ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 21 Haziran 2005 tarihinde güncellenmiştir.)

 

 

KEL BEKİR

Makale : Yrd. Doç. Dr. Kemal TÜRKER
(G.O.P. Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim - İş Eğitimi ABD Bşk.)
kturker@gop.edu.tr
Makaleyi Gönderen : Bekir AKSOY

Tokat Kültür Araştırma Dergisi
[
Eylül/Aralık 1991, Sayı : 3 - 4, Sayfa : (19 - 22) - (19 - 27)'de yayımlandı.]


Kel Bekir

Kel Bekir'in hayatı ibret alınacak, ilginç olaylarla doludur.
Dağlarda gezen, hayatı pamuk ipliğine bağlı bir eşkıyanın da insanlık tarafı
olduğunu, insan olarak bazı değerlere saygılı olduğunu gördüm.

            Kanaatimce bir memleketin geçmişinde, kültüründe elbetteki evliyânın da eşkıyanın da yeri vardır. Hikâyesini okuyacağınız KEL BEKİR bir eşkıyadır. Bu anılar 63 yıl öncesine kadar Zile'de yaşamış, âdeta halkın dilinde destanlaşmış, gözüpek bir eşkıyanın hikâyesidir.

            "İnce Memet" romanı da bir eşkıyanın romanı değil midir? Zile'de Kel Bekir adını bilmeyen yok gibidir. Herkesin ondan size anlatabileceği bir hikâyesi, büyüklerinden işittiği birkaç anısı mutlaka olacaktır.

            Kel Bekir'in hayatı ibret alınacak, ilginç olaylarla doludur. Dağlarda gezen, hayatı pamuk ipliğine bağlı bir eşkıyanın da insanlık tarafı olduğunu gördüm. Bu yüzden onunla ilgili anıları derlemek, kısaca yazmak istedim.

            Bu arada Bekir'in kuvvetli zamanlarında ona kuyruk sallayanların zayıf zamanında onu nasıl küçümsediklerini, insanlardaki iki yüzlülüğü, bazan insanlığımdan utanarak dinledim. Onunla ilgili olayları aktarırken amacım Kel Bekir'i ne mazur göstermek, ne de bir kahraman yapmaktır.

            Amacım bir anı dizisini kaybolmaktan kurtarmaktır. Onun iyi taraflarını gördükçe ona yakınlık duyacak, çektiği sıkıntılara ise üzüleceksiniz. Bunun yanı sıra, onun beğenmediğiniz davranışları da olacaktır. Bence onun en güzel tarafı kendi kendini eleştirebilmesidir. Birine istemeyerek kötülüğü dokunduğunda çok üzüldüğünü, hattâ ağladığını, onun da duygusal bir yanı olduğunu göreceksiniz.

            Anılarının, her ağızda başka bir biçime girdiğini, her defasında bir çok değişikliğe uğradığını farkettim. Bu durumu kendisine söylediğimde, bu işe gerçekten üzüldüğünü belirterek babasının anılarını bana aktaran, yayınlamama izin veren ve halen Zile'de oturan, Kel Bekir'in oğlu Sayın Mahmut GÜRGEN'e (Hacı Usta'ya) yardımlarından dolayı teşekkür ediyorum.

Kel Bekir'in Oğlu Mahmut GÜRGEN

            Kel Bekir'in başından geçen olayları en yakınının ağzından günümüze getirmek, olayları doğru olarak sergilemek istedim. Dokuz yaşında iken babasını kaybeden Sayın Mahmut Gürgen'i, baba özlemiyle baba sevgisini birlikte içinde yaşatan bir evlât olarak gördüm. Küçük yaşında onunla birlikte olduğu kısa anları zaman zaman gözleri dolarak anlatışını unutamam. Babasının fotoğraflarını elime verirken, yüreğinin titrediğini, babasıyla birlikte olduğu günleri ve çocukluğunu âdeta yeniden yaşadığını hisseder gibi oldum. Arada bir gözlerini silerek olayları anlatışından şunu anladım ki Kel Bekir onun için bir eşkıya değil, hasretiyle tutuştuğu bir baba idi. Onu dinlerken duygulanmadım dersem yalan olur.

            Zile'de birazcık dayılanıp, kaba kuvvete başvurana "Başıma Kel Bekir mi oldun?" derler. Bu söz Zileli'nin dilinde kullanılan bir deyim olmuştur. Daha uzun yıllar kullanılacaktır. Ama şu bir gerçektir ki Bekir her önüne gelene dayılanmamış, her aklına estikçe haksızlık yapmamıştır. Çoğu zaman haksızlığın karşısında olmuş, fakir fukaraya ilişmemiştir. Eşkıyalıktan da pek hoşlandığı söylenemez. Düzenli bir ev hayatını özlediğini, zaman zaman dile getirdiği olmuştur.

            Sonraları, yaşadığı hayattan ve eşkıyalıktan kurtarmaları için, Zile'nin zenginlerinden yardımcı olmalarını istemişse de ona hiç sahip çıkan olmamış, hayatta gerçek bir dost bulamamıştır. En büyük düşmanı ise asabî mizacı ve haksızlık karşısında çabuk parlayan öfkesi olmuştur. Ama ne demişler öfkeyle kalkan zararla oturur. Eşkıyalığın sonu olmadığı gibi, eşkıyadan da hükümdar olmaz.

            Yıl 1895 - Hacı Bayazıt Câmîi Zile'de şimdiki P.T.T. binasının olduğu bölgededir ve henüz ayaktadır. Sonraki yıllarda tamamen yıkılıp yok olan bu câminin bitişiğindeki berber dükkânı ise Mahmut Usta'ya aittir. Molla Yahya Mahallesi'nden olan Mahmut Usta burada berberlik sanatını icra etmekte, kendi halinde bir esnaf olarak hayatını sürdürmektedir.

            O yıl ikinci oğlunun dünyaya gelişiyle mutluluğu daha da artar. Mahmut Usta, adını Bekir koyduğu ikinci oğlunun yıllar sonra "KEL BEKİR" namı ile Zile ve çevresini titreten bir eşkıya olacağını elbetteki aklının ucundan bile geçiremezdi. Yıllar bir su gibi akıp giderken, akranları gibi Bekir de çocukluk çağını tamamlayarak delikanlılığa ulaşır. Artık gözüpek bir delikanlı olan Bekir, evlenme çağına gelmiştir.

            Oğlunu bir an önce başgöz etmeyi düşünen Mahmut Usta, bir süre sonra ona Zileli "Topal Bekir"in kızı Alime'yi alır ve evlendirir. Kel Bekir'in kayın pederi Topal Bekir, eşkıyalık yıllarında ona her bakımdan destek olan, hali vakti yerinde varlıklı biridir. Bekir'in bu evlilikten 1918'de bir çocuğu olur. Oğluna babasının adını koyar.

Amasya Şakkı Tarikından - Hazinadar Oğlu Sokağı
Tenha Misafir Mahallesi'nden Bir Sokak
(Zile – 1909)

http://www.zile.gen.tr

            Küçük Mahmut, bugün babasının anılarını derlediğimiz, Zile'nin Amasya Caddesi'ndeki evinde yalnız başına hayatını sürdüren, 73 yaşındaki "Hacı Usta" olarak tanıdığımız Sayın Mahmut GÜRGEN'dir.

Zile Street Scene - Fotoğraf : Dick Osseman

http://www.pbase.com/dosseman/turhal_and_zile&page=all

            Daha sonra askere giden Bekir, Yunan Harbi sırasında bulunduğu cephelerde gözüpekliği ve cesareti ile tanınır. Cephede geçen birçok olaya herkesten önce girme cesaretini gösterir. Bu arada çok iyi de silâh kullanmaktadır. Haksızlıklar karşısında çabuk öfkelenen Bekir, kendisine yapılan bir haksızlığa tahammül edemez, cepheden gizlice firar eder ve Zile'ye gelir. O yıllarda Devlet'in tam anlamıyla bir otoritesi olmadığı için Anadolu'nun birçok yeri kanun ve asker kaçaklarıyla doludur. Bekir de bu kaçaklardan biri olarak hayatının bundan sonraki bölümüne memleketi Zile'de devam eder.

            Bekir'in kızkardeşi Fadik, Bahçebaşı'nın yakınındaki "YENİKÖY"e daha önceki yıllarda gelin gitmiş, evlenmiş, orada yerleşmiştir. Ayrıca Bekir'in arkadaşı Kürt Ali ve uşakları da bu köydedirler. Bekir bir gün kızkardeşini ve arkadaşını ziyaret etmek amacıyla Yeniköy'e gider. Bilemez ki hayatının akışını değiştiren ilk katillik olayı bu ziyarette başına gelecek, eşkıyalık yaşantısının ilk perdesi bu köyde açılacaktır.

            Köye gelişini izleyen günlerin birinde Bekir yalnız başına köyün aşağısına doğru gezmeye çıkar. Ayakları, onu çingenelerin daha önceden konakladıkları yere kadar götürür. Çingenelerin bulunduğu yerdeki atlar onun dikkatini çeker. Bekir atlara meraklıdır, atlarla ilgilenir, kaça sattıklarını sorar. Gözüne kestirdiği bir at için pazarlık yapar. Pazarlık sonunda anlaşarak beğendiği atı satın alır.

            Atı aldıktan sonra Bekir'in gözüne güzel ve süslü bir eyer ilişir. Eyeri çok beğenir, fiyatını sorar. Uygun bulursa almayı düşünür. Çingenelerin beyi olan kişi hemen lâfa girer ve Bekir'i küçümseyen bir tavırla konuşarak "Senin bu eyere gücün yetmez." der ve daha ileri giderek "Sen kim, bu eyeri satın almak kim?" diye hakaret eder. Hava birden gerginleşir.

            Adam Bekir'in bam teline basmış, bu sözüyle onu öfkelendirmiştir. Bekir'in de cevap vermesiyle lâf dalaşı karşılıklı küfürleşmeye dönüşür. İş büyür, kavga çıkar. Bekir'le çingeneler bir anda birbirlerine girerler. Fakat çingeneler çok kalabalık oldukları için Bekir'i bir güzel döverler. Bunca sopayı yiyen Bekir'in gözünde artık ne at ne de eyer vardır.

            Uğradığı hakaret nefsine çok ağır gelir. Kendini toparlar toparlamaz doğruya kızkardeşi Fadik'in evine gelir. Evin duvarındaki çifteyi kaptığı gibi kapıya yönelir. Fadik Bacı, Bekir'in kötü bir şeyler yapacağını anlar ve önüne geçer. "Bekir, kardeşim yapma, etme" derse de onu durdurmaya gücü yetmez. Bu arada Kürt Ali ve uşakları da yetişirler. Ona engel olmak isterler, ama Bekir'in kimseyi dinlediği yoktur.

            Tüfeği Kürt Ali'ye çevirir ve "Ali Ağa üstüme gelme, sen bu işe karışma; üstüme gelirsen seni vururum." der. Bir çırpıda soluğu çingene çadırlarının önünde alan Bekir hedef gözetmeksizin ateşe başlar. Ortalık bir anda karışır. Çingeneler panik içinde kaçışmaya başlarlar. Bu panik içinde çingenelerden biri vurularak ölür. Bekir bir anda katil olmuştur. Yeniköy'de daha fazla duramaz. Silâhıyla birlikte ata bindiği gibi süratle uzaklaşır.

Kel BEKİR

Ressam Kemal TÜRKER

            Kel Bekir'in kayınpederi Topal Bekir'in Çakırkaya'da büyükçe bir bağı vardır. Kel Bekir Yeniköy'den kaçtıktan sonra soluğu kayınpederinin bu bağında alır. Bağdaki kulübe (Zile'deki söylenişiyle : gümele) onun sığındığı ilk yer olur. Olay bir anda her tarafta duyulur. Bu olaya en fazla üzülen kayınpederi olur. Topal Bekir buna kaderin bir cilvesi der, her insanın başına gelebilir diye düşünür. Ama damadının kanundan kaçarak yazıda yabanda saklanmasını da hoş karşılamaz.

            Çakırkaya'ya damadını görmeye gider. Onunla görüşür ve "Oğlum bu kanunsuz işten vazgeç. Gel teslim ol. Ben çocuklara bakarım. Cezanı çeker çıkarsın. Buralarda böyle yaşanmaz." der. Bir hafta süreyle Bekir'e dil döker. Sonunda teslim olması için ikna eder. Bekir'in gönlünü etmişlerdir. Hükûmete haber verilir, teslim olacağı bildirilir. Fakat Kel Bekir'in bir şartı vardır. "Teslim olduğumda elimi, kolumu bağlamayacaklar, tüfeğimi de almayacaklar. Böyle olursa teslim olurum." der. O sırada Çakırkaya bağlarından Kireçli Köyü'ne geçen Bekir, kendisine bu yolda kolaylık gösterilmesi üzerine teslim olmak için Zile'ye iner. Doğruca evine gelen Bekir bir hafta süreyle ZiIe'de istediği gibi gezip dolaşır.

KİREÇLİ KÖYÜ

Köyün İçinden Bir Görünüş

            Bu sürenin sonunda Bekir'i gidip evinden almaya çekinirler. Bir delilik yapmasından korkarlar. Bekir bu, ne yapacağı belli olmaz. En iyisi bir hile ile onu ayağımıza çağırıp, tuzağa düşürerek yakalamalı diye düşünürler. Bu plân uygulamaya konur. Ertesi gün Kaymakam Bekir'e haber salar. Çay içmek için kendisini Kaymakamlığa davet eder. "Bekir Ağa buyursun gelsin bir çayımızı içsin" der. Kaymakamlık o zaman eski Hükûmet binasındadır. Şu anda yıkılmış bulunan bu bina o yıllarda Zile'de Kiliseönü denilen mevkiide bulunmaktadır.

Çarşı Tevsiatından (Genişletme) Musalla Önü Nom Mahal (İsmindeki Yer).

http://www.zile.gen.tr (Zile – 1909)

            Bekir davete uyarak Kaymakam'ın çayını içmeye gider. Kaymakam tarafından gayet hoş karşılanır, hal hatır sorulur, bu arada çaylar da söylenir. Bekir içerde iken Kaymakam'ın kapısının önü ve merdiven başları silâhlı jandarmalarca tutulur, gerekli tertibat alınır. Artık her şey tamamdır, iş Bekir'i teslim almaya kalmıştır. Çayların yarılandığı sırada, aniden kapının açılmasıyla jandarmaların içeri girmeleri bir olur. Ellerindeki silâhları Bekir'e doğrulttuktan sonra, Jandarma Kumandanı'nca teslim olması istenir. Bu baskın karşısında neye uğradığını şaşıran Bekir, böyle kalleşçe bir oyunu kabullenemez. Her zaman belinde sakladığı uzunca bir kaması vardır. Kamayı aniden çeken Bekir, Jandarma Kumandanı'na bağırarak "Bak kumandan beni böyle kahpelikle teslim alamazsınız, ben bir kurşunla ölmem. Ama bir kaçınızı bu kama ile haklarım." der. Kamayı çeken Bekir ani bir hareketle üzerlerine atılır. Şaşkınlık sırası şimdi onlardadır, hafifçe açılırlar. Onların bir anlık şaşkınlığından yararlanan Bekir, aniden kapıdan fırlar. Kargaşa arasında üçüncü kattan ikinci kata iner. ikinci katın penceresinden kendini atan Bekir, Hükûmet Konağı'ndan kaçar ve Zile'nin ara sokaklarına dalar.

            Müftü Camisi'nin yanındaki sokaktan aşağılara inip istasyon yoluna çıkar. Bir müddet istasyon yolunda yürüyen Bekir, o sırada gelen at arabasını görür. Sürücüsüne el edip, arabayı durdurur. Arabacıyı aşağı indirip atın arabaya bağlı olan kayışlarını keser, atı boşa çıkarır. Arabacıya dönüp "Atını bir haftaya kadar geri vereceğim." dedikten sonra ata atladığı gibi gözden kaybolur. Olayın olduğu günler Zile'de harman zamanıdır. Alime Bacı'da iş güç zamanı olduğu için Hacı Hafız Kuyusu'nun bulunduğu yerdeki tarlada oğlu Mahmut'la beraberdir.

Saman Balyası Yapan İşçiler İstasyon TMO Siloları Önünde

Fotoğraf : Prof. Dr. Ali ÖZÇAĞLAR 1981 - 1982

            Onlar burada iken Bekir'in kaçtığı haberi gelir. Duyunca üzülürler ama elden ne gelir. Bu olaydan sonra Bekir'in ünü daha da yayılır. Bekir'le beraber Zile ve çevresindeki eşkıyaların sayısı bir artar. Bekir, artık herkesin üzerine kolaylıkla varamadığı gözüpek, deli bir eşkıya olmuştur. Bundan sonra tek başına eşkıya olarak silâhının gücüyle hayatını sürdürecektir. En büyük dostu silâhı, en güvendiği insanlar ise yalnızca ailesi olacaktır. Meskeni ise yazın bağlar, bahçeler, köyler, kışın ise Zile'deki kendi evi ile Kışla Mahallesi'ndeki dost tuttuğu kadının evi olacaktır. Harçlığı ise Bahri Efendi, Rahmi Bey, Rıza Bey gibi zenginlerden temin edecektir. Artık yaşamak için eşkıyalığın gereği olan işleri yapacak, sözünü silâhının gücü ile dinletecek, gerektiğinde onu konuşturacak, yeri geldiğinde de haracını toplayacaktır. Ama hep dikkatli, hep tetikte olacaktır.

            Bekir'in kayınpederinin bağı 30 - 40 adımlık meşhur bir bağdır. Bekir'in daha önce de bu bağda kaldığını biliyoruz. Bekir'in ilk işi, bu bağdaki kara ağaçların tepesine bir gözetleme yeri yapmak olur. Bekir zaman zaman buraya çıkıp, elindeki dürbünle Zile'yi ve bağ yollarını gözetler. Yapılan bir baskında Jandarma Komutanı'nca burası yıktırılmıştır. Sürekli yer değiştiren Bekir, çoğu zaman Zile'ye iner, sekiz - on gün üst üste evde kaldığı olur. Bekir gece yarısı veya sabaha karşı eve geldiğinde asla kapıyı çalmaz. Kimseye geldiğini göstermek istemez. Eve geldiği gecelerde, geldiğini bildirmek için eşiyle gizli bir haberleşme usulleri vardır. Alime Kadın kapının üzerindeki bir delikten dışarı sarkıttığı uzunca bir ipin diğer ucunu gece yatarken eline bağlayıp yatar. Bekir sabaha karşı geldiğinde bu ipi çeker. Böylece Alime Kadın uykuda da olsa kocasının geldiğini anlar, sessizce kapıyı açıp onu içeri alır. Bekir'in bu gelişlerinden jandarmanın haberi bile olsa üzerine gidemezler. Ancak Bekir gittikten sonra evi müfrezeler sarar, şöyle bir arama yapıp sözde Bekir'i ararlar.

Bahri Efendi

            Bahri Efendi, damadı Rıza Bey ve Rahmi Efendi o yıllarda Zile eşrafının hatırı sayılır, en zengin kişileridir. Servetlerinin büyüklüğü ile, Zile ve çevresindeki arazilerinin çokluğuyla bu zenginlikleri anlatmakla ifade edilemeyecek ölçüdedir. Yaşadıkları konaklar, hizmetkârlarıyla ve içinde yaşayan sakinleriyle o dönemin zenginlerinin yaşantısını tümüyle yansıtan görkemli konaklardır. Yalnız, bu konakların davetsiz bir misafiri vardır. Gecenin bir yerinde konağa gelen, nereden ve nasıl girdiği belli olmayan bu misafir, elbetteki Kel Bekir'den başkası değildir. Bekir gibi bir eşkıyanın olduğu yerde onu besleyen, harçlığını eksik etmeyen zenginler de olacaktır. Ziyaretçi ile ziyaret eden arasındaki bu buluşmalar, Bekir'in korkusundan dolayı âdeta bir baba - oğul muhabbeti içinde geçmekte ise de böyle vergi öder gibi Bekir'e haraç vermekten de pek hoşnut değillerdir.

Bahri Efendi'nin Damadı Rıza Bey

            Bekir'in zengin olmayanlara, fakir fukaraya pek iliştiği görülmez, insanlara bir eşkıya olarak zulmetmeyi ise asla düşünmemiştir. Darda kalanlara yardımcı olur, üstüne gelenlere bile son ana kadar sabır ve tahammül gösterir, naçar kalmadıkça silâhını kullanmaz. Bir gün bağlarda yalnız başına dolaşmaya çıkar. Birkaç kadının bulunduğu yere çok yakın bir yerde iş yaptıklarını görür. Onları rahatsız etmeyi, kendisini görüp ürkmelerini istemez. Derhal yol kenarındaki çalılar arasına girip, uzun süre gizlenerek gitmelerini bekler. Bu arada bir müfreze askerle, Yüzbaşı Hamdi Bekir'in olduğu bölgede eşkıya takibine çıkmışlardır. Bekir'in olduğu bölgeyi taramaya başlarlar.

            Arama sırasında Yüzbaşı çalılar arasında gizlenmiş olan Bekir'i görür. Bir an Bekir'le gözgöze gelirler. Fakat onu görmemezlikten gelip arkasını döner, başka bir yana yönelir. Aksilik bu ya, erlerden biri Bekir'i görür ve silâhını ona doğrultarak teslim olmasını ister. Bekir, askere "Yavrum üstüme gelme. Bak Yüzbaşın bile beni görmemezlikten geldi. Beni bırak." derse de lâf anlatamaz. Bakar ki askerin niyeti kötü, bir anda silâhını çektiği gibi askerin üzerine boşaltır." Benim anam ağlayacağına, senin anan ağlasın." der ve askeri vurduktan sonra kaçar. Terhisine 10, 15 gün kalan bir askeri istemeyerek öldüren Bekir, elini istemeden ikinci defa kana bulamıştır. Bekir bu olayın etkisinden uzun zaman kurtulamamış, çok üzülmüştür. Evde bu olayı her anlatışında ağlamış, istemeden onu öldürmüş olmanın üzüntüsünü her zaman yüreğinde duymuştur.

KEL BEKİR
Tokat Kültür Araştırma Dergisi
[
Aralık 1991, Sayı : 4, Sayfa : (19 - 27)'de yayımlandı.]
(II. BÖLÜM)

            Her yıl sonbaharda, Ekim ayının son günlerinde Zile'de panayır kurulur. Zile o yıllarda bölgenin alışveriş ve ticaret merkezi durumundadır. Panayır zamanı Artova, Kadışehri, Çekerek ve çevre köylerden gelenlerle Zile'nin nüfusu bir anda artar, âdeta iki katına çıkar. Zileliler kış için gerekli tüm ihtiyaçlarını bu günlerde tamamlarlar, panayır süresince bir canlılık bir hareket göze çarpar. Alışveriş yanında panayırda eğlence de vardır. Salıncaklar, hokkabaz ve cambazlar küçüklerin olduğu kadar büyüklerin de ilgisini çekmektedir.

            Bir öğleden sonra Alime kadın, küçük Mahmut'u da yanına alır, birlikte panayıra giderler. Mahmut cambazları seyrederken, bir ara kalabalığın içinde babasını görür. "Ana" der, "Babam burada". Kadıncağız geriye döner ki gerçekten Bekir tebdili kıyafet arkalarında duruyor. Bekir de kalabalık içinde cambazları seyretmektedir. Değişik kıyafetiyle ve takma sakalıyla Bekir'i onlardan gayri tanıyan olmaz. Bekir'in değişik kıyafetlerle zaman zaman Zile'de dolaştığı, hattâ bir defasında yine Zile'de bir yangını seyrettiği olmuştur.

            Sürekli gezen Bekir, bir gün Dereboğazı'nda dolaşmaya çıkar. Bağından odun getiren yaşlıca bir kadının, odun yüklü eşeğinin yolda yıkıldığını görür. Odunları tekrar yüklemeye çalışan kadının yanına gider. Odunu eşeğe yüklemesine yardımcı olur. Kadının telaşlı hali dikkatini çeker ve sorar "Ana bu telaşın nedir?" Kadıncağız soluk soluğa terini siler ve "Oğul Kel Bekir denen herif buralardadır. Bana bir zararı dokunmadan, bir an önce eve gitmek istiyorum." der. Bekir başka bir şey söylemez. Odunları yükledikten sonra, kadın Zile'nin girişine (eski Reji'nin olduğu yere) kadar getirir. Ayrılırken ona bir miktar harçlık verir ve "Ana, Bekir'den korkmana gerek yok. Sana bir kötülüğü dokunmaz. Zira, Bekir denen adam benim." der. Kadın ne diyeceğini bilemez. Şaşkınlıktan âdeta dili tutulur. Şaşkınlığı geçince Bekir'e bol bol dua eder.

Dere Boğazı

Zile - Amasya Yolu

            Bekir bu, nerede, ne zaman, kimin karşısına çıkacağı belli olmaz. Karşılaştığı kişilerin hepsine de aynı şekilde davrandığı söylenemez. Bir gün Çakırkaya'da bir bağda Zile eşrafından Fuat Bey, Hasip Ağa, Deli Kâmil, Ahçıoğlu Kâzım birlikte oturmuşlar, yiyip içip eğlenmektedirler. Yenip içildikçe kafalar dumanlanır, sohbet koyulaşır. Oradan buradan konuşurken sohbet sırasında bir ara Bekir'in lâfı geçer, içkinin verdiği cesaretle gruptan "Bekir de kim oluyor? Onu da amma büyüttünüz." diyenler olur. Bu sözler arasında nerede var, nerede yok aniden Bekir görünmez mi? Beylerin bir anda renkleri değişir, keyifleri kaçarsa da belli etmemeye çalışırlar. Bekir yanlarına gelir, selâm verdikten sonra "Ağalar keyfiniz bol olsun." der.

            Hep birden ayağa kalkarlar. "Buyur Bekir Ağa" diyerek onu da aralarına alırlar. Hoşbeşten sonra biraz önce sanki Bekir'e atıp tutan onlar değilmiş gibi birlikte sohbete devam ederler. Tekrar yenilir, içilir, sohbet gittikçe koyulaşır. Uzunca bir oturuştan sonra vakit hayli ilerler, akşam olur. Kafaların dumanı yavaş yavaş dağılınca vaktin ilerlediği hatırlanır. Daha sonra "Bekir Ağa, bizi evden beklerler, bize müsaade." diyerek ayağa kalkarlar. Bekir'in gözüne bakıp izin dilerler. Onlarla birlikte ayağa kalkan Bekir, tüfeğini omzuna taktıktan sonra "tabii gidebilirsiniz" der. "Yalnız, Fuat burada kalacak." deyince bir anda topluluğun ortasına gökten taş düşmüş gibi olur.

            Neye uğradıklarını bilemezler. Bir anlık şaşkınlıktan sonra "Bekir Ağa bu ne iştir, Fuat'ın ne suçu var?" derler. Bekir Ağa biraz daha ciddileşerek "Bana, gidip on kırmızı lira tedarik edip getireceksiniz. Siz gelene kadar Fuat'ın kılına bile hata gelmeyecek. Ama gelmezseniz gerisini siz düşünün." der. Aslında Bekir, kendisi yokken, aleyhinde söylenilenleri duymuş ve onlara bir ders vermek istemiştir. Bekir'e karşı gelmek kimin haddine. Çaresiz, verilen emre uyarlar. Zile'den istenilen miktarda para temin edilir. Para Bekir'e teslim edildikten sonra Fuat Bey kurtarılır. Kimine harçlık veren Bekir, kiminden de haracını almayı ihmal etmez. Ama kime ne vereceğini, kimden de ne alacığını çok iyi bilir.

            Bir ara Zile'de Jandarma Kumandanı olarak Sağıroğlu Şükrü Bey de görevde bulunur. Şükrü Bey Zile'li olduğu için Bekir'i korur. Bekir'in üzerine gitmekte pasif davranır. Bu yüzden herkesçe suçlanır, zamanla Şükrü Bey'in Bekir'i himaye ettiği söylentisi yaygınlaşır. Şükrü Bey ise bu söylentilerden oldukça rahatsız olur. Bekir'i yakalaması için bir gün kendisine takip emri verilince gönülsüz olarak takibe çıkar. Bekir'i yakalamaya ise hiç mi hiç niyeti yoktur. Ama dedikodulardan da canı iyice yanmıştır. Bu işe bir çözüm bulması gerektiğine inanır. En iyisi bir plân yapıp bu işten kurtulmak diye düşünür.

            Bekir'in olduğu bölgeye gelince jandarmaları kendinden uzaklaştırır. Bekir'le karşılaştığında ise hakkında çıkarılan dedikodulardan yakınır, güç durumda olduğunu söyler. Çözüm yolu olarak düşündüğü plânı ona da anlatır. "Bekir Ağa şimdi ateş edip beni ayağımdan vurup kaçacaksın. Ben de senin arkandan bir - iki el ateş edeceğim. Çatışmada vurulduğum zannedilirse bir daha kimse beni bu yüzden suçlayamaz." der. Bu iş Bekir'in de aklına yatar. Şükrü Bey'i ayağından vurur ve oradan kaçar. Silâh seslerine gelen jandarmalar, Şükrü Bey'in vurulduğunu görünce, takipten vazgeçip Zile'ye dönerler. Bir daha da onu kimse Bekir'in üzerine yollamaz. Dedikodular da kendiliğinden kapanmış olur.

            Bekir için yazın mesken tuttuğu bağ ve bahçelerin kış gelince pek tadı kalmaz. Kışın genellikle Zile'de kalan Bekir, bazan Kireçli Köyü'ne bazen de Yeniköy'e gidip oralarda da kalır. Bekir'in Zile'de Kışla Mahallesi'nde bir de dostu vardır. Zile'de kaldığı günlerde bu kadının evinde konaklar, kışın birçok geceleri onunla geçirir. Kendi evine geldiği zamanlar da olur. Zira oğlu Mahmud'u çok özler. Onun bir an önce büyüdüğünü görmek en büyük arzusudur. Hanımına bazan şaka yollu "Gidiyom, geliyom da bu oğlan da bir türlü büyümüyor." diye takılır.

YENİKÖY KÖYÜ

Köy Meydanından Genel Görünüş

            Eşkıyalıktan ve yaşadığı hayattan hiç memnun olmayan Bekir, bu yaşantıdan kurtulmayı çok arzulamış, hep birilerinin yardımını beklemiştir. Haraç aldığı kişilerden bile bu konuda yardım istemiştir. Bahri Bey'e defalarca "Hükûmete sözün geçer, beni bu yoldan kurtarın." demişse de ona sahip çıkan, sesine kulak veren olmamıştır.

            Bahar geldiğinde Dereboğazı ve Zile bağlan bir başka güzel olur. Baharın gelişiyle Bekir de tüfeği omuzunda kâh Çakırkaya'da kâh Dereboğazı'nda gezer dolaşır. Böyle dolaştığı günlerde kendi bağla