ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 06 Nisan 2006 tarihinde güncellenmiştir.)

 

 

ŞEYH AHMET ÇAMLIĞI
VE TÜRK KÜLTÜRÜNDE
YASAK AĞAÇ İNANCI

Makale : Nurhan Buhan GİRGEÇ
 (Mustafa Kemal Sağlık Meslek Lisesi)
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Şeyh Ahmet Türbesi/Kepez Köyü Çamlığı

TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT - 11.09.2001

ŞEYH AHMET ÇAMLIĞI
VE YASAK AĞAÇ İNANCININ
TÜRK KÜLTÜRÜ İÇERİSİNDEKİ YERİ VE İŞLEVİ

Şeyh Ahmet Mesire Yeri/Kepez Köyü

Ağaçlarını dışarıya vermemesiyle meşhurdur.



Nurhan Buhan GİRGEÇ

            Giriş

 

            Kültür bir milletin maddî ve manevî değerlerinin sentezinden oluşur. Bir milletin kültürünü oluşturan unsurlar arasında din ve inanç sistemi de vardır. Dinler tarihçisi F.W. Schmidt ekolüne göre ilk dinler tek tanrılıdır. Bütün dinlerin temelinde “Yüce Tanrı” inancı vardır. Daha sonra bu inançtan sapmalar olmuş ve tek tanrı inancı bozulmuş, dinler ortaya çıkmıştır.

 

M. Ufuk MİSTEPE ve Nurhan Buhan GİRGEÇ

Fotoğraf : Fatma Topal / TMO Gen. Müd. Şubat 2006

 

            Türkler'in yaklaşık dört bin yıllık bir geçmişi olduğu tahmin ediliyor. Türk Milleti'nin İslâmiyet’i kabulünden önceki dinî inanışları ile ilgili elimizde çok güvenilir yazılı kaynaklar yoktur. Araştırmacılar Türkler'in Gök Tanrı Dini, Budizm, Maniheizm,Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm Dini gibi birçok dine inandıklarını belirtmişlerdir. Bazı araştırmacılar bu dinler arasında Şamanizm’in de olduğunu söylerler. Hikmet Tanyu, "İslâm'dan Önce Türkler'de Tek Tanrı İnancı" adlı eserinde “Türkler'in dini Şamanlık değildir, tek tanrı dinidir.” diyor. (Tanyu 1986 : 6) Bu alanda araştırmaları olan Eliade, Jean Paul Roux, Hikmet Tanyu, Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu, Şamanizm’in bir din değil bir teknik, bir metotlar bütünü, bir gelenek olduğunu, eserlerinde belirtmişlerdir.

 

Şeyh Ahmet Çamlığı/Kepez Köyü

Perihan (Şencan) ALTINDAL ve Bekir ALTINDAL

 

            Eski ve köklü bir geçmişe sahip olan Türk Milleti, Orta Asya’dan Anadolu’ya değişik coğrafyalarda değişik kültürlerle yoğrularak inançlarını, gelenek ve göreneklerini oluşturmuş ve günümüze kadar yaşatmıştır. Türkler, Tek Tanrı, Yüce Tanrı, Gök Tanrı inancı temelinde karşılaştığı diğer din ve inanışların da etkisiyle çevresinde gördüğü tabiat kuvvetlerini tanrılaştırmamış, onlara ruh yükleyerek kutsallaştırmışlar, çevresinde gördüğü ve kendi gücünü aşan her varlığın bir ruhu (iyesi) olduğuna inanmışlardır. “Eski Türkler'de “ruh”ların insan biçiminde tasavvuru olmadığı için, putlara da rastlanmaz. Tükler gizli kuvvetin bulunduğunu düşündükleri tabiat arızalarını görüldükleri gibi kabul etmişler ve sadece onlara kutsallık atfetmekle yetinmişlerdir.” (Kafesoğlu : 298)

 

            “Eski Türk Dini'ne göre ‘Türk Tanrısı’ nasıl Türk Milleti'nin hâmisi idiyse Türk yurtları, hususiyle yüksek dağları, pınarları, suları, ata mezarları ve hâtıraları ile de öylece mukaddes rûhların makamı ve ziyaretgâhı olup bunlar da yurdun koruyucusu idi.” (Turan :161) “Yeryüzünde “Yer-sub :Yer- su” nâmına hayır sever ruhlar vardır; bunlar yüksek dağlarda, nehir menbalarında, ormanlıklarda bulunur ve buralardan geçilirken bunlara kurban takdim edilir.” (Köprülü :15)

 

Kırk Budak Çamı/Kepez Köyü

Şeyh Ahmet Çamlığı Yukarısındadır.

 

            Kutsal ağaç, kozmik ağaç, baş aşağı çevrilmiş ağaç, hayat ağacı, bilgi ağacı gibi ağaçla ilgili çok eski inançları mitlerle örnekleyen Mircea Eliade ağacın kutsallaştırılmasının nedenini şöyle izah eder. “Gücüyle ve ifade ettikleri sayesinde, ağaç, dinsel bir nesne özelliği kazanır. Ama bu güç, kendi çapında, belli bir antolojiye sahiptir; ağaç, kutsal güçlerle yüklüyse dikey olduğu, yerden bittiği, yapraklarını kaybedip yeniden kazandığı, kendini sayısız kez yenilediği (“ölür” ve “yeniden dirilir”), süslü ve güzel olduğu içindir.” (Eliade 2003 s. ?)

 

            Oğuz Kağan Destanı’nda, Göktürk Kitâbeleri’nde, Dede Korkut’ta ve pek çok yazılı -  yazısız metinde “ağaç kültü” ile karşılaşıyoruz. Türk kültüründe ağaç kültü ile ilgili Abdülkadir İnan, Bahattin Ögel, Pervin Ergun gibi ilim adamlarınca önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu konuda adı geçen (İnan 1998 : 62; 2000 : 253; Ögel 2002 : 465; Ergun 2004) eserlere bakılabilir. Biz bu çalışmamızda ağacın kutsal oluşu ve bunun menşei üzerinde durmayacağız.

 

            Kutsal bilinen ağaçlardan veya ormandan ağaç kesip götürene, yasalar ya da toplum ceza vermiyor. O ormanın iyesi (ruhu) tarafından doğa üstü ceza veriliyor. O bölgede yaşayan insanlar “Daha önce filan oradan ağaç götürmek istedi, başına şöyle şöyle bir olay geldi.” diyerek, yazılı olmayan yasayı (töreyi) kendinden sonraki kuşaklara deneyimleriyle aktarmış oluyor. İnsanlar bu cezaya doğaüstü olsa bile inanıyor. Kültürel değerlere bağlılığı incelerken bu anlatıların yaşadığı toplumun kültürel geçmişini ve gerçeklerini araştırmak, dinî inanç ve gelenekleri incelemek gerekir. “Metinler üzerinde yapılan çalışmanın asıl amacı, doğal olarak bu metinleri yaratanları ve yaşatanları anlamaktır.” (Oğuz : 32) Biz bu anlatıları yaşatanları anlamaya ve bu anlatıların işlevi üzerinde bir değerlendirmede bulunmaya çalışacağız.

 

Şeyh Ahmet Çamlığı Ziyâreti Öncesi Âşıkoğlu
Necati AKYUNAK (Bordo Kabanlı) Kepez Köyü'nde


Fotoğraf : M. Ufuk MİSTEPE - 10.02.2003 /  - Kurban Bayramı

 

            Yasak Ağaçla İlgili Efsaneler

 

            Halk kutsal bildiği nimetlere saygısızlığı engellemek için, o nimetlere gösterilen saygısızlığın cezalandırılacağına inanmıştır. Bu davranışlar hakkında efsaneler oluşturmuştur. Ekmeğe, suya gösterilen saygısızlıkla ilgili efsaneler gibi, ağaca saygısızlıkla ilgili efsaneler anlatılır. Bu anlatılar Anadolu’da, hattâ bütün Türk dünyasında pek çok yerde karşımıza çıkıyor.

 

            Zaman içerisinde Türk topluluklarında her anlamda var olan değişime rağmen bütün Türk dünyasının benzer metinlerle “çiçeklendiğini” görüyoruz. Öcal Oğuz’un vurguladığı gibi “Türk dünyasının halkbilim olaylarını doğru çözümleyebilmek, yorumlayabilmek ve Türk boyları arasındaki ortaklıkları vurgulayabilmek için” bu benzer metinlerin analizini yapmak gerekir. (Oğuz : 33) Halkbilim anlatılarının “yaratma, aktarılma ve kullanılma” nedenleri incelendiğinde “ortak kültür kodları”nı tanımlamak mümkün olacaktır.

 

Şeyh Ahmet Çamlığı Ziyâretçileri / 1968

Kameraman : Mehmet SEZEN - Zile Turizm ve Tanıtma Derneği

 

            Halk, Adapazarı’nda Ağaç Baba’nın diktiği fidanlara, Ilgaz’ın Yazı Köyü'ndeki çamlığa, Uşak Hacı Kadem Türbesi etrafındaki çam korusuna ve Anadolu’nun pek çok yerinde bulunan kutsal ağaç veya ormanlara zarar vermekten kaçınırlar. Yasak ağaç inancı Türk dünyasının pek çok yerinde görülür. Meselâ “Nahçıvan’ın  Şerur İlçesi Babeki Köyü'nde bulunan kutsal ağaçları kesmek, onlara zarar vermek günah sayılır.” (Amanoğlu :142)

 

            Tokat’ın Zile ilçesinde bulunan Şeyh Ahmet Çamlığı da bu inancın yaşandığı yerlerden birisidir. Zile Şeyh Ahmet Çamlığı, Zile merkezi ve çevre köyleri için dilek için kurban adanan ve yağmur duasına gidilen bir yerdir. Önceleri topluca adak kurbanı kesmek için gidilirken zamanla aynı mahalleli veya akrabaların hep beraber giderek yiyip, içip eğlendikleri bir mesire yeri olmuştur. Bu bakımdan burası eğlendirme işlevini de yerine getirmektedir.

 

Şeyh Ahmet Kabri'nde Dilek Taşı

Kameraman : Mehmet SEZEN - Zile Turizm ve Tanıtma Derneği

 

            Bu anlatılardan bir kaçını derlerken gördük ki anlatan yaşananlara inanıyor. Kaynak kişimiz, anlatıda hadisenin kahramanı olan dayısı ile Şeyh Ahmet arasında manevî bir bağ kuruyor. Hiç oğlu olmayan anneannesinin Şeyh Ahmet’te Allah’a yaptığı dua hürmetine dünyaya gelen ve onun himmetiyle Kadirî Şeyhi olan oğlu Mevlânâ Hacı Bekir Efendi'nin başından geçen doğa üstü olayı anlatırken,  “Bu nasıl olur?” diye herhangi bir şüphe duymuyor.

 

            Zile esnafından Hüseyin Fişekçioğlu’nun dayısından dinlediği menkıbe şöyledir:

 

            “Bir gün manevî âlemde Şeyh Ahmet Dede Efendi'ye dedim ki, Ey muhterem bu ne cimriliktir ki kabrinin bulunduğu bölgedeki ağaçlardan hiç kimseye vermiyorsun. Muhterem cevaben, ‘Ben Allah’ın huzuruna çıktığımda bana ne ile geldiğim sual edildi. Ben de dedim ki, ya Rab'bi ben dünyada salih ameller işleyecek evlâtlar bıraktım, fakat onların nesillerinin kıyamete kadar devam edeceğinden emin değilim. İbadet adı altında yaptığım amelleri ise zat-ı âlinize malûmdur. Yalnız güvendiğim bir amelim var ki o da zat-ı kibriyanızı kıyamete kadar hamd edecek, mübarek ismi şerifinizi zikredecek bin tane evlât yetiştirdim. Onun için de ben bu ağaçların kıyamete kadar kimse tarafından kesilip götürülmemesi için bekçiyim’ dedi.” (Şeyh Ahmet ve onunla bağlantılı diğer derlediğimiz metinler “Ekler” kısmında verilmiştir.)

 

            Okuma yazması olmayandan eğitim öğretim görmüş olanlara kadar halkın her kesiminin bu anlatılara inandığını görüyoruz. Bu inanmanın altında yatan psikolojik ve sosyolojik nedenleri irdelemeliyiz.

 

            Evliyâ menkıbelerinde,  anlatan da dinleyen de bunların gerçek olduğuna inanır. Bu anlatıların işlevi eğlenmek değildir. İnanma ihtiyacından doğmuştur. Pek çok düşünür inanmanın yaratılıştan gelen bir özellik olduğunu ortaya koyar. Malinovski “İç güdüsel ihtiyaçların ve güçlü duygusal yaşantıların yarattığı heyecanlar, şu veya bu biçimde, tapınmaya ve inanmaya sürükler.” der. (Malinowski 2000 : 13)

 

Şeyh Ahmet'in Kepez'deki Kabri / 1968

Kameraman : Mehmet SEZEN - Zile Turizm ve Tanıtma Derneği

 

            Yasak Ağaç Anlatılarının Sebebi

 

            William R. Bascom, Folklorun Biçimleri : Nesir Anlatılar makalesinde mit, efsane ve masalın birbirinden ayırt edici özelliklerini vermiş ve “efsanenin, gerçek olduğuna inanılan, bugünkü gibi bir dünyada insanların başından geçen kutsal anlatmalar” olduğunu vurgulayarak diğer nesir türlerinden ayırmıştır. (Eker 2003 : 477)

 

            “Efsanelerin çoğu “açıklayıcı” karakterdedir; yani bir çeşit “bilim öncesi bilim” niteliğindedir. “Açıklayıcı” nitelikteki efsaneler “nasıl” sorusunu karşılarken, ara ara “niçin” sorusuna da cevap vermeye çalışırlar.” (Örnek 1988 : 191) Yukarda verdiğimiz anlatıda ve diğerlerinde çamlığın nasıl ve niçin meydana geldiği ve Şeyh Ahmet’le bağlantısı kurulmuştur. Yasak ağaç inancının altında onu koruyan bir velî olduğu inancı vardır.

 

            “Bitkiler konusunda, ayrı iki açıdan, iki “yasak”tan söz edilebilir: Birincisi, yaş bitkilerin kesilmesiyle ilgilidir. İkinci “yasak” yatırların yanı başında bulunan ağaçların kesilmesinin çok büyük bir suç sayılması inanışında belirir. Bu yasağı dinlemeyen, çarpılma, ölüm gibi cezalara uğrar.” (Boratav 1997 : 53)

 

Şeyh Ahmet Çamlığı Mesire Yeri Yol Güzergâhı

TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT / 12 Eylül 2001

 

            Malinovski de bu yasakları, dinî inanışlarla bağlantılı bulur. “Yerliler için kutsal olan ve derin bir saygıyla uydukları geleneksel örf ve âdetler vardır. Bunlar yasaklarla ve davranışlara ilişkin kesin hükümlerle saptanmıştır. Böyle örf ve âdetler her zaman doğaüstü güçlerle, hayaletler, ölülerin ruhları ve Tanrı tasarımlarıyla bağlantılıdır.” (Malinovski 2000 : 7)

 

            “Her din, sosyal davranış için kurallar koyar ve empirik olaylar için açıklamalar (anlamlandırmalar) yapar. Aynı zamanda din, ilgili dinî sistemin karakteriyle bağlantılı olarak belli davranış biçimleri üretir. Din, sosyal davranış için bir motivasyon ve olayların akışı üzerinde düşünmedir. Somut olarak olanlar ile normatif talepler arasında belli bir mutabakatın olması, dinin sosyal öneminin temelidir.” (Durkheim 1996 : 92)

 

            Bu anlatılar eski Türk dininden özellikle Şamanizm'den kalan atalar kültünün devamıdır. İslâmiyet'ten sonra İslâmî inanç motifleri ile süslenmiştir. Allah tarafından kendisine üstün yetenekler verildiğine inanılan kişilerin etrafında oluşan bu anlatılar kitabî İslâm’dan ayrı bir “halk müslümanlığı”nın doğmasına sebep olmuştur.

 

            “Eski atalar kültü ve Budizm’den kalan aziz kültü üstüne bina edilen güçlü bir evliyâ kültü etrafında kurumlaşarak gelişti ve Türk halk İslâmı’nın – Sünnî kesimi de dahil olmak üzere - ana karakteristiğini yarattı. Evliyâ kültü yani tabiatüstü bir takım ilâhî güç ve yetkilerle donanmış bulunduğuna inanılan kutsal bir şahsiyetin mistik karizması etrafında şekillenen, sarsılmaz inanç, bağlılık ve takdis duygusu, bu halk Müslümanlığında yüzyıllardır kitâbî İslâm’dan daha derinlere işlemiş bir hâlde bugüne kadar gelmiştir.” (Ocak 1999 : 45)

 

Şeyh Ahmed Türbesi ve Çamlığı

TGRT Keşif Programı - Sunucu Yeliz Pulat 12.09.2001

 

            Eskiden “kam”lara yüklenen fonksiyonlar İslâmiyet’le birlikte velîlere atfedilmiştir. “Velî kültünü kısaca, 'fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olup, Tanrı’ya yakın kabul edilen bir şahsiyetin her hangi bir konuda – sağ veya ölü iken - yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin için ritüel yollara başvurmasıdır' şeklinde tarif edebiliriz.” (Ocak 1992 : 6)

 

            Velî kültünün oluşumundaki psikolojik unsurları Ahmet Yaşar Ocak üç grupta toplar.

 

            1. Velî, fevkalâde ruhanî kudretlerle mücehhez olduğu için, artık toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hâkim olmaya başlar.Velîye karşı yapılacak her hangi bir saygısızlığın, çarpılma, âniden veya feci bir şekilde ölüme yakalanma vs. şeklinde cezalandırılacağına inanılır.

 

            2. Buna paralel olarak, velînin söz konusu ruhanî kudretinden, bir takım iyiliklerin cezbedilmesi ve kötülüklerin giderilmesi yolunda faydalanma arzusu doğar (feyz ve bereket kavramı).

 

            3. Nihayet, dünyada bu tarzda menfaati sağlayacak olan velînin, öbür dünyada da Tanrı katında yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ve bunun sonunda bir tatmin duygusu müşahade edilir.” ( Ocak 1992 : 8)

 

            “Anadolu’da ziyaretgâh olan ilk Türk fatihleri ve evliyâsını Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının türbeleri de, millî ve dinî hâtıra ve menkıbeleri ile, asırlarca milletin hâfıza ve vicdanında kudsiyet hâlesi içinde yaşamış; bu mukaddes yâdigârlar yurdun manevî bekçileri sayılmış ve bu yeni fethedilen yurdu öylece vatan hâline getirmiştir.” (Turan : 161)

 

Virâne Halde Şeyh Ahmet Türbesi

TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT / 12 Eylül 2001

 

            Yasak Ağaç İnancının İşlevi

 

            Halkbilimin işleviyle ilgili Malinowski ve Bascom önemli çalışmalar yapmıştır.

İlhan Başgöz, Bascom’a ait “ Folklorun Dört İşlevi”nden Umay Günay Armağanı’ndaki makalesinde bahsetmiştir.

 

            “İşlev her zaman bir ihtiyacın doyurulmasını ifade eder; bu en basit yeme edimiyle başlar ve kutsal eyleme kadar gider, burada komünyonun alınması bütün bir inanç sistemine bağlıdır, bu inancı belirleyense yaşayan Tanrı’yla bütünleşme doğrultusundaki kültürel ihtiyaçtır.” (Malinowski Bil. Bir Kül. Teo. : 28)

 

            Malinowski, Trobriyand Adaları'nda bulunan yerliler üzerinde yaptığı gözlemleri değerlendirdiği kitabı İlkel Toplum’da yerli halkın anlattığı öyküleri – öykü anlatı karşılığı çevrilmiş - şöyle değerlendiriyor. “Bu öyküler ister birer düşsel anlatı olsun, ister gerçek olayların ilişkilerini dile getirsin, basit bir merakı doyurmaya hizmet etmiyorlar : Yerliler bunda yaşamı belirleyenden daha büyük ve daha önemli ilkel bir gerçekliğin yansımasını, güncel insanlığın yazgısını ve etkinliklerini görüyorlar; öyküleri tanımak insana ritsel eylemlerinde ve ahlâksal edimlerinde kılavuzluk yapması gereken nedenleri ve benzer yoldan birbirlerine karşı yerine getirecekleri görev tarzı üzerindeki yönergeyi veriyor.” (Malinowski 1999 : 112)

 

            Malinowski, “Mitin kültürel işleviyle onu inanca bağlayan yakın bağlar üzerinde duran ve ritüel ile gelenek arasında var olan bağları ortaya çıkaran bizim kuramımızda,  mitin işlevi geleneği daha güçlü kılmak ona daha büyük bir saygınlık ve değer vermekten ibarettir.” diyerek işlevsellik kuramının özünü belirtmiştir.(Malinowski 1999 : 152 - 155)

 

            Metin Ergun efsanelerin dört kök üzerinde teşekkül ettiğini belirtir. Bu köklerin birisi de dinî köklerdir. “Halk, sevdiği din büyüğünün hayatı etrafında, gerçekte olmamış olsa bile birçok efsane teşekkül ettirmiştir. Efsanelerin etkisiyle halka hem din, hem de dinî büyükler sevdirilmiş, daha iyi anlatılmıştır. Bu şekliyle efsaneler, bir terbiye etme fonksiyonu üstlenmişlerdir.” (Ergun 1997 : 44)

 

            “Din sosyolojisi bakımından, dinin gerek kişi katında gerek toplum yapısı katında bir fonksiyonu vardır. Dinin kişi katındaki etkisi şudur : Kişi din aracılığıyla kontrol altına alamadığı bazı kuvvetlere tâbi olduğu hissine karşı bir kişisel güvenlik mekanizması kurar. Dinin toplum katındaki fonksiyonu, etrafındaki dünyayı anlamasına yarayan bir model temin etmesinde, toplum ilişkilerini pekiştiren yönler vermesinde belirir.” (Mardin 1999 : 157)

 

            “İlkel insan – yetkili modern antropologların yargısı böyledir - kendi töre ve geleneklerine büyük bir saygı duyar, buyruklara boyun eğmesi sadece kendiliğinden olur. Bunlara “kölece”, “ayrımında olmadan”, “kendiliğinden”, “zihinsel duyarsızlıkla” uyar; her şey doğaüstü görüşlerin ve cezaların korkusuna bağlıdır; ya da “grup güdüsü” değilse bile, “grup duygusuna” derinden bağlılıktan yanadır. (Malinowski 1999 : 14) Görülüyor ki bu anlatıların bir işlevi de ait olma duygusunun doyurulmasıdır. Kişi sosyal yaşamda kendini içinde yaşadığı toplumun ve bu toplumun kültürünün bir parçası olarak görür. Bu anlatılar toplum için âdeta anayasa yerine geçmiştir. Bu kurallara uymayanlar toplumdan dışlanırlar. Bu mensubiyet duygusunu oluşturur. Özellikle gençler kimlik arayışı içine girdikleri bir dönemde, genellikle içine doğmuş olduğu ailenin veya toplumun kültürü içerisinde kendilerine bir kimlik bulurlar.

 

Şeyh Ahmet Türbesi / Kepez Köyü Çamlığı

TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT - 12.09.2001

 

            Sonuç :

 

            Törenin koyduğu sözlü kuralların denetleyicisi halktır. Bugün pek çok parkta “Çimlere basmayınız.” uyarısıyla karşılaşırız. Bu uyarı insanların çimlere basmasını genellikle engellemez. Oysa “Falanca yerden ağaç kesilmez, götürülmez. Götürülürse oradaki velî izin vermez.” tarzındaki anlatılar kesin bir emir olarak algılanır ve uyulur.

 

            Türklerde İslâmiyet’ten önce var olan ağaç ve atalar kültü, İslâmiyet’in kabulüyle birlikte, İslâmî motiflere bürünmüştür. Kutsal bilinen ağaç ve ormanları velîlerin koruduğuna inanılmıştır. Bu şekilde bütün Türk dünyasında kutsal ağaçların kesilmesi, onlara zarar verilmesini yasaklayan anlatılar oluşmuştur. Bu anlatıların pek çok işlevi vardır.

 

            Eski inançlarını yeni inançlarıyla bütünleştirerek oluşturduğu dinî değerler sayesinde kişi doğuştan getirdiği inanma duygusunu tatmin eder. Bu anlatıların Allah’ın beğeneceği kul olma anlayışını yaşatan ve kişinin ruhsal dengesini koruyan bir işlevi vardır.

 

            Kişinin, - mensubu bulunduğu toplumun geçmişten getirdiği değer yargılarını kabullenmesiyle - bir yere ve topluma ait olma duygusunu yaşamasını sağlar. Bu anlatılarla topluma, çevresine zarar vermeme gibi güzel alışkanlıklar ve iyi insan olma özelliği kazandırılır. Böylece gelenek ve göreneklerin yani somut olmayan mirasın gelecek nesillere sözlü olarak aktarılması sağlanmış olur.

 

Şeyh Ahmet Çamlığı / 1968

Kameraman : Mehmet SEZEN - Zile Turizm ve Tanıtma Derneği

 

            KAYNAKLAR :

 

            AMANOĞLU Ebülfeyz Kulu, “Nahçıvan’da Eski Türk İnançlarının İzleri (Ağaç Kültü)”, Bilig, Sayı 6, Yaz - Ankara, 1997.

            BORATAV Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1997.

            DURKHEİM Emile - Günter Kehrer - Roland Robertson (Çev. M. Emin Köktaş, Abdullah Topçuoğlu), Din Sosyolojisi - Vadi Yayınları, Ankara 1996.

            EKER Gülin Öğüt vd., Halk Biliminde Kuram ve Yaklaşımlar, Millî Folklor Yayınları, Ankara, 2003.

            ELİADE Mircea, Dinler Tarihine Giriş, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2003.

            ERGUN Metin, Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi, 1. Cilt, TDK, Ankara, 1997.

            ERGUN Pervin, Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004.

            İNAN Abdulkadir, Makaleler ve İncelemeler, TTK, Ankara, 1998.

            İNAN Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK, Ankara, 2000.

            KAFESOĞLU İbrahim, “Eski Türk Dini”, Türkler, 3. Cilt.

            KÖPRÜLÜ Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken, İstanbul, 1986.

            MALİNOWSKİ Bronislaw, İlkel Toplum, Öteki Yayınevi, ?, 1999.

            MALİNOWSKİ Bronislaw, Bilimsel Bir Kültür Teorisi, Kabalcı, İstanbul, ?.

            MALİNOWSKİ Bronislaw, Büyü, Bilim ve Din, Kabalcı, İstanbul, 2000.

            MARDİN Şerif, Din ve İdeoloji, İletişim, İstanbul, 1999.

            OCAK Ahmet Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıbnâmeler, TTK, Ankara, 1992.

            OCAK Ahmet Yaşar, Türkiye ve İslâm Yaklaşımlar, Yöntem ve Yorum Denemeleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.

            OĞUZ Öcal, Türk Dünyası Halk Biliminde Yöntem Sorunları, Akçağ, Ankara, 2000.

            ÖRNEK Sedat Veyis, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1988.

            TANYU Hikmet, İslâmlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1986.

            TURAN Osman,Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul, 1979.

 

            EKLER :

 

            Zile esnafı Hüseyin Fişekçioğlu’ndan derlediklerim :

 

            “Anneannem dedemin ikinci hanımı idi. Dedemle evlendikten sonra üç tane peş peşe kız olduğu hâlde oğlan çocuğu hiç olmamış. Dördüncü çocuğuna hamile iken Şeyh Ahmet Dede Çamlığı'na kurban kesmeye giden komşuları ile beraber Şeyh Ahmet’e gider. Orada “Ey burada yatan koca şeyh beni yaratan Allah’ım bana lutfi kereminden her şeyi bol bol verdi çok şükür elhamdülillah. Yalnız benim erkek çocuğum yok, bunu Allah’tan isteyecek ağız da ben de olmadığına göre ben Rab'bimden senin gibi mübarek efendilerin yüzü suyu hürmetine sizin gibi bir evlât vermesini niyaz ediyor, sizlerin de bu hususta şefaatçi olmanızı diliyorum.” demiş.

 

            Bilahare üç tane de oğlan doğurmuş. Fakat o dua hürmetine büyük dayım 1939’da Kırım erlerinden İstanbul Edirne Kapı Mezarlığı'nda medfun (Kadirî şeyhi) Ahmet Naci Giray Baba’ya muttesip olur. 1963’te onun hakka yürümesiyle posta oturur. Sonradan beş tarikatten daha icazet alarak irşada devam eder. Mevlânâ Hacı Bekir Uluçınar, Uluçınar Yayınları ismi altında onun üzerinde  tasavvuf kitabı neşretti. 2001 senesinde vefat etti. Türbesi İstanbul Zincirli Kuyu Mezarlığı'ndaki inşaatı kendisi tarafından başlatılan, vefatından sonra başkası tarafından bitirilen câminin avlusunda medfundur.

 

Bekir ALTINDAL Şeyh Ahmet Çamlığı'nda

 

            Hüseyin Fişekçioğlu’ nun dayısı Mevlânâ Hacı Bekir Uluçınar’dan dinlediği menkıbe şöyledir :

 

            Bir gün manevî âlemde Şeyh Ahmet Dede Efendi'ye dedim ki, Ey muhterem bu ne cimriliktir ki kabrinin bulunduğu bölgedeki ağaçlardan hiç kimseye vermiyorsun. Muhterem cevaben dedi ki, "muhterem gardaşım, ben Allah’ın huzuruna çıktığımda bana ne ile geldiğim sual edildi. Ben de dedim ki, ya Rab'bi,  ben dünyada salih ameller işleyecek evlâtlar bıraktım; fakat onların nesillerinin kıyamete kadar devam edeceğinden emin değilim. İbadet adı altında yaptığım amelleri ise zatı alinize malûmdur.Yalnız güvendiğim bir amelim var ki o da zatı kibriyanızı kıyamete kadar hamdedecek mübarek ismi şerifinizi zikredecek bin tane evlât yetiştirdim. Onun için de ben bu ağaçların kıyamete kadar kimse tarafından kesilip götürülmemesi için bekçiyim" der.

 

            Kaynak kişi Hüseyin Fişekçioğlu’dan dinlediğimiz bir diğer  menkıbe ise dedesinin başından geçmiştir.

 

            “Dedem ile arkadaşı Tevfik Hoca Efendi senede birkaç defa Şeyh Ahmet Dede’ye giderlerdi. Genelde ikindi serinliğinde eşeklere binerek Zile’den çıkar, 13 km yolculuktan sonra Şeyh Ahmet Türbesi'nin bulunduğu tepeye varırlardı. Orada bir  gece veya birkaç gün kalırlar, sonra bir sabah serinliğinde tekrar eşeklerine biner geri dönerlerdi. Bir seferinde Zile’ye döneceklerinden bir gün evvel kurumuş bir çam ağacı kütüğündeki  çıra budakları Tevfik Hoca Efendi’nin hoşuna gider. Dedeme, ‘Hüseyin Efendi şu kütükteki çıralar benim hoşuma gitti. Bunları alıp câmide yakmak üzere götüreceğim.’ der. Dedem de ona ‘Buradan bir çöp bile götürmeye bu mübarek müsaade etmiyor, bu işten vazgeç.’ dediyse de onu fikrinden vazgeçiremez. Tevfik Hoca Efendi çobanlardan temin ettiği balta ile çıraları parçalar, heybesine doldurur, üzerine de dedemin heybesini örter. Gece yatarlar. Sabahleyin kalktıklarında ne görsünler? Yirmi metre ilerde gece yaktıkları ateşten sıçrayan kıvılcım heybeyi ve çıraları yakmış.”

 

Şeyh Ahmet Çamlığı / 1968

Kameraman : Mehmet SEZEN - Zile Turizm ve Tanıtma Derneği

 

            Şeyh Ahmet Çamlığı ile ilgili anlatılan bir başka rivayet de şöyledir :

 

            “Şeyh Ahmet, öküzleriyle birlikte burada yaşarken aç kalmış. Öküzleri kesmiş. Etinin bir kısmını dağıtmış, bir kısmını ailesiyle birlikte yemiş. Bir kısmını da ateşin içine koyup yakmış. Ateş sönmüş kül olmuş. Bir fırtına çıkmış, külü havaya savurmuş. Yağmur yağmaya başlamış. Küller, rahmetle beraber etrafa yayılmış. Her yerden mantar biter gibi çam ağaçları çıkmış. Bu güzel çam ağaçlarını gören Şeyh Ahmet ‘Çamlardan kesenlerin elleri kırılsın. Onlardan bir parça alıp evine götürenlerin evleri barkları yansın.’ diye dua etmiş. Bu sebeple türbenin bulunduğu yerden bir çöp dahi oynamaz. Yoksa evliyânın kendilerini pek rahatsız edeceğinden korkmaktadırlar. (Ulu 2004 273 - 274)

 

            Başka bir menkıbe de şöyledir :

 

            Mübareğin sözüne inanmayan köylülerden biri türbenin etrafından büyük bir çam ağacı keserek evine getirir. Yolda, ‘Büyüksen büyüklüğünü göreyim bakalım. Söylentilere karnım tok... Bunlar hep koca karı tekerlemesi’ diye, eve gelmiş. Akşam içeride otururken, küçük kızı dışarıdan telâşla içeri girmiş. “Baba koş, çam yanıyor. Etraf ateşe gidecek!...’ diye bağırmış. Köylü, heyecanla dışarı fırlamış. Çam ağacının ucunda yanan mumu görerek, şaşırıp kalmış. Gönlündeki, inançsızlık hemen kaybolmuş, çam pürçekleri tutuşmadan ‘Tövbe!... Tövbe!...Ben ettim, sen etme!...’ diyerek, hemen çam ağacını türbeye götürmüş. Bir daha ne o, ne de başka biri böyle bir hataya düşmemiş.” (Ulu 2004 273 - 274)

 

            Kaynak :

            ULU, M. Emin - Alperenler Cenneti Tokat, Acar Matbaacılık, 2004.

Kırk Budak Çamı - Şeyh Ahmet Tepesi

 

Zile Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

YAZDIR