış, ba'zı saygıdeğer kimseler, bir kısım dersleri üstlerine almış, karşılıksız ders veriyorlar.

            Bereket versin ki, okul öğretmeni, Maârif Nezâreti kadar gayretsiz değil. Bu kimsenin, gerçekten çalışkan ve bunun için, saygıya değer bir kimse olduğunu, öğrencisi isbât etti. Ta'tîl zamanı olmasına rağmen, öğrenciden ba'zıları okula gelmişlerdi. Câvid Bey, çeşitli derslerden sorduğu sorulara, pek güzel cevâblar aldı. Meşrûtiyyetin ilânından beri, sekiz - on nazır43 değiştirmekten başka hiçbir varlık ve meziyet gösteremeyen Maârif-i Umûmiyye Nezâreti'nin44, beceriksizlik ve düzensizliğinin, memleketimize ne kadar pahalıya oturduğunu, buna karşı, hergün neler kaybetmekte olduğumuzu düşünerek, okulu terkettim.

            43 Nâzır : Bakan
           
44 Maârif-i Unıûmiyye Nezâreti : Şimdiki Millî Eğitim Bakanlığı.

          Ünye'de, halk, maârife, heyecanla ilgi duyuyor. Buna, rüşdîyyede yüzden fazla öğrenci bulunması da bir şâhiddir. Fakat, zavallı halk, ne yapacağını, çocuklarını nerede okutacağını bilemiyor. Henüz, kendisinde, özel olarak teşebbüse geçme kuvvetini de duyamıyor. Bundan dolayı, bütün samîmî kalble, mekteb, maârif diye feryâd ettiği hâlde, onu bulamıyor ve geçmişin boyunduruğundan yakasını kurtararak, geleceğe doğru, serbest ve metin adımlarla yürüyemiyor.

            Câvid Bey, Ünye'de de, büyük bir kalabalık önünde, bir Sâat devam eden bir nutuk verdi. Bunda, özellikle, dinleyicilere, memleketlerinin geçmişle ticârette sâhib olduğu önemden, gemicilikten ve bunun gerilemesinin sonuçlarından, maâriften ve meşrutiyyetten, vatanı ancak birlikte kurtarabileceğimizden, uzun uzadıya, kendisine has bir hatiblik sanatıyla, bahsetti ve pek samîmî bir şekilde, birçok defa, alkışlandı.

            Şimdiye kadar uğradığımız diğer yerlerde olduğu gibi, Ünye'de de, en fazla memnûniyyet ve iftihar verici taraf, unsurlar arasında yürürlükte olan iyi geçinme ve birliktir. Hele Ermeniler'le İslâmlar, vatandaşça, kardeşçe geçinmektedirler. Hattâ, Ünye İttihâd ve Terakki Kulübü'nün Başkanı, Ermeni vatandaşlarımızdan bir kimsedir. Bu durumlar, ba'zı gözlemlerin, insâna zorunlu olarak verdiği üzüntüyü ortadan kaldırıyor ve kalbi, gelecek hakkında, ümîdlerle dolduruyor.

            Ben, bizi, Samsun'dan, doğrudan doğruya, Trabzon'a gitmekten engelleyen koleraya teşekkür ederim. Çünki, bu sayede, Samsun'dan Ünye'ye kadar, yüz kilometrelik bir yolda, pek kıymetli bir hazine olan, bütün Canik Ovası'nı, Çarşamba ve Terme'yi, bu güzel Ünye'yi görmüş olduk. Bu yerlerden gelecek için pek ümîd verici hâtıralar edindik. Gönül; güzel, bir pırlanta kadar kıymetli, kalblere sâhib olan bu yerlerde, günlerce kalmak, bu saygıdeğer, vatandaşların arasında günlerce yasamak istiyor, fakat, seyâhatteki hız, az zamanda çok yer görmek zorunluluğu, buna engel oluyor. Ben, Ünye'de, kalbimden bir şey kaldığını duyarak, ayrılıyorum.

            Güneş tam tepe noktasından, yavaş yavaş Batı'ya doğru, yürümeye başlamış, bizi, Trabzon'a götürecek olan, Gül-Cemâl Vapuru gelelli bir sâat olmuştu. Sâat altıda45, sandallara bindik.

            45 Sâat 13.00 - 13.30 dolayları.

GERMANIC / OTTAWA / GÜL DJEMAL / GÜLCEMAL

http://shawsavillships.co.uk/germanic.htm     http://www28.brinkster.com/tony2/gemidetay.asp?details=169

Gül - Cemâl Vapuru

            Ünye'den uğurlama töreni. Gül-Cemâl ve Ünye'nin sevinci, vedâ, Gül-Cemâl Vapuru'nun genel görünüşü, düzen ve temizlikten eser yok. Bizim vapurumuz değil mi, istediğimiz yerde oturacağız. Vapurun içi bir sefalet sergisi. Mürettebat ve garsonlar. Yemek zamanları, belirsiz ve ağıza alınacak gibi değil. Kamaraların pisliği. Gül-Cemâl, hareket zamanını ve nerelere uğrayacağını bilmiyor. Süvari üzgün. Burada biz, bizlik.

                                                                       ERZURUM, 2 Ağustos 191146

            46 Bu mektup 1073 numaralı; 3 Ramazân 1329 Hicri, 14 Ağustos 1327 Rûmî, 27 Ağustos 1911 Milâdî tarihli, Tanîn Gazetesi'nde, "Samsun'dan - Trabzon'a" başlığı altında yayımlandı. Ben adını "Gül - Cemâl Vapuru" olarak değiştirmeyi uygun buldum.

Limanda İzmir Vapuru (Solda)

Fotoğraf : Ahmet Hüseyin (Şen)
Rıhtımda (Ünye İskelesi) Bir Vapur

.

            Ünye'den, bizi, Trabzon'a götürecek olan Gül-Cemâl Vapuru'na kadar, pek parlak ve samîmî bir uğurlama töreni yapılıyordu. Sevgili bayraklarımızla donatılmış birçok sandal, Câvid ve Nâci'nin bulunduğu sandalın etrafını çevirmiş, güya, kardeştik kucaklarına almışlardı. Okul öğrencilerinin bulunduğu sandalın görünüşü, pek hoştu, geleceğin ümidi olan yavrularımız da, bu uğurlamaya katılmış, vatan ve hürriyyet şiirleri okuyarak, misafirlere karşı, son misâfirseverlik görevlerini yerine getirmiş oldular.

Ünye/1938

 

          Sandallardan fişenkler atılıyor, duygular, denizden bulutlara doğru, güneşin ışığı altında, belirsiz gölgeler hâlinde yükselen, nurdan sütunlara emânet edilmek isteniyordu. Gül-Cemâl, Ünye'ye, bütün bütün yaklaşmaya cesaret edememiş, açıkta demirlemeye mecbur kalmıştı. Bunun için, vapura, ancak yarım sâat, sandal seyâhati yaptıktan sonra, girebildik.

          Osmanlı Seyr-i Sefâin Şirketi'ne47 âid olan Gül-Cemâl, ikinci defa, Karadeniz postası yapıyordu. İlk seferi, Karadeniz sâhilleri halkında, vatanseverce gösterilere sebeb olduğu gibi, bu ikinci gelişi de, Ünye için, bir bayram günü sevinci vermişti.

            47 Osmanlı Seyr-i Sefâin Şirketi : Osmanlı İmparatorluğu zamanında, gemi işletmek üzere, kurulan kurumun adı. 1910 yılına kadar adı İdâre-i Mahsûsa olan bu kuruluş, 1910 yılında, Osmanlı Seyr-i Sefâin Şirketi adını almıştır. Bu isim, Cumhuriyet Devri'nde, Denizyolları olarak değiştirilmiştir.

          Ünye halkı, sandallarla vapura gidiyor, dolaşıyor ve her tarafını geziyorlardı. Senelerden beri, limanlarına bir Osmanlı gemisinin uğradığını görmeye görmeye, üzüntü ve ümîdsizliğe kapılmış olan Ünyelilerin, vapurdan çıkarken yüzleri güldüğü görülüyor, göğüsleri iftihar ve gururla şiştiği duyuluyordu. Yaratılıştan denizci ve gemici, birer deniz aslanı olan bu halkın, bulundukları yerin gereği ve atalarından miras kalan yetenekle dolu oldukları, pekiyi, anlaşılıyordu.

          Bu samîmî gösteriler, gelecek için ne kadar ümîd vericiydi. Birkaç seneye kadar, denizlerde şan ve şerefle dolaşacak Osmanlı bayrağının namusunu yükseltecek olan, donanmamızın ruhunu meydâna getirecek olan bu sâhiller halkının, bir Gül - Cemâl'e karşı bile kalblerinin heyecânlandığını görmek, atalardaki kahramanlık kanına, torunların, tam bir değerle, mirasçı olduklarını anlamak, kalbe ne büyük bir gurur ve iftihar neşesi aşılıyordu.

            Vapura çıktıktan ve yerleştikten biraz sonra, sayın Ünyeliler'le hazîn ve samîmi bir veda yapıldı. Onlar, tekrar sandallarına binerek geri döndüler, biz de, yirmi dört sâat kadar misafiri olduğumuz vapuru, bu seyyar evi, dolaşmaya başladık. Osmanlı Seyr-i Sefâin Şirketi'nin, İngiltere'den satın aldığı, Gül - Cemâl Vapuru, dört direkli ve iki bacalı idi. Kanada hattına işleyen vapurun, teknesi yirmi, makineleri on beş senelik olmasına göre, bizim için, yeni demekti. On sekiz mil hıza sâhib olan Gül - Cemâl, genel olarak, on iki - on üç mil yapıyordu.

            Vapurun yolcuları pek kalabalık, yüzlerce idi. Birinci ve ikinci sınıf kamaraları hemen bütünüyle tutulmuş, güverteleri ise, müşteri ile, hıncahınç dolmuştu. Vapurun salonları, kamaraları, güverteleri şık ve düzenliydi. Doğrusu, bu süs ve gösterisiyle, insân, Gül - Cemâl'in, böyle küçük iskelelere değil, büyük denizlerde işlemesini, meselâ, Suriye ve Mısır postasına ayrılmasını arzu ediyordu.

            Gül - Cemâl, Ünye'den, alaturka sâat sekizden48 sonra, hareket edebildi. Bundan sonra, vapurda yalnız yolcular kalmış olduğundan, görünüş daha özel bir durum kazandı. Bizim elimizde ne durumda bulunduğunu ve nasıl işlediğini görüp anlamak kolaylaştı. Fakat, üzüntüyle belirtmek gerekir, vapurun genel görünüşüne şöylece bir bakmak, düzenden ve temizlikten hiçbir eser olmadığını, öğretmeye yetiyordu. Yolcular, birbirine karışmış, özellikle güverte yolcuları, istedikleri yere oturmuşlar, yataklarını ve eşyalarını sermişlerdi.

          Burada herkes istediği yere girip çıkmakta, salonları kirletmekte kendini serbest buluyor, vapur me'mûrları tarafından bir hatırlatma yapılırsa "ne karışıyorsun, bizim vapurumuz değil mi? İstediğimiz yerde oturacağız" diye, hiddetleniyor, yine bildiğini yapmak için, kendinde, bir hak ve yetki duyuyordu. Bunun için, vapurun süvarisi, salonlardan ba'zılarını, kapatmaya mecbur kalmıştı.

            48 Sâat 16.00 dolayları.

GERMANIC / OTTAWA / GÜL DJEMAL / GÜLCEMAL

http://shawsavillships.co.uk/germanic.htm
http://www28.brinkster.com/tony2/gemidetay.asp?details=169

          Bu güzel vapurun, bizim elimizde bu kadar düzensiz ve pis olduğunu görmek, doğrusu, insânı üzüyordu. Karadeniz'in sularına hükmediyorcasına, levent gibi ve ihtişamlı şekilde, yürüyen, zavallı Gül - Cemâl'in içi, bir sefalet sergisiydi. Bütün müşteriler karma karışıktı; güverte yolcularından ba'zıları, hatta, süvarinin yanına kadar bile çıkarak, onu boş yere uğraştırmaktan ve rahatsız etmekten, çekinmiyorlardı.

          Vapurun genel görünüşü, henüz, düzenin, bize ne kadar uzak olduğunu, aramızda ne kadar uçurumlar bulunduğunu tam bir açıklıkla söyleyen, canlı bir , belgeydi. Bununla beraber, Gül - Cemâl'de ki bu düzensizlik ve pisliğe, yalnız yolcular sebeb olmuyordu. Bunda, vapur idâresinin, mürettebatın, tayfaların da payı ve etkisi, vardı.

            Bir kere, bu kadar büyük bir geminin, on beş tayfa, üç - beş kamarot ile idaresi mümkün değildi. Gemide doktor yoktu. Tayfaya hiç bakılmıyor, yemek ve elbise verilmiyordu. Bunun için, gemi mürettebatının, bir iskeleye uğrayınca, ilk yaptıkları iş, diğer işleri bırakarak, dışarıya çıkıp, kumanya düzmek, karınlarını doyurmaktı. Onların kıyafetleri de yine çeşitli olup, adetâ, karnavalı andırıyordu.

            Servisi de pek fena bir durumda idi. Yolcuların, her şekilde, dinlenmelerini sağlamak için, vapurda bütün araçlar var olduğu, buz makineleri, soğuk su depoları, özetle, her şeyi bulunduğu hâlde, bunların kullanılması bilinmiyordu, faydalanılamıyordu.

            Yemek sâatleri kesinlikle belli değildi. Meselâ, alaturka sâat beşte49 verileceği söylenen öğle yemeği, ancak, bir - iki sâat sonra, hazırlanabiliyordu. Yemekler de, ağıza alınacak gibi değildi, zâten, büfenin ve mutfağın görünüşüne bakmak, bu vapurda ağıza bir şey almamak için, insâna tövbe ettirmeye yeterlidir.

            49 Sâat 12.00 dolayları.

            Süvari, vapurun bin - bîn beş yüz lira kıymetindeki sofra takımlarını, kimseye güvenemediğinden, kilit altında bulundurmaya, mecbur olduğunu söylüyordu. Garsonların, hizmet etmeye, yolcuları memnun etmeye, güçleri yoktu. Zâten, onların, kesinlikle yapamayacakları bir iş varsa, o da hizmetti. Onlardan, meselâ, bir su, bir kahve istenince, ya hiç gelmeyeceğine inanmak yâhûd sâatlerce sonra içmek gereklidir.

            Câvid Bey'e, süvari, kendi kamaralarından birini vermişti. Nâcî ile benim yattığım kamara, bir oda kadar geniş, en büyük konakların düzeni ve gösterişi ile süslüydü. Burada, bütün dinlenme araçları ve sebebleri hazırdı. Fakat, biraz meraklı ve kuruntulu bir kimse için, yataklarda yatmak, koltuklarda oturmak, bir eziyyet olurdu. Çünki, pis, son derece pisti. Ba'zı kamaraların görünüşü ise, pek iğrençti. Yolcular, ne kadar eşyaları varsa, kamaralara doldurmuşlar, yatacakları yeri, bir kahvehaneye, pis bir aşçı dükkânına, döndürmüşlerdi. Hiçbir tarafta düzen ve temizlikten eser görülmüyordu.

            Gül - Cemâl'in, galiba, hareket vakitleri, hangi iskelelere uğrayıp, ne kadar kalacağı da, önceden belli ve bilinir değildi. Bana öyle geliyor ki, tesadüfe, kadere bağlı seyâhat ediyordu. Bu, acentelerin, meselâ, Tirebolu için, birçok yolculara bilet verdikleri hâlde, vapurun oraya uğramamasından da anlaşılıyordu. Bunu öğrenen Tirebolu yolcuları, ne kadar gürültü etmişler, haklı olarak, bağırmışlardı. Fakat hiç aldıran yoktu.

            Bütün bu durumlardan, herkesden fazla, üzülen süvariydi. Bu kimse, pekiyi, meraklı, mesleğini sever, güçlü bir kaptandı. Fakat, bu memlekette, bu vapurda düzeni sağlamak imkânı yoktu. Zavallı süvari, üzülüyordu, Bu durumları, giderilmesi için, düşündüğü sebebleri, birçok defalar, idareye yazan süvari, şimdiye kadar hiçbir şey yapıldığını görmemişti. İdârenin düşündüğü, yalnız posta yapmak ve para kazanmak olsa gerek. Amma, beş - altı ay sonra, GüI - Cemâl, tanınmayacak bir duruma gelirmiş, bu kimin görevi.... !

            Yaşı benzemesin ama, bu dâire, eski İdâre-i Mahsusa'ya50 pek benziyor. Özetle, geminin her tarafında, biz, bizlik vardı. Bunun için, Trabzon'a kadar, bir Osmanlı Sancağı'nın himayesinde seyâhatten mağrurduk ve iftihar ediyorduk, fakat, bizlikten pek kederliydik.

            50 Bak. Not 47.

Ünye'den Giresun'a ve Giresun

            Ünye'den Giresun'a : Karadeniz ve Anadolu sâhilleri. Fatsa, Ordu. Giresun, en bayındır ve düzenli şehirlerden biri. İttihâd ve Terakki klübünde âile sohbeti. Câvid Bey'in nutku. Bir Belediyye Reisi'nin gayretleri ne yapabilir?

                                                                                    ERZURUM, 3 Ağııstos 191151

            51 Bu mektup, 1076 numaralı; 6 Ramazân 1329 Hicrî. 17 Ağustos 1327 Rûmî, 30 Ağustos 1911 Milâdî târîhli, Tanîn Gazetesi'nde, "Samsun'dan - Trabzon'a" başlığı altında yayımlandı. Ben başlığı "Ünye'den - Giresun'a ve Giresun" olarak değiştirmeyi uygun buldum.

            Bundan evvelki mektubum, Gül - Cemâl Vapuru'nun, bizim elimizde, ne duruma girdiği, düzensizliği hakkındaki ayrıntılara ve bundan doğan üzüntülere ayrıldı52. O ayrıntının, biraz dikkat ve insafa alınacağına, az çok emin olabilsem, ne kadar bahtiyar olurdum. Fakat korkuyorum ki, üzüntülerim ve emeklerim, alıştığımız üzere, boşa gidecektir. Bundan dolayı, bizim, Gül - Cemâl'in hayâtının acı kaderini, yine kadere, rastlantıya terk ederek, Ünye'den sonra, Karadeniz'in bozulmamış ve samîmî kucağında, hoş bir şekilde devam eden seyâhatimizin zevk ve hazlarına, okuyucularımızı, hiç olmazsa hayâlen, ortak etmeye çalışmak, daha hoş bir görevdir.

            52 Cümlenin aslı : "Bundan evvelki mektûbum Gül - Cemâl Vapuru'nun bizim elimizde ne hâle girdiği, intizâmsızlığı hakkındaki tafsilât ve teessüfâta münhasır kalmadı" şeklindedir. Ancak, o mektûbunda, Ahmet Şerîf, hemen yalnız, Gül - Cemâl Vapuru'ndan ve vapurdaki düzensizliklerden bahsettiğinden, ben yukarıda olduğu gibi yazmayı uygun buldum.

            Gül - Cemâl, Ünye'den, on yedi Temmuz Pazarertesi günü, ancak, sâat dokuzdan53 sonra, hareket edebilmişti. Karadeniz; hakkında öteden beri işittiğimiz fırtınalar, öfkelenmeler ve hiddetlerle dolu, korkunç hikâyeleri, yalancı çıkarmak, o söylentilerin, pek abartmalı, birer iftira olduğunu anlatmak istiyormuş gibi, sâkin ve hoştu. Yalnız, hafif bir rüzgâr esiyor, kim bilir nelerden, ne kadar uzaklardan, bize haberler getiriyordu.

            53 4.30 - 5.00 arası.

            Arada sırada, havadan, birkaç şaşkın ve âvâre su damlacıkları dökülüyordu. Gök, bulutsuzdu, ufuklarda, yağmuru haber veren belirtiler yoktu. Bunun için, düşen yağmur tanelerinin, nereden ve ne için geldiğini anlamak ve buna bir anlam vermek mümkün değildi. Semâ, tabiatın Karadeniz'de bugünkü güzelliğine gıbta etmiş, çıldırmış denebilirdi.

            Sol tarafımızda, Karadeniz, mavi ufuklara, otuz - kırk seneden beri vatanın bağrından koparak, bugün tanınmayacak bir duruma gelmiş, başka memleketlere âid sâhillere doğru uzayıp gidiyordu. Sağımızda ise, bütün güzelliklerini tam bir cömertlikle yaymış olan, her vakit bizim, sevgili Anadolu'muzun, yeşil tepecikleri, temiz, asîl dağları uzanıyordu.

Paşabahçe Surları İçindeki Bilinçsizce Yokedilen Ünye Evleri Mimarîsi

            Gül - Cemâl, senelerden beri, Osmanlı Sancağı göremeyen, Karadeniz'in yeşil sularından okşayıcı buseler alarak, Ünye'nin karşısındaki, güzel burnu dolaşıyordu. Burada, İstanbul'a gitmekte olan, kırmızı bacalı, Hilâl Vapuru'yla buluştu. Vapurlar, birbirlerini selâmladılar. Dolaşmakta olduğumuz burunun görünüşü pek hoş ve gönül alıcıydı. Sâhiller, bütünüyle, zümrüt gibi yeşil ağaçlar, fındıklıklarla süslüydü. Burnu dolaştıktan sonra, diğer bir körfezcik, gayet güzel ve Karadeniz'in hırçın, coşkun zamanlarında, gemilere selâmetle demir attıkları bir yer olan, tabîî bir limana giriyorduk.

            Burada, sâhil, bütün bütün güzellik kazanmış, İstanbul'un en güzel yerlerinden, Adalar'dan, daha güzel olmuştu. Yeşil ağaçların arasında, tepelerde, beyaz ve temiz evler görülüyordu. Sanki, buralardan geçenlere, efsânevi şiirler okuyorlardı, içeri tarafta ise, Fatsa bulunuyordu. Güneş, arkamızda, Karadeniz'in sularına .....

.
Araştırmacı M. Ufuk MİSTEPE'nin Ek Notları :

GERMANIC / OTTAWA / GUL DJEMAL / GULCEMAL
http://shawsavillships.co.uk/germanic.htm

BUILT IN BELFAST IN 1874 FOR THE WHITE STAR LINE. SHE WAS RE-BUILT IN 1895 HAVING AN EXTRA DECK ADDED AND HER FUNNELS LENGTHENED, PLUS THE ENGINES WERE REPLACED. IN 1899 SHE CAPSIZED AT HER BERTH IN NEW YORK, DUE TO THE AMOUNT OF SNOW AND ICE THAT ACCUMULATED ON HER DURING A PARTICULARLY BAD WINTER. SHE WAS SALVAGED AND CONTINUED HER CAREER ON THE NORTH ATLANTIC. RE-NAMED OTTAWA IN 1905 AFTER SALE TO DOMINION LINE. SHE WAS EVENTUALLY SOLD TO A TURKISH COMPANY AND RE-NAMED 'GUL DJEMAL'. IN 1915 SHE WAS TORPEDOED AND SUNK IN THE SEA OF MARMOA BY THE BRITISH SUBMARINE E.14. SHE WAS SALVAGED AND IN 1928 SHE WAS RE-NAMED 'GULCEMAL'. SHE WAS SCRAPPED IN MESSINA IN 1950.
.

 

http://www28.brinkster.com/tony2/gemidetay.asp?details=169

  İsim

  Gülcemal

  Tip

  iron 4 mst

  Yapım Yılı

  1874

  GRT

  5,008

  Yapım Yeri

  Belfast, Ireland

  Yapımcı Firma

  Harland & Wolff, Ltd.

  Sahipleri/İşletmeci

  Seyr-i Sefain Idaresi Deniz Yollari Idaresi

  Bağlı Olduğu Liman

  İstanbul

  Bayrak (Bandıra)

  Turkish

  Eski İsimleri

  Gül Djemal-28 Ottawa-11 Germanic-05

  Notlar

  According to LR 1938-39: GRT 5,122 5,071 NRT 3,021
  Where: Belfast By Whom: Harland & Wolff Owners:
  Denizbank Topedoed by a British submarine in the Sea
  of Marmara, May 3, 1915, but was later salved. Mad

 

Ünye Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

 

YAZDIR