ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 29 Mart 2009 tarihinde güncellenmiştir.)

 

 

Hey Onbeşli Onbeşli
Türküsü

Araştırma : Mehmet Emin ULU
(Halk Edebiyatı Araştırmacısı)


http://tosayad.spaces.live.com/?_c11_BlogPart_BlogPart=blogview&_c=BlogPart

Hey Onbeşli Onbeşli Türküsü
http://www.sanatalemi.net/HaberDetay.aspx?Hid=7657
http://www.tumgazeteler.com/?a=2470089

Hey Onbeşli Onbeşli Türküsü’nü
Oyun Havası Olmaktan Çıkaralım!

            Saygıdeğer Hocam, Mehmet Yardımcı`ya,

            En kalbî duygularımı sunmakla söze başlamak istiyorum. "Hey Onbeşli Onbeşli" Türküsü'nün geldiği son merhaleyi galiba kızıştıranlar var. Olayı bir de varyant olarak ele alsak; daha bilimsel, daha aklıselim sahibi gibi hareket edemez miyiz? Siz de Halk Edebiyatçısı'sınız, âcizane biz de Halk Edebiyatçısıyız. Bu alanda sizin elinize su dökemem. Ancak Halk Edebiyatı araştırmalarının nasıl yapıldığını; efsanelerin, masalların ve türkülerin nasıl ortaya çıktığını iyi bildiğimi düşünüyorum. Bu konuyu bilmeyenlerin tartışmaya katılması da uygun olmasa gerek!

Tarihi ve Kültürüyle Zile Sempozyumu (09/12 Ekim 2008) Katılımcıları Kültür Evi'nde Öğle Yemeğinde.
Turizm Haftası Etkinlikleri Konferans Öncesi Konuşmaları Dinlenirken Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI, Mehmet Emin ULU, M. Ufuk MİSTEPE


Soldaki Fotoğrafı Gönderen : Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI - 16.04.2008 / Sağdaki Fotoğraf : Mustafa BELDEK

            Zileli bir dostum, sizin, benim son yayımlanan "Onbeşliler Gidiyor" kitabını İzmir`den elde ettiğinizi, bu konuda pek çok tartışmaların olduğunu beyan etti. Galiba, ortalığın bulanmasından paye alacak olanlar var? Olayı bilimsel açıdan ele aldığımızda, sizin dinlediğiniz veya yakınlarınızın başından geçtiğini söylediğiniz hikâyenin bir başka varyantı da niçin Artova`da ya da Tokat`ta olmasın?

            Ben, kendi yaptığım araştırmaların ve şu an elimin altında bulunan Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları - Kültür Bakanlığı Destekleriyle basılan "Ömer Seyfettin Yolunda" 1995 – 2000 yılları hikâyelerinden meydana gelen kitabın, 199 – 207. sayfaları arasındaki hikâyeden bahsediyorum.

            Bu hikâyeyi yazan Hulusi Üstün, Silivri`de Avukatlık yapıyor, Tokatlı ve hikâyeyi babaannesinden dinlemiş. Hikâye, 2000 yılında yapılan Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması'nda 3. olmuştu. Tabi arkadaşın bu hikâyeyi nasıl derlediği, kiminle konuştuğu beni pek ilgilendirmiyor. Çünkü işin Halk Edebiyatı tarafıyla hiç ilgilenmedim. Çünkü Türkü`nün Tokat`a ait olduğuna benim şüphem yoktu ya da ben öyle biliyorum.

            Kaldı ki benzer bir yazı, Tokat Kültür Araştırma Dergisi'nin 2005 – 19. sayısının 70 – 73. sayfaları arasında Halkiyatçı Hayrettin Koyuncu tarafından da bir araştırma yazısı yazıldı. Zaten benim yazdığım eserin, Halk Edebiyatı'nın bu tarafıyla ilgisi yok. Fakat şunu rahatlıkla beyan edebilirim ki Hulusi Üstün`ün yazdığı hikâyenin benzerine ben de rastladım. Kaldı ki Hulusi Bey de hikâye yazmış. Hikâyenin, edebiyatımızda nasıl bir tür olduğunu izah etmeye lüzum var mı?

M. Ufuk MİSTEPE ve "Onbeşliler Gidiyor" Adlı Romanın Yazarı
Mehmet Emin Ulu Tokat Etkinlikleri Haftası'nda Ankara'da ve Plâketini Alırken Sempozyumda.

M. Ufuk MİSTEPE Fotoğraf Arşivi ve http://picasaweb.google.com/zilesitesi/Zile_sempozyumu#

            Sizi seviyorum,

            Sizin yazdığınız eserleri, gıpta ile takip ediyorum. Hiç unutman "İz Bırakan Zileli Şairler" kitabınızı, Başkanımız Murat Ayvalıoğlu`nun makamından alarak, en az iki yüz elli tanesini elimle, Tokat ve ilçelerindeki okullara, hattâ köylere kadar birer birer dağıttım.

1955'te Zile - Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Arşivi

Zile Belediyesi Kültür Yayınları - Mayıs/2004, 320 Sh.

            Ben üniversite yıllarında, yani 1976 - 1977`li yıllarda yaptığım araştırmalarda, 1986 Tokat Kültür Araştırma Vakfı tarafından 687 köyde, Köy Öğretmeni, Muhtar, köydeki en yaşlı bir kadın ve bir erkek, Köy İmamı dahil, oluşan on kişilik bir heyete : 90 ana başlık, 333 yan başlıkla yaptırdığım ön araştırmalarda elde ettiğim derleme dosyalarında da buna benzer bir konu yakaladık.

            Hattâ, 20 Temmuz 1987 tarihinde elimizdeki dosyalarla, Tokat Vâliliği'nden aldığımız bir araçla, Millî Eğitim İlçe Müdürlüğü yapmış olan ve şu anda da emekliye ayrılan Edebiyat Öğretmeni ve Eğitimci Yılmaz Aydın'la birlikte bir hafta sondaj araştırmaya çıktık. Merkez Çiftlik, Killik, Batmantaş, Arapören, Ortaören, Avara, Yağcı Musa ve Arabacı Musa Köyleri'nde yaptığımız bu araştırmalarda da benzer hikâye kırıntılarına rastlamış, daha sonra bunları bir rapor halinde tanzim etmiştik.

            Tabi bu vakfı ben ve Selahattin Adıgüzel yıllarca götürdük. Şimdi Vakıf, kanun gereği kapandı, evraklarının nerede olduğunu ben de bilmiyorum. Fakat ben yaptığım araştırmaların içini doldurarak karınca kararınca yayımlamaya çalışıyorum. Şurasını asla unutmamak icap eder, ben elimdeki hikâyenin akışına göre burada yazıyorum.

"Hey Onbeşli" adlı oyunda bir tiyatro sahnesi.

            Zile`de bununla alâkalı bir başka varyant varmış, efendim bu hikâyenin aslı öyle değilmiş, efendim, yok şöyleymiş, böyleymiş, inanın bunları halk edebiyatı açısından hiç düşünmedim. Çünkü benim yazdığım eser, doğrudan doğruya Hey Onbeşli Hikâyesi'nin nereden doğduğuyla alâkalı değil ki.

            Şimdi size bir açıklamada bulunayım. Elimde, Dede Korkut Hikâyeleri'nden Bamsı Beyrek Hikâyesi'nin "Beybörek" adıyla söylenen ve bugüne kadar hiç bir yerde yayımlanmayan bir varyantı var. Ve bu varyant, bana babam tarafından anlatıldı. Bilir misiniz ben çocukluğumda, babamdan pek çok halk hikâyesi duydum. Babam iyi bir anlatıcı olduğu kadar, sesi de güzeldi. Annem de öyle...

            Hikâye dalında 2000 yılında Türkiye Birinciliğini 0,1 puanla kaybettiğim ve ikinci olduğum "Irmaklar Yıldız Akar" hikâyesi, annemin hikâyesiydi. 2001 yılında Türk Dünyası'ndan da katılımcıların olduğu yarışmada 250 hikâyeci arasında dördüncü olduğum, "Yeşil Yokuşun Billur Kuşu" adlı hikâye de babamın ve annemin anlattığı ortak hikâyeydi.


http://kitap.antoloji.com/kisi.asp?CAS=139696

            Şimdi "Onbeşliler Gidiyor" hikâyesi adıyla benim kaleme aldığım varyant ve Hulusi Üstün`ün babaannesinden dinlediği hikâyeler neden benzer olmasın? Ve bu hikâyeleri anlatanlar da niçin hikâyeyi Tokat`a mal etmesin? Böyle bir hikâyenin varyantı olmayacağını kim iddia edebilir?

            Hayır, böyle iddia olmadığı gibi, bu iddiayı ortaya koyacak olanların bu konudan haberleri yoktur ve bunlar, avam tartışmasıdır. Kaldı ki şu kısır tartışmanın içine bizi sokanlara seslenmek istiyorum : Evet, benim derlediğim ve Hulusi Üstün`ün yazdığı hikâyenin bütün motifleri, türkünün Tokat`ta yakıldığını ispat ediyor.

            Fakat tekrar ediyorum. Konu bu değil. Konuyu bu raddeye getirmek isteyenler, 800 sayfalık, yüzlerce belge ve fotoğrafla dolu bilgileri okuma zahmetine katlanamayanlardır. Daha önce de ifade ettiğim gibi kitabın kapağına bakarak karara varanlar büyük bir yanılgı içindedirler.

            Tokat`ın malını Zile`ye, Zile`nin malını Niksar`a...

            Bu ne bağnazlık, bu ne aymazlık...


http://tosayad.spaces.live.com/?_c11_BlogPart_BlogPart=blogview&_c=BlogPart

            Biz, öz be öz Tokatlı'yız. Bizler, kısır tartışmaların yerine Tokat`ın kültür dünyamızdaki yansımalarını ortaya koymalıyız.

            Ben bu eseri : 1. Cihan Savaşı'nda ihmal edilmiş ve örselenmiş kadınlarımızı, gençliğin gözünde bir kahraman olarak yansıması için yazdım. Onları İstiklâl Savaşı'nın geri plândaki "mit"leri olarak kullandım. Çok meşhur birilerinin yaptığı gibi ısmarlama eser de yazmadım. Kaldı ki 800 sayfalık bir kitapta, Hey Onbeşli Hikâyesi ne kadar yer tutar ki? Bu da benim tercihim.

            İstiklâl Savaşı'nı bin bir yazar, bin bir kalemle yazdı. İstiklâl Savaşı'nı yazanlar tükendi mi? Varsın, bir kalemşör de çıksın, Zile`deki Hey Onbeşli Onbeşli Hikâyesi'nin varyantını yazmış olsun ya da onun romanını yazsın. Yeter ki yürekler arasına uçurum kazmasın. Kazmasın da ne yazarsa yazsın.



(mehmet.yardimci@deu.edu.tr)

          Emin Beyciğim, başarılarınız için sizi tebrik ederim. Fakat keşke Hey Onbeşli Onbeşli Türküsü'nü Tokat'a yamama çabasına âlet olmadan romanınızı yazsa idiniz daha yerinde olurdu. Romanınızı görmedim ve okumadım. Bende sadece Hey Onbeşli Onbeşli adını verdiğiniz Tokat şiirlerinden oluşan bir güldeste var. Bu kitapta Tokat'ın ilçeleri için yazılmış şiirler ve ilçe türküleri de bulunmaktadır. Benim de bazı şiirlerime yer verilmiştir. Zile ve Turhal türküleri de bu kitapta vardır.

          Emin Bey, Hulusi Üstün hangi yaşlı ile konuşmuştur. Yaşlı dediğiniz kişi o yılları yaşamış mıdır? Bilirsiniz bazı masallar ve efsaneler kimi anlatıcılar tarafından yeni yörelere maledilirler. Bu da öyle bir gayretin ürünü olsa gerektir. Size kızmıyorum, yalnız yaptığınız bazı aceleciliklere üzülüyorum. Örneğin, Zileli değilsiniz, Zile'de Cahit Külebi Anma Günü düzenlediniz. Tebrik ederim. Fakat aceleye getirdiniz. Külebi ile ilgili çok yetkin kişileri çağırmadınız. Benim şu anda Külebi ile ilgili 6 makalem yayımlandı. "Bütün Yönleri ile Külebi" kitabım da Türk Dil Kurumu tarafından basılıyor. Prof. Dr. İsmail Çetişli doktorasını Cahit Külebi üzerine yaptı. Tezi de yayımlandı. Çağırdığınızı sanmıyorum. Neyse bunu geçelim, gelelim asıl konumuza.

          Emin Bey, benim babam 1315'lidir. 88 yaşında vefat etmiştir. Annem de 1320'li olup 90 yaşında vefat etmiştir. Babamın çok söylediği kendileri için yakılan Hey Onbeşli Onbeşli Türküsü'nü annem 15'lilerin ikinci kez Kurtuluş Savaşı'na gidişi ile Zile'de yaygınlaşan bir türkü olduğunu anlatırdı.

          Bilindiği gibi 1315'liler önce, henüz 18 yaşında iken askere alınıp Doğu cephesine gönderilmiş, Batum'un teslim alınışından sonra terhis edilmiş ve dört yıl askerlikten sonra tekrar Seferberlik ilân edilince ileri yaşlarına rağmen yeniden asker olup Batı cephesine gönderilmişlerdir. Babam Doğu cephesine piyade olarak gitmiş, çok sıkıntı çekmiş, Doğu cephesinden dönen az adamdan biridir. Batı cephesine ise Süvari olarak gitmiştir.

          Zile'nin Mal Pazarı (Deri Yeri) denilen yerde yöremizin meşhur paşası (Deli Kâmil) tarafından Zile merkez ve köylerinden toplanan 120 kişilik süvari bölüğünün o zaman tozlu topraklı Tokat yoluna düşmeleri ile uğurlayanlardan birinin ağıt şeklinde arkalarından yaktığı türküdür.

          Şunu söyleyeyim, Zile'de asker eskiden kaledeki kışlada resmî işlemlerini bitirip Mal Pazarı (Deri Yeri) denilen alanda toplanıp bir zabit tarafından topluca götürülürmüş. İnsanlar askeri oradan uğurlarmış. Bu nedenle 1315'lilerin ilk gidişlerinde ya da ikinci gidişlerinde yakılan bu türkünün yaygınlık kazanması seferberlik sonrasıdır.

          Bu türkünün sözleri zaman içinde değişime uğrayıp bazı motifler eklenerek bugünkü oyun havası biçimine sokulmuştur. Bilindiği gibi "Bursa'nın ufak tefek taşları" adlı türkü Bursa türküsü değildir. Hey Onbeşli Türküsü de Zile türküsü olup, Tokat merkeze bağlanmaya çalışılması kültür yozlaşmasına sebep olur. Zile zaten Tokat'ın bir ilçesi. Sen romanında Tokat'ın bir ilçesinin olduğu yaygın olarak bilinen bu türküyü yerinde koysan ne Tokatlılar gücenirdi sana ne de Zileliler.

          Romanı okumadım. Romanın içinde ne kadar geçiyor bilmiyorum. Ben bu türkünün hikâyesi ile bir de ödül kazanmış kişiyim. Bazı romanların devamı yazılabilir. Belki devamını yazıp bir şekilde gerçeğin su yüzüne çıkmasını işleyebilirsiniz.

          Bu konu çok konuşulacağa benziyor. Lütfen fevrî hareket edip kırıcı olmayınız. Gördüğüm kadarıyla bazı sözlerinizden alınanlar çok. Selâmlar. 11.12.2007 - İZMİR

                                                                            Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

          Kaynak : http://mail.google.com/mail/#search/emin+ulu/116c9b98d8107c80

            Saygıdeğer Hocam, bazı konularda aceleci olduğumu beyan ediyorsunuz. Doğrudur. Hayat o kadar kısa ki. Bazı güzellikler acelecilikten çıkmaz mı? Her yanlış bir nakış misali; iyi niyetle aceleyle yapılan her işte, bin bir güzelliğin ortaya çıktığını görmedik mi?

            Cahit Kulebi Paneli'ne kimleri mi davet ettik? Bu alanın en iyilerinden biri diye düşündüğüm Prof. Kazım Yetiş Bey'i davet ettik. Oturum Başkanlığı yaptı. Cahit Kulebi`nin oğlu Ali Kulebi vardı, torunu OTDÜ`de Araştırmacı Baybars Kulebi vardı, Bekir Atılgan kardeşimiz vardı. Daha başka güzel insanlar da vardı. Panel öylesine güzel oldu ki salonu dolduran yüzlerce aydın ve bürokrat, en alt kademesinden en üst kademesine kadar, saatlerce bu paneli hayranlıkla takip etmekten kendilerini alamadılar. O panelle, Cahit Kulebi`nin ruhunu şâd ettiğimizden hiç şüpheniz olmasın.

            Tokat Şâirler ve Yazarlar Derneği (TOŞAYAD) olarak bizler, kendimizi Tokat ve Türk Kültürü'ne adamış bir avuç kardeşiz. Kimsenin eteğini öpmeye de niyetimiz yok. Fakat kültür abidelerinin ve Türk Kültürü'ne riyasız hizmet edenlerin, destek verenlerin elini bırakır, ayaklarını öperiz. Nasip meselesi, bugün Ahmetler hizmet eder, yarın Mehmetler...

“Cengiz Aytmatov’a Saygı” adlı program ile “Elazığ - Tokat Kültür Buluşması”

http://www.elazig.gov.tr/tr/guncel/haber/1125.asp  http://www.kenthaber.com/Arsiv/Haberler/2007/Aralik/13/Haber_303385.aspx

            Tokat`ta Mayıs ayı içinde 10. Kur`an Sempozyumu'nu yaptık ve canlı olarak, dünyaya verdik. Ülkemizden altmışa yakın bilim adamı katıldı. Lübnan`dan, Japonya`dan ilim adamları geldi. Yani biz hem Cahit Kulebi’yi hem Mustafa Necati Sepetçioğlu`nu hem de bu milletin manevî değerlerini toplumla paylaşarak dile getirmeye çalışıyoruz.

            Saygıdeğer Hocam, biliyor musunuz? Yeşilırmak Şiir Şölenleri'ne ne oldu? Birkaç arkadaş elimizi çektik. Ve her şey ortada kaldı. Şimdi marjinal gruplar kıyıda köşede şiir şöleni yapıyor. İnşaallah bu konuyu 2008'de yeniden canlandıracağız! Toplumun bütününü kucaklayan, kültür işçiliğine soyunan bu arkadaşları sevenleri de sevmeyenleri de; destek verenleri de vermeyenleri de; nerede hata yapacaklar diyip "kıs kıs" gülenlere de "Eyvallah, dostlar! Eyvallah!" diyoruz. Herkesi Yunusça kucaklıyoruz. İçinde yaşadığımız şehri seviyoruz, vatanımızı seviyoruz, bayrağımızı seviyoruz, devletimizi seviyoruz, Allah’ımızı seviyoruz. Bundan gerisi yalan ve dolan...

Taşhan'da Yapılan 5. Yeşilırmak Şiir Şöleni Katılımcıları - 31.05.2007 Tokat

http://www.sancaki.com/sayfa.php?no=63&KayitNo=160

            Lütfen nereden bulursanız bulun, "Onbeşliler Gidiyor" ya da "Belgelerle 1315`lilerin Dramı" adlı kitabı Allah rızası için okuyun! Niksar Belediyesi çıkardı. Orada, insan sevgisinden, Tokat sevgisinden ve onları Yaratan'ın sevgisinden başka ne bulursanız yele verin! Ve Allah rızası için hangi şartlarda olursa olsun şu "Onbeşli Türküsü"nü oyun havası olmaktan birlikte çıkaralım! Yoksa şehitlerimizin ruhu muazzep içinde bunca zaman kaldı, bundan sonra da kalmaya devam edecek? Bunun vebalini taşıyacak bir babayiğit varsa buyursun! Ben yokum. Elimden geleni yaptım, bundan sonra da yapacağım. Tokat`ta ilkleri yapıyoruz. Yapmaktan onur duyuyoruz.

            Şimdi 2008 Mayıs ayında, Mustafa Necati Sepetçioğlu II. Sempozyumu`nu yapacağız. Bu sempozyumun kararı geçen sene Atatürk Kültür Başkanlığı ile yapılan görüşmeler sonucunda verildi.



(mehmeteminulu@mynet.com)

          Saygıdeğer Hocam,

          Bu yazıyı üçüncü kez yazıyorum. Son çıkan kitabım elinize geçmiş. Güzel görüşlerinizden istifade etmek isterim. Bu eserin 1977 yılında hazırlığını yaptığım bitirme tezine kadar uzandığını, o yıllardan yaptığım pek çok araştırmanın bir sonucu olduğunu bilmem anlatmaya lüzum var mı?

          Eserin kapağını görüp de "Zile'nin Türküsü" nasıl Niksar'a mal edilir? diyenleri düşünüyorum. Bugüne kadar görüşü savunanlar, bu alanda neden bir eser yazıp koymamışlar? Kaldı ki ben bu eseri, " Hey Onbeşli Onbeşli Türküsü" Tokat'ın mı, Zile'nin mi? Niksarın mı tezini savunmak için yapmadım. Adanalıların sahip çıktığı türkümüzü bu eserle ve belgelerle tam anlamıyla Tokat'a mal ettiğimi söyleyebilirim. Bu eserden sonra kimse türkümüze sahip çıkamayacaktır.

          Değerli Hocam, hikâyenin Zile'yle ne kadar ilgisinin olduğunu kısaca aktarayım. Hediye, eşkıyalar tarafından, Tokat sokaklarına bırakıldıktan sonra Tokat Umumhanesi'ne düşer. Burada barınamaz, Zile'ye yerleşir. Zile'de ölünceye kadar, horlanarak kullanılır. Zile'de araştırma yaptım, fakat içim burkuldu!

          Bir Yemen kahramanının yavuklusunun horlanarak kullanılmaya devam ettirilmesi benim onuruma dokundu. Ve inanın işin o tarafına ben eserimde yer vermedim. Bambaşka bir sonuç kurguladım. Bunu hem yazdığım tiyatroda hem yazdığım sinema filmi senaryosunda hem de 26 bölümlük dizi film senaryosunda vurguladım.

          Eserin 664. sayfasındaki dip notları okursanız mahiyetini daha iyi anlarsınız. Fazla söze gerek yok. Dolaştığım yerlerin ta Ardahan'a kadar fotoğraflarını çektim. Bu eser, çöküş döneminin küllerinden Zümrüdüanka misâli, yeniden doğan bir milletin acıklı öyküsüdür.

          Biz artık, Hey Onbeşli'nin oyun havası olarak oynanmasını istemiyoruz. Bosna'da bile ağıt şeklinde okunan bu türkünün, bizim literatürümüzde oyun havası olarak oynanmasını aziz şehitlerimize saygısızlık olarak kabul ediyoruz!

          Siz, çevrenizdekilere, etki alanınızı bu yönde kullanırsanız yanız bizi değil bütün 1315'lilerinin ruhunu şad etmiş olursunuz. Bu arada Mustafa Necati Sepetçioğlu 2008 yılı Sanat ve Edebiyat Ödülleri "Hikâye Dalında Yapılacak", bu konuda sizden destek bekliyoruz.

          Sağlık ve mutluluk dolu bir ömür diliyor, saygılar sunuyorum.

                                                                                         Mehmet Emin ULU
                                                                                         TOŞAYAD Başkanı
                                                                            (Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği)

          Kaynak : http://mail.google.com/mail/#search/emin+ulu/116c9b98d8107c80

            Aziz Hocam,

            Mustafa Necati Sepetçioğlu Sanat ve Edebiyat Ödülleri Yarışması'nın 2008 yılındaki dalı "Hikâye", 2009 yılınınki "Serbest Roman" olacak. İnşaallah ebediyete akıp giden her yıl bu yarışma değişik dallarda devam edecek. 2007 yılında yaptığımız 1. Uluslararası Mustafa Necati Sepetçioğlu Tarihî Roman Yarışması'na Azerbaycan`dan ve Kafkasya`dan bile katılımlar oldu.

            Jüri üyeleri : Prof. Dr. Kazım Yetiş, Prof. Dr. Fatih Andı, Prof. Dr. Hülya Argunşah, Dr. Alim Kahraman ve Mehmet Nuri Yardım`dı.

Araştırmacı Yazarımız Mehmet Emin ULU,
Sayın Hüseyin GÜLSÜN, Murat AYVALIOĞLU ve Ferruh KÖKNEL ile Tokat Etkinlikleri Standında.

http://tosayad.spaces.live.com/?_c11_BlogPart_BlogPart=blogview&_c=BlogPart

            Şimdi bu kadar iş, aceleye gelerek ortaya çıkar mı? Bir kez daha söylüyorum. Sizi seviyorum, sizin yazdığınız eserleri, gıpta ile takip ediyorum. Zile`yi ve Zilelileri çok seviyorum. Zile Belediye Başkanımız Murat Ayvalıoğlu`nu kültüre yaptığı hizmetlerden dolayı canı yürekten kutluyorum. Ve O'nu kimsenin tahmin edemeyeceği kadar, dalkavukluk için değil, yürekten seviyorum.

            Bu yazıyı Zile Plâtformu'na da göndereceğim... Zile`ye, Zilelilere ve Bütün İnsanlara Bir Kusur Etmişsek, Af Ola! Ben yazdığım bütün eserlerde yüreğimi koyuyorum. Hata var mıdır? Hata olmasa kulluk mu olur? Ben kulluğa talibim, palyaçoluğa değil?

            Bu yazımı okuyanlardan bir kez daha rica ediyorum. “Hey Onbeşli Onbeşli” Türküsü'nü Oyun Havası Olmaktan Birlikte Çıkaralım! Bu vatanı, bu bayrağı sevenler. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” diyenler aşkına; “Hey Onbeşli Onbeşli” Türküsü'nü Oyun Havası Olmaktan Çıkaralım!

                                                                                                                 Mehmet Emin ULU
                                                                                                   Bir Garip Türkiye ve Tokat Sevdalısı



(mehmet.yardimci@deu.edu.tr)

          Ufuk Bey, ne hikmetse herkes Hey Onbeşli Türküsü'nü bir yerlere bağlamak istiyor. Rahmetli babam 1315'lidir. İstiklâl Madalyası vardır. 85 yaşında vefat etmiştir. Annem de babam askerken evli bir çocuk annesi imiş.

          1315'liler önce padişahın sonra Mustafa Kemal'in askeri olarak iki defa askere alınmışlardır. Kimileri, henüz çocuk yaşta iken, askere alınışlarının ardından yakılmış bir türkü olduğunu ileri sürmekte, kimileri de ikinci kez askere gidişlerinin ardından yakıldığını ileri sürmektedir. Aslı zaten şimdiki söylendiği biçimde bir oyun havası değildir. Muzaffer Sarısözen grubunun Anadolu türkülerini derleme ve notaya alma projesi kapsamında notaya alınmış ve eklenen bazı sözcüklerle türkü farklı bir boyut kazanmıştır.

          Annem, 1315'lilerin süvari olanlarının Zile Mal Pazarı’ndan (Deri Yeri) Tokat Talimgâh Kışlası’na toplanmak için Deli Kâmil Paşa komutasında Zile'den hareket eden yüzlerce atlı askerin ardından yakıldığını ve önce kadınlar arasında kına gecelerinde okunduğunu söylemişti. Babam da benim türküm deyip bağ budarken söylerdi. Ben “Hey Onbeşli, Müdür ve Armuttan Kayacağım” adlı üç türkünün anlatılanlara dayalı olarak mizansenini yapıp hikâyesini yayımlamış ve “Türkülerin Hikâyeleri” yazı yarışmasında ödül almıştım. Anlatılanların ötesinde elde resmî bir belge bulunmamaktadır. Bence de türkü Zile'de yakılmıştır. 21.02.2008 / Buca

                                                      Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

          Kaynak : M. Ufuk MİSTEPE - Nota ve Sözleriyle Zile Türküleri. Zile Belediyesi Kültür Yayınları, No.:4, Grafik 94 Reklâm Tanıtım Hizmetleri, Ankara, 2008, 128 sh., 81. sayfada yayımlandı.

Bir Türkü`nün Kitabı - Semra Meral
http://www.sanatalemi.net/HaberDetay.aspx?Hid=6386

http://www.tumgazeteler.com/?a=2469783
http://www.turkuce.com/

     
Semra MERAL ve Yusuf MERAL Zile'yle İlgili Yayımlanan Eserleriyle.

            Tokat Şâir ve Yazarlar Derneği (TOŞAYAD) Başkanı Sayın Mehmet Emin ULU`nun yayın hayatına kazandırdığı “ONBEŞLİLER GİDİYOR” kitabı şimdiden bir hayli ses getirdi.

            Zile Toplumsal Diyalog Plâtformu olarak bilinen Zile Plâtformu Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Hulusi SEREZLİ, başkanlığını yaptığı sitede; türkünün Tokat`a değil, Zile`ye ait olduğu görüşünü ileri sürdü. Sayın Mehmet Emin ULU kitabı ve ileri sürülenlerle ilgili görüşlerini bir Zile araştırmacısı olan Sayın Bekir ALTINDAL aracılığıyla plâtform üyelerine iletti.

            M. Emin ULU`nun http://www.sanatalemi.net/HaberDetay.aspx?Hid=7657 adresinde de bu konuyla ilgili uzun bir açıklaması bulunmakta. Konuyla ilgilenenlerin, Mehmet Emin ULU`nun bu bölümdeki değerli yazısını ve Zile Plâtformu`nda yayınlanan değerli açıklamaları okumalarını tavsiye ederiz.

            Biz türkülerimize genel bir değerlendirme yapma çizgisi ve hassasiyeti içindeyiz. "AHH... BU TÜRKÜLER! TÜRKÜLERİMİZ..." yazımızın Zile Plâtformu'nda yayınlandığı gibi aynen beğenilerinizi sunarken bir Zile sevdalısı olmamıza rağmen, bir tercihte bulunmamızın, belki bir bütünleştirme çabası olarak değerlendirilmesinden yanayız.

            AHH, BU TÜRKÜLER!... TÜRKÜLERİMİZ. Sözümüz, önce DAÜSSILA için. Rahmetli babası, çocukluğumuzun doktor amcası idi. Kardeşim Muzaffer ile az iğne vurmadı bize. Nur içinde yatsın. Evet, hemşehrimiz Sayın Ahmet KAĞIZMAN`dan söz ediyoruz. Babası da malûmunuz Hasan Amca. Mekânı Cennet olsun.

Ahmet KÂĞIZMAN ve Mehmet DEMİRTOLA

            Kendilerinin eniştemiz Mehmet DEMİRTOLA`nın çok yakın dostu olduğunu biliyoruz. Yazısı bize de Daüssıla`yı getirdi, şöyle bir daüssılaya götürdü bizi. Yine yazısındaki kirazlarımız ise Türk Edebiyatı'nın çok büyük ustalarından hem şâir hem yazar hem de bir büyük ressam Bedri Rahmi EYÜBOĞLU`nun şu mısralarını hâfızalarımızda canlandırıverdi :

            Kirazın derisinin altında kiraz,
            Narın içinde nar;
            Benim yüreğimde boylu boyunca
            Memleketim var.

            Değil mi ki yüreğimizde önce TÜRKİYE sonra ZİLE var; yüreğimiz önce Türkiye, sonra ZİLE için çarpıyor. Kiraz, nar işin garnitürü, süsü.

            Ne yana gitsem nafile,
            Memleketin hali gözümden gitmez.
            Bin bir yerinden bağlanmışım,
            Bundan ötesine aklım ermez.``
diyor yine şâir.

            Evet, alışmışız bir kere, bağlanmışız Zile`ye, pamuk ipliğiyle de değil ki kopuversin. Gelelim TÜRKÜLERİMİZE, bizi geçmişe bağlayan, bir gönül bağımız olan türkülerimize, tarihe ışık tutan, sönmez meşalemiz olan türkülerimize. Bir kültür mirasımız, folklor zenginliğimiz olan TÜRKÜLERİMİZE...

Kayseri Lisesi'ne Vedâ - 2009

Semra - Yusuf MERAL Fotoğraf Arşivi

            Zile Plâtformu'ndaki gündemini uzun süredir koruyan, Anadolu'mda hep var olan, TÜRKİYEM’de hep var olacak türkülerimiz. Bizi bize anlatıp, başkalarına tanıtan türkülerimiz...

            Değil mi ki hep TÜRK`ü söyler TÜRKÜlerimiz!
            Hey hey, yine de hey hey!..
            Salınsın türküler bir uçtan bir uca,
            Evelallah hepsinde varım.

            Türkülerimiz, sazlı sözlü; ezgili sevdamız; canımız, cananımız, anamız, bacımız; babamız, oğlumuz; kızımız, kızanımız, bebemiz, dedemiz her şeyimiz...

            Ana sütü gibi temiz,
            Ana sütü gibi candan türkülerimiz.
           
Katıksız, saf; temiz, duru, dilimizin tuzu biberi türkülerimiz.
            Her biri bir hayat, her biri bir hikâye...
            Her biri bir tarih, bir tavır; bir ninni, bir ağıt;
            Her biri bir duruş; bir gülüş, bir ağlayış...

            Ne zaman sevinmişiz, gülmüşüz; hemen türküye koşmuş, onunla coşmuşuz.
            Ne zaman efkârlanmışız, hemen orada bir türkü tutturmuşuz.
            Ne zaman bağrımız yanmış, yüreğimiz kan ağlamış hemen orada bir türkü yakmışız.

            Ah o YEMEN`dir,
            Gülü çemendir;
            Giden gelmiyor,
            Acep nedendir?

            Ağlayışı, haykırışı bunun en canlı örneği değil mi?

Turizm Haftası Etnoğrafik Sergisi'nde Feramuz YÜNAL ve Yusuf MERAL Kültürel Aktivitelerini Sergilerken.

Semra MERAL - Yusuf MERAL Fotoğraf Arşivi

            Bu nedenledir ki yine Bedri Rahmi Eyüboğlu :

            Kitaplarda değil, türkülerde ara YEMEN`i
           
Öleni, kalanı; gidip gelmeyeni
            Ben türkülerden aldım haberi,

diyerek, türkülerimizin vazgeçilmezlerimiz, olmazsa olmazlarımız olduğunu kesin ve keskin bir ifadeyle vurgulamıştır. Evet, yetim kalmış bebemizin ninnisi olmuş türkülerimiz, onunla uyutmuşuz; sözlüsü, nişanlısı, eri cepheye gidip dönemeyen kızımızın, bacımızın, kadınımızın ağıtı, avutu olmuş, onunla avutmuşuz...


Semra MERAL - Yusuf MERAL Fotoğraf Arşivi

            Türkülerimiz; söze hayat veren, sese canlılık veren türkülerimiz; söze ses katan, sese renk katan türkülerimiz.
           
Rengimiz, sesimiz, eserimiz türkülerimiz; sevabıyla, vebalıyla bizimdir türkülerimiz.
            Bir kerre daha söyleyelim ki;
            TÜRKÜLERİMİZ,
            Bizi tarihe bağlayan gönül bağımız; geçmişe ışık tutan sönmez meşalemiz!

M. Ufuk MİSTEPE ve Bekir ALTINDAL Zile Söyleşisinde.

M. Ufuk MİSTEPE Fotoğraf Arşivi - TMO Genel Müdürlüğü 19.01.2007 Ankara

            Bu cümleden olarak değerli okul arkadaşım Sayın Bekir ALTINDAL`a katılmamak mümkün mü?

            Geçmiş olmadan gelecek olur mu; ışık olmadan geleceğimizi görebilir miyiz?
            Söze ses katan, sese renk katan türkülerimiz; ses veren ses getiren türkülerimiz gerçekten de
            Hey hey yine de hey hey dercesine bir hayli ses getirdiler...

            BİR YERDE SES VARSA, tartışma yapılıyorsa orada iş vardır demektir. Bir yerde iş yoksa, orası sessiz ve kimsesizdir. İş olan yerde ses vardır, ses olan yerde iş vardır. İş olan yerde de eksiğin olacağı, kusurun bulunacağı muhakkak. Eksikler gösterilerek, kusurlar söylenerek düzeltilir; yeter ki niyetler hâlisane olsun.

            Bu plâtformda yazı yazmak, söz söylemek isteyen bir kimsenin bir diğerini kırmak, incitmek gibi bir niyetinin olduğu düşünülemez. Sadece ve sadece "BİRAZ DAHA TİTİZLİK GÖSTERİLMESİ GEREK" diye düşünülebilir. Değerli öğrencilerimiz Mustafa DÖNGELOĞLU ve Ünal ÖZGÖÇMEN`i duyarlılıkları ve konuya yaklaşımları nedeniyle tebrik ediyoruz.

Mustafa DÖNGELOĞLU ve Ünal ÖZGÖÇMEN

http://turhalmyo.gop.edu.tr/Hoca/dongeloglu.htm

            "Hocaların Hocası Yusuf Hocam" hitabıyla bizi bahtiyar kılan "Talebelerin Talebesi, Yeni Neslin Seçkin Hocası Değerli Mustafa`ya..." ve "İmlâ (Yazım) Kuralları" başlıklı yazısıyla, gençlerimize öncülük eden, "Güzel Yazma"nın önemine dikkat çeken, araştırmanın değerine inanan Değerli Öğrencimiz ÜNAL`a teşekkürlerimizi iletiyor; BAŞARILARININ DEVAMINI DİLİYORUZ.

`Hey Onbeşli` Türküsü'nün Hazin Hikâyesi
http://www.sentezhaber.com/index.php?mode=detay&index_id=20514

http://www.tumgazeteler.com/?a=3916365
http://www.samanyoluhaber.com/haber-95157.html

Kitap Adı : Mahşerin İrfan Ordusu - Okuldan Çanakkale`ye
İsmail Çolak – Nesil Yayınları, 2008, 208 sh., ISBN : 9789752694378.

            Hey Onbeşli Onbeşli... Bu türküyü hatırladınız mı?

            'Onbeşli' Türküsü'nün hazin hikâyesini biliyor musunuz? İşte size Onbeşli Türküsü'nün hikâyesi :

Hey Onbeşli Onbeşli!
Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi onyediye

            Bu türküyü hatırladınız değil mi? Peki bu `Onbeşli` türküsünün hazin hikâyesini biliyor musunuz? İşte size onbeşli türküsünün hikâyesi :

            Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmasına ve İngiliz Generali Aspinall - Oglander`in `Gelibolu`daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir`, tespitinde ifadesini bulan -gerçekten de İngilizler şehit olan gençlerimizi, `çiçeğin tomurcuğu` ve `vakti gelmeden solan gül goncası`na benzetiyorlardı - koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen bir türlü doymak bilmiyordu.

            O kadar ki cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silâh tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakılmaksızın, Çanakkale`ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hâdise haline gelmişti.

            O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan herkesin asker olduğu ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi. Birinci Dünya Savaşı`nda, Osmanlı Ordusu'nda insan kaybı öyle bir noktaya varmıştı ki Harbiye Nezareti, harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa memleket iznine göndermeye gayret etmişti. Çünkü harpte gün geçtikçe daha da artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korkusunu doğurmuş ve savaşan askerler memleketlerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmişlerdi.

            Çanakkale Savaşı sırasında, İtilâf Devletleri'nin Nisan 1915`ten itibaren kara çıkartmasına başlamalarıyla birlikte cephede takviye kuvvetlere ihtiyaç hâsıl olunca Sultan V. Mehmed Reşad 14 Mayıs 1331`de (27 Mayıs 1915) bir irade (emir) yayımlayarak, yukarıda sözünü ettiğimiz Askerî Mükellefiyet Kanunu`nda değişiklik yapmak ve lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı. Sultan Reşad, yayımladığı iradede, Mükellefiyet Kanunu`nun 42. Maddesi'ne ek olarak hazırlanan `kâtib-i sultaniye 10. sınıf müdaviminine mütedair (devam edenlere dair)` başlıklı fıkra hakkında şöyle geçici bir düzenleme yapma yoluna gitmişti :

            `Madde 1 - Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkatinin (geçici kanununun) 42. Maddesi'ndeki fıkra âtiye (geleceğe) tezyil (ertelenmiş) olunmuştur. Muayene-i intihaiye esnasında (muayene sonucunda) mekatib-i sultaniyenin (sultani mekteplerinin) onuncu sınıflarında bulunanlar da hizmet-i makzura (zikri edilen hizmet) hakkına nail olacaktır.`

            Sultan V. Mehmed Reşad`ın iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayımlayarak, H. 1314 (M. 1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silâh kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların da kıtalara teslim olmalarını istemişti.

            Padişahın ve Harbiye Nezareti'nin bu çağrısı üzerine Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Adapazarı, İzmir, Aydın, Muğla ve Konya`nın, tahsilleri ve hayatlarının henüz başındaki bu yeni yetme gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce vazifeyi hakkıyla ifa etmek azim ve inancıyla silâh altına koşacaklardı. Ekseriyeti 15 ilâ 19 yaşında olan bu genç bahadırların cepheye katılımları anısına Anadolu`da yakılan meşhur `Hey Onbeşli Onbeşli` adlı türküde de söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen `15`liler` 1315 doğumlulardır. Yani 01 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdi. Türküde, bu 1315`li gençlerden şöyle bahsediliyordu :

Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Gidiyom gidemiyom
Az doldur içemiyom
Sevdiğim pek gönüllü
Koyup da gidemiyom
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye
Fistan aldım endazesi on yediye

`Hey Onbeşli, Onbeşli` de film oluyor.
http://www.tumgazeteler.com/?a=1220706

            Tokat yöresine ait ``Hey Onbeşli, Onbeşli`` Türküsü'nün dizi film olması için kollar sıvandı. I. Dünya Savaşı`nda askere alınan gençlerin öyküsünü anlatan `Hey Onbeşli, Onbeşli! Tokat Yolları Taşlı` Türküsü dizi film olarak çekiliyor. Tokat yöresine ait ``Hey Onbeşli, Onbeşli`` Türküsü'nün dizi film olması amacıyla çalışma başlatıldığı bildirildi.

            Vision Ajans Film Şirketi'nden yapılan yazılı açıklamada, ``Hey Onbeşli, Onbeşli`` dizi filminin senaryo yazarı Mehmet Emin Ulu ile Vision Ajans arasında imzalanan protokolle, dizi filmin yapım ve yayın hakları ile ilgili sözleşme yapıldığı belirtildi. Açıklamada, tarihin Tokat`ta bıraktığı izleri en iyi şekilde yansıtacağı ifade edilen dizinin, kentin uluslararası tanıtımına da büyük katkı sağlayacağı kaydedildi.

            Senaryonun Türk - Ermeni ilişkilerine tarihsel bir yaklaşımla ışık tuttuğu, bu nedenle de Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Türk Tarih Kurumu, tarihçi profesör ve yazarların katılımıyla gerçekleştirilecek final toplantısı için çalışmaların sürdürüldüğü kaydedildi.

            Gençlerin askerlik öyküsü kaynaklarda, Hicrî 1315 doğumlu (M. 1897) gençlerin I. Dünya Savaşı`nda askere alınış öyküsünü anlattığı belirtilen, ``Hey onbeşli, onbeşli / Tokat yolları taşlı / Onbeşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı...`` türküsüyle ilgili şöyle deniliyor :

            ``Kimi Çanakkale`ye kimi Filistin`e kimi Yemen`e kimi Doğu'ya gidip Ermeni çetelerle savaşan gençler arkalarında gözü yaşlı duacı analarla, sabırlı yavuklular bıraktılar. Analar, ardından bir maşrapa su döktükleri delikanlıları için yanaklarından süzülen yaşlarını yazmalarının ucundaki gül oyalarına silerken geride kalan kalbi kırık yavuklular ise içlerindeki yangını henüz 18 yaşında olan yiğitlerin ardından ağlayarak, türkü yaptılar.``

                                                                                                                  Tercüman

M. Emin ULU Tokat Etkinlikleri Standında.

Fotoğraf : M. Ufuk MİSTEPE - 11.04.2008 Ankara

Ali Orhan Günaydın
*** Oyun Havası Hey On Beş’li ***
(Çanakkale, Yemen, Sarıkamış ve Bugün Üzerine)
http://www.antoloji.com/siir/siir/siir_SQL.asp?siir_id=623436&sair=26713&sira=1&adet=110

Hepimizin bildiği bir türkü vardır;
“Hey On Beşli On Beşli” diye..
Hatırladığınız değil mi?
Hani düğünlerde, sazlı sözlü eğlencelerde dayanamayıp ritmine kalkıp oynadığımız…

Hani unuttuk ya…
O bir ağıttır…
Hani Çanakkale’ye, Yemen’e daha bilmem nice yerlere giden
Kınalı Ali’lere, On beşli tertiplere yakılmıştır…
Hani peşleri sıra ağlayan analar, bacılar o ağıtı yakmıştır…

Düşünün! Çanakkale Destanı Zamanı ve yıl 1915…
Gidiyor birbiri ardına On sekizlik gençler! Doğumları Hicri 1315…
Değirmen olmuş sanki nesil öğütüyor o yaman Yemen ve Çanakkale…
Ve kaçınılmaz gitme vaktidir artık On beşli tertiplere…

El insaf! ..
Biraz olsun Dikkat! ...
Zaman neleri unuttururmuş insana…
Yakılan ağıtı bile ne hale getirmişiz baksanıza…

Belki Cepheye gidenler…
Çocuk yaştaydılar…
O yüzden belki de güle oynaya gittiler…

Nerede aksaklık var, anlamak mümkün değil!
Ar damarımız çatlamış kesin! Yoksa başka şekli hiç mümkün değil!

Unuttuk tabi! Sarıkamış’ı, Çanakkale’yi, Yemeni ve daha nicelerini…
Unuttuk! Vatan uğruna can veren yüz binlerce şehidi…
Unuttuk! Ağıtları yakan anaları, bacıları, nineleri ve ümitsizce yâri bekleyen körpecikleri…
Unuttuk! Özümüzü, kimliğimizi…
Unuttuk! Bizi biz yapan değerleri…
Unuttuk! Her şeyimizi…

Ve şimdi…
Hayasızca oyun havası haline getirdik!
Ağıt olan türkümüz “Hey On Beşliyi”…

Rahat yatıyorlar mıdır acaba?
Bu topraklar uğruna…
Genç yaşında…
Can verip yatan şehitlerimiz…

Peki siz! Rahat mısınız?
Dününü unutup zevk-i sefaya dalan…
Hey On Beşliyi bile içki sofralarına meze yapanlar…

Rahat mısınız? Kimlerin sayesinde nefes aldığını unutanlar…

Rahat mısınız? Şehit torunlarıyız diyerek orda burda gezip dolaşanlar…

Ya siz!
Uyurken Rahat mısınız?
Savaşmadan dilini, dinini, kimliğini kaybeden gençliğimiz…
Rahat mısınız?
Milli Marş'ını bile hak ettiği şekilde gurur ve şuurla söylemekten âciz...
Varlığının nedeni Milli Bayramlar'ına, törenlerine önem vermeyen,
Katılmaktan zül duyan ruhsuz, hissiz yetişen ezberci geleceğimiz...

Ve siz!
Bu topraklara gâvur eli değmesin diyerek toprağa düşenlerin torunları…
Sorarım nasıl bir duygu? Ecdada evlât olamamak…
Nasıl bir duygu? Savaşmadan teslim olmak…
Nasıl bir duygu? Kendi özüne yabancılaşmak…

Düşündünüz mü hiç? Sarıkamış’ı…
Düşündünüz mü? Aralık ayında düşen karların yürekleri neden bu kadar yaktığını…

Ya da…
Düşünmek için uğraş verdiniz mi hiç?
Çıktınız mı? Buz kesen bir havada dışarıya…
Çıktınız mı? Olmadan üstünüzde hırka, bot, parka…

Yaptınız mı? Bir gün bile olsa…
Kapatıp gözlerinizi…
Hissettiniz mi? O ölümün soğuk nefesini…

Ürperdi mi içiniz düşündükçe?
Şahadetlerini beklerken, son nefesini vermek için kendine yer arayan şehitlerimizi…

Anlardık belki o zaman…
Donarak şehadete eren kayıp neslimizi…

Anlardık belki…
Vatan ve Millet sevgisini…
O sevginin neler yaptırabileceğini…

Anlardık o zaman…
Ağıtlara nasıl önem verileceğini…

Anlardık belki…
Son kez kaparken dünyaya gözleri…
“Vatan! Sağ olsun” diyebilmenin, demenin o müthiş erdemini…


Zile
Ali Orhan Günaydın
30.12.2006

 

Zile Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

YAZDIR