ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 23 Mart 2004 tarihinde güncellenmiştir.)

.

 

İSMÂİL
ZÜHDÎ
EFENDİ
(1736 - 1806)

ÜNYELİ
İKİ HAT DEHÂSI

MUSTAFA
RÂKIM
EFENDİ
(1757 - 1825)

Araştırma : Mustafa ŞIVGIN

 
İsmâil Zühdî ve Mustafa Râkım Efendi'lerden Birer Şaheser.

ÜNYELİ
İKİ HAT DEHÂSI
(Haftalık ÇAĞRI Gazetesi'nin Yıl : 10, Sayı : 432-436, 14.11.1986-12.12.1986 tarihli nüshalarında yayımlandı.)

            Hüsni hat, güzel yazı demektir. Bu yazı san'atının İslâm San'at Tarihi'nde büyük önemi vardır.

            Prof. Celâl Esad Arseven'in "San'at Tarihi" adlı eserinde (sh. 35) dediği gibi, "İslâmiyet'in Orta Asya'da intişarı orada siyasî ve içtimaî hayatı değiştirdiği gibi san'atı da değiştirdi.

            İslâmiyet, bütün İslâm memleketlerini bir vatan haline koyarak, san'atkârların bir memleketten öbür memlekete kolaylıkla muhaceret ve seyahat yapmalarını temin ettiği vakit, tabiatıyla san'atta da haricî tesirler ve yabancı unsurlar peyda olmaya başlamıştır.

            Kavmin san'atı bu suretle ümmetin san'atına doğru gitmeye başlamıştır. İslâmiyetin heykel ve tasvirleri menetmesi dolayısıyla san'atın inkişafına bir mâni teşkil ettiği fikrinin aksine olarak İslâmiyet'ten sonra san'at yeni bir seciye kazanmış ve büyük bir tekâmül safhasına girmiştir.

            "Şüphesiz Allah güzeldir, güzelliği sever" hadîsi de gösterir ki; İslâmiyet güzeli sevmeyi ve güzele kıymet vermeyi öğretmiştir. Zâten dinlerle san'atlar arasındaki bağlantıyı inkâr etmek imkânsızdır. Her din bir san'at doğurmuştur. İslâmiyet de san'atı söndürmek değil İslâm olan milletlerin san'atlarında yeni bir inkılâp vücuda getirmiştir."

            Muazzam ve ağır olduğu kadar yüksek ve geniş bir medeniyete de tercüman olan İslâm yazısının gelişme ve olgunlaşmasında istidad ve kabiliyetlerin büyük rolü olduğundan şüphe yoksa da asıl feyzi Kur'ân'ın beyânında (Kalem Sûresi'nin 1. Âyeti'nde "Nûn ve kalem ve ehl-i kalemin satıra dizdikleri ve dizecekleri hakkı için Yâ Muhammed!" buyurulmaktadır.

            Peygamberimiz (SAV)'in irşâdlarından ve bunlardan aldıkları ilhamlarla coşarak san'ata rehberlik edenlerin yüksek himmetlerinde, zorlu bir fedakârlığa katlanma zevkini kana kana tatmış olan san'atkârların engin ruhlarında ilâhî bir erişilmezlik içinde dile gelen ellerinde Mûsa'nın âsası gibi canlanmış olan kalemlerinde aramalıdır. (Yazı ve Kalem Güzeli, Mahmud B. Yazır, C. 1, sh. 68).

            Süsleme san'atlarımız içerisinde de önemli yerini muhafaza eden Hat San'atı Türk san'atçıları tarafından geliştirilmiş en yüksek derecesine ulaştırılan başlı başına bir san'at kolu olmuştur.

            Bu yazı serisinde işlenecek olan konu ise; Ünye'nin bağrından çıkan iki hattat kardeş İsmâil Zühdî ve Mustafa Râkım Efendiler'in hayatı ve san'at âlemindeki yerleri olacaktır.

            Hat San'atında Hâfız Osman'ın açtığı çığır bütün haşmetiyle sürüp giderken, ondan bir asır sonra gelen İsmâil Zühdî (1736 - 1806) ve kardeşi Mustafa Râkım (1757 - 1825) Hâfız Osman'ın en mükemmel yazılarından aynı zamanlarda ve kendi zevklerine göre birer şive çıkarmışlar, en güzel harf ve tavırları elde etmesini bilmişlerdir.

İSMÂİL ZÜHDÎ EFENDİ
(1736 - 1806)

            İsmâil Zühdî Efendi Ünyeli Mehmet Kaptan'ın oğlu ve Mustafa Râkım Efendi'nin büyük kardeşidir. Ünye'de doğdu. Gençliğinde İstanbul'a geldi. İlim tahsiline çalıştı. Sülüs ve nesih yazılarını Ahmed Hıfzı Efendi'den temeşşuk ederek (Hocanın yazısına bakarak, onun gibi yazmaya çalışmak) icazet aldı ve diğer üstadlardan da faydalandı. Mehmed Şakirül - Mihalicî'den de 1180'de icazet aldı. (Son Hattatlar, İbnülemin, Mahmud Kemal İnal, Sh. 476)

HAT SAN'ATINDAKİ YERİ

            İsmâil Zühdî Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman'dan sonra bu yazılarda süzülüp arınmayı gerçekleştiren üçüncü san'atkârımızdır. Hat müdekkiklerinin sözlerine göre, "tashihsiz olarak elinden güzel harf çıkarmakta benzeri bulunmayan İsmâil Zühdî, Sultan III. Mustafa devrinde Enderun-u Hümayun'un hat muallimliğini ifa ederek ölümüne kadar bu vazifesini sürdürdü.

            Yetiştirdikleri arasında kardeşi Mustafa Râkım başta gelir. Ancak celi sülüsle verdiği eserlerde kardeşinin seviyesine çıkamamıştır. (Türk Hat San'atının Şaheserleri, M. Uğur Derman, No. : 43)

ESERLERİ

            İsmâil Zühdî çok eser veren bir hattattır. 40 Mushaf-ı Şerîf, birçok hilye-i seâdet, mürakkaa, kıt'a ve levha yazdı. Pek çok talebe yetiştirdi. Asırların nadiren meydana getirdiği büyük âlim Şânizade Ataullah Efendi merhum da bu olgun hattatın mükemmel talebelerindendir. (Son Hattatlar, Sh. 476)

            XVIII. asrın sonlarında, Ünyeli İsmâil Zühdî Efendi'nin hattı o derece güzeldi ki, yazıları Şeyh Hamdullah'ın yazılarıyla karıştırılıyordu. (Hayat Tarih Mecmuası, Sayı : 7, 1965, Sh. 46) İsmâil Zühdî Efendi hattatların kullandığı yazı malzemesinin nasıl olacağı üzerinde çok durur; "Hattat kalender - meşreb olmalıdır, amma levazım işinde değil" derdi. (Yazı ve Kalem Güzeli, Mahmud B. Yazır, C. 2 - 5, 162)

MEZAR TAŞINI KARDEŞİ YAZIYOR

            1806 (1 Şevval 1221)'da vefat etti. Edirnekapı kabristanına defnedildi. (Son Hattatlar - Sh. 476)

                        "Diriga hoş nivisani remazan Zühdî Üstad
                          Vefat etdi kim âsarile zeyn olmuşdı her mahfil
                          Kalem dudi dilin kıldı mürekkeb yazdı tarihin.
                          Kuburi eyledi hattad Zühdî ah kim menzil"

            Râkım Efendi tarafından yazılan kabir kitâbesi, celi sülüsün mezar taşlarındaki müstesna örneklerindendir. (Türk Hat San'atının Şaheserleri, No. : 43) İsmâil Zühdî Efendi çok meşhur hattatlardan biri olmasına rağmen hayatı hakkında ne yazık ki kitaplarda pek bilgiye rastlanılamamaktadır.

MUSTAFA RÂKIM EFENDİ
(1757 - 1825)

            Hâfız Mustafa Râkım Efendi Ünyeli Mehmed Kaptan'ın oğludur. 1757 (1171 H.)'de Ünye'de doğdu. Küçük yaşında büyük kardeşi meşhur hattat İsmâil Zühdî Efendi gibi İstanbul'a geldi. (Son Hattatlardan, Mahmud K. İnal, Sh. 273)

            Hâfızlık ve dinî ilimlerinin tahsili yanı sıra sülüs nesihte ağabeyisinden ve Derviş Ali'den meşkedip, 12 yaşında icazet aldı. Bu icazetnamenin hattındaki mükemmeliyet anlayanları doğrusu şaşırtır. (Türk Hat San'atının Şaheserleri, M. Uğur Derman, No. : 22)

            Reisül - Küttab (Dışişleri Bakanı) Ratip Efendi'nin yanında vazife aldı. Büyüklerin çocuklarına yazı dersleri vermek vesilesiyle yazıcı Mehmed Efendi ve Reisül - Küttab Raşit Efendi gibi devlet ileri gelenleriyle dost oldu. (Son Hattatlar, Sh. 273)

            Ressamlıkla da meşgul olan Mustafa Râkım'ın Reisül Küttab Ratib Efendi vasıtasıyla III. Selim'e takdim edilen tablosu Padişah tarafından beğenilerek, kendi tasvirinin de yapılması emrolundu.

            Huzura kabul edilip Sultan III. Selim'in resmini yapınca - ki bu resmin akıbeti bilinmiyor - müderris rüusuyla taltif edilerek, sikke ressamlığı ve tuğra tanzimi kendisine verildi. Sultan II. Mahmud'a sülüs ve celisini meşkeden Râkım Efendi bir ara İzmir Kadılığı'na getirildi. (Türk Hat San. Şaheserleri, No. : 22)

Meslek Hayatındaki İlerlemeler

            1233 (1818) İstanbul, 1235 (1820)'de Anadolu Kadıaskerliği payelerini elde etti. 1328 (1823)'de bilfiil ilmiye (dinî ilmi kazâî sınıftaki en yüksek rütbe)'nin askerî rütbelerden müşir (mareşal) ve sivil rütbelerden vezire eşit olan Anadolu Kadıaskerliği'ne getirildi.

            Anadolu ve Rumeli diye ikiye ayrılan bu kazaskerler Divan-ı Humayun'a, yani kabine toplantılarına Şeyhü'lislâm'ın yardımcıları olarak katılıyorlardı. Mustafa Râkım'ı tarihler şöyle anlatıyor :

            Şânizâde Tarihinde :

            "İzmir 1224 Zilhicce'si gurresinden zabt etmek üzere Mehmed Paşazade Seyyid Ahmed Bey'e tevcih olunmuşken, ahvalinâbecâsına binaen ecla ve kazayı mezbur ibtidai altmışlı rütbesinden bulunan hattat Mustafa Râkım Efendi'ye tevcih buyurulmakla maişeti ba'delazl kendusuna arpalık olmak şartile menşuru i'ta buyuruldu."

            "1229 (1814) Cümaelahiresi gurresinden mutasarrıf olmak üzere sabıka İzmir kadısı Râkım Efendi'ye Edirne pâyesi inam olundu" ve "Mustafa Râkım Efendi henüz müntesifi tariki tedriste iken şehremini İbrahim Efendi'nin sevk ve yardımıyla def'aten haizi rütbei mevâli ve hususa hasretü'l - mevâli olan kazayı İzmir ile inayeti şahaneden ceybi amali mali oldu" diyor.

            Cevdet Paşa Tarihinde :

            "... Şehremini İbrahim Efendi el altında istediği hususatı icra ettirdi. Hattâ kendisinin yazı hocası olan İsmâil Zühdî Efendi'nin biraderi Râkım Efendi'yi henüz mesafei tariki tedrisin yarı yerinde iken defaten İzmir mevleviyyetiyle bekam ettirmiştir."

            Ve 1231 senesi vakalarında "Edirne payelilerinden olub Enderun, Humayun ricaline mensub ve tersimi sikkei humayuna memur olan meşhur hattat Râkım Efendi'ye Mekke pâyesi verildi. İşbu Râkım Efendi meşhur hattat olup, hattı celide yegâne-i asr idi. Tuğrayı garrayı humayunun şimdiki resmi anındur" der.

            Yesâri İzzet Efendi için Hükümdar II. Mahmud'a "Kulunuz biraz okurum, İzzet Efendi de iyi yazar. İkimiz bir arada olunca bir âlem oluruz" diyen İzzet Molla, Mustafa Râkım için ise "Hem okur, hem yazar bir âdemdi" der. Bu tanıklık o devrin ünlü hattatları ile Mustafa Râkım'ın ölçüye vuruluşlarını da vermektedir. (Türk Plâstik Sanatçıları Ansiklopedisi, Nüshet İslimyeli, C. 2, Sh. 493)

Celi (Kalın) Yazıda Çığır Açıyor

            Celi sülüs nevinde her asrın sanat seviyesine göre parça parça güzelliklere rastlanır ama "sülüsün daha büyüyüp gelişmiş, olgunlaşıp gürbüzleşmiş şekli" demek olan celi sülüste, Hâfız Osman gibi üstadlar bile, bir devir açarak yazdıkları sülüs hattı kadar muvaffak olamamışlardır.

            Mustafa Râkım Efendi de Hâfız Osman'ın en âlâ murakkaları üzerinde yaptığı araştırmalardan sonra bilhassa sülüsü de nesihi de Hâfız Osman üslubunda yazmayı başarıp, zamanla onu da geçmiş celi sülüste önceleri kareleme (satranç) usulüyle büyütme yolunu başarıyla kullanarak, eline meleke geldikten sonra doğrudan yazmaya başlamıştır.

            Ancak usta bir figürist ressam olması dolayısıyla Râkım'ın mükemmel bir perspektif bildiğini, istifte de büyük bir kabiliyete sahip olduğunu belirtmeliyiz. Celi yazının konacağı yüksekliğe göre, bazı harfleri daha geniş yazmak ve sair değişiklikleri yapmak ancak öyle bir yazı dâhisince tatbik olunabilirdi. (I. San'atının Şaheserleri, No. : 22)

            Söylemeye ihtiyaç yoktur ki merhum sülüs celide öncekiler, çağdaşları ve halefleri içinde misli bulunmayan üstün ünlü bir üstadtır.

            "İsbati kemale varsa hacet
              Âsarı onun şehadet evler."

            Büyük adamların, büyük eserleriyle sabit olan olgunluklarını sözle isbata kalkışmak, açıkta olanı bildirmekten başka bir netice oluşturmaz. Hakikat böyle iken;

            "Yine erbabı bilir ehli kemâlin kadrin" (Son Hattatlar, Sh. 280)

Gerçek San'atkâr Tavrı

            Siz şu hürmet hissine bakınız ki; Mustafa Râkım'ın "kendisini yetiştiren ve eski tarz celi anlayışına sıkı sıkıya bağlı olan ağabeyi İsmâil Zühdî Efendi'nin gücenmesi ihtimaliyle yeni celi şivesini ancak onun ölümünden sonra (1806) ortaya çıkardığının rivayet olunduğunu Sami Efendi talebesi ve Râkım hayranı Necmeddin Efendi'ye anlatmış ki, tarihi itibarıyla da öyledir. (Türk Hat San'atının Şaheserleri, No. : 22)

Mustafa Râkım ve Tuğrakeşlik

            Sultan III. Selim'den başlayarak tuğra çekmede inkılâp yapan Mustafa Râkım hele Sultan II. Mahmud devrinde tuğrayı tam ölçülerine oturtmuş, estetiği itibarıyla ne lâzımsa vermiştir. Sülüs, nesih ve talik yazıda eskilerin yolunda yürüdü. Fakat celi sülüs ve tuğrada kendinden önce gelen hattatları geçti. (Meydan Larousse, C. 10, Sh. 449)

            Topkapı Sarayı Müzesi'nde evrak arasında bulunan ve II. Sultan Mahmud'a takdim olunduğu anlaşılan aşağıdaki arizayı kimin takdim ettiğine dair bir işaret yoktur. Enderunu Hümayun yazı hocalarından birinin yazmış olması umulabilir.

Benim Efendim

            Buyurmuşsunuz ki, yazılarını Mustafa Râkım Hazretleri gibi yazsın. Âyâ cihanda ânın mislini yazan gelmemiştir ki bu fakir yazabileyim. Kendi miktarımca yazabildiğim bu kadardır. Vazıulasl Hamdullah Efendi ve Hâfız Osman Efendi'nin ahsen olan murakkaatından yazub ve anlardan da en güzel harflerini intihap ederek bu üsluba eriştirmişdir (...). Bundan böyle gerçi tecelliyatı ilâhiyyesi mahdud olmamakla beraber, böyle bir zâtın âlemi hatda yetişmesine imkân göremem (...). (Son Hattatlar, Sh. 285)

            Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'nin ne kadar cehd olunsa yazıda Rakım'ın derecesine varmanın mümkün olmıyacağını her zaman söylediği Muhsinzâde tarafından bildirilmektedir.

 

            Şiirle de ilgilenmişti. "Behre darı şi'rü inşadır sunufı fazl ile." Keçecizâde İzzet Molla, onun san'at gücünü bugünlere emanet ederken şiirde üstün olduğunu belirtmektedir.

            "Gel nazar kıl bu yatan zatı şerife ibret al
              Küllü şey'in hâlikün illâ'ya olub âşina
              Bir zaman Yazıcıyı Darüssaâde idiğim
              Arzı hâcete deri ulyası idi mülteca."

            Hattat ve ressam yenişehir fenârî Hüseyin Haşim Bey "Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi"nde şöyle diyor : «Mustafa Râkım Efendi gayet güzel sülüs ve nesih yazıları yazdığı gibi ta'lik de yazmıştır. Ta'lik yazıları, sülüsteki iktidarı fevkalâdesinin kuvvetile vücuda gelmiş âsar ise de kavaidi mahsusasına kemalile tevafuk eylediğinden cidden nazar rübadır.

            Bu kadar meziyyatından başka bir de gigürist ressam olması, kendine hakikaten bir şerefi diğer bahşeder. Hututu müteneyviada vasılı mertebe-i infirad olan üstadı mübetcelin Fatih Câmîi civarındaki selâtin türbelerinin mahallî muhtelefesinde mahkuk olan ve yalnız türbeler için değil, memleketimiz için müzeyyinattan addolunmaya şayan bulunan o hututu ber güzidesine keramatı kalemiyedir denilse mübalağa edilmiş olmaz."

            Hazreti üstadın, kâğıt üstündeki yazılarının - san'at ve hüsni hat itibarıyla - en kıymetli olarak şekillendirerek yazdığı bir hilye-i şerife (Hz. Peygamber (SAV)'in özelliklerinden bahseden yazılar) vardır ki maddî kıymet takdir edilemeyecek derecede gönül çeken bir benzersiz nüshadır. (Son Hattatlar, Sh. 280)

            Mustafa Râkım Efendi'nin;

            "Zülfekâr-ı tiğ ile sâhib-kıransın yâ Ali
              Şah-ı merdân şir-i yezdan kahramansın yâ Ali"

yazılı levhasına 2000 altın verildiği halde alınamamıştır. (Eski Eserler Ans. N. Rüştü Büngül, C. 2, Sh. 113)

            Tophane'de (İstanbul) Nusretiye Câmîi'nin içindeki Nebe Sûresi ile Fatih'te Sultan Mahmud'un annesinin türbesinin kitâbesi ve içindeki yazılar celi sülüsteki başarılı örneklerdir. Topkapı Sarayı ikinci kapısı üstündeki Sûre ve Gülhane Parkı karşısında sokak içinde bulunan çeşmenin kitâbesi de Mustafa Râkım Efendi'nindir.

            Saraylardan, müzelerden başka bazı kimselerin özel koleksiyonlarında da eserleri bulunuyor. (Meydan Larousse, C. 10, Sh. 449; Hayat Ansiklopedisi, C. 5, Sh. 2718). Yine Râkım Efendi'nin 1223 H. (1809) yılında sülüs ile yazdığı Fâtiha Sûresi şaheserinin aslı Irak Kral Naibi'nin koleksiyonuna geçmişse de, 1958 yılında Bağdad'da yapılan askerî darbe sırasında yok olmuştur. (Yazı ve Kalem Güzeli, Mahmud Bedreddin Yazır, C. 2, Sh. 280)

                                                        Mustafa ŞIVGIN

Nil Yayın Grubu
http://www.nil.com.tr/haber.php?hava_id=16&goster=eski

Mustafa Râkım Efendinin
Eserleri Çürüyor

Celî sülüs yazı ve tuğraya getirdiği yeniliklerle Türk hat sanatında çığır açan Râkım Efendi’nin eserlerinin bir kısmı ‘varaklama’ yöntemiyle korunmaya alındı; ancak pek çok çeşme, türbe ve mezarlık kitabesi dış etkenlerin acımasızlığına terk edilmiş durumda. Çeşmeler, türbeler, mektepler ve mezar taşları üzerindeki kitabeleri okuyabiliyor olsaydık, yağmurun, karın değil; ama kirli havanın silikleştirdiği yazıların altındaki zarif imzaları da fark edebilirdik... Ve elbette, yazı sanatı ve tuğrada yaptığı devrimle ‘Râkım öncesi–Râkım sonrası’ diye iki devir oluşturan Hattat Mustafa Râkım Efendi’nin ismi bize oldukça âşina gelirdi. Râkım Efendi’nin Üsküdar’daki İhsaniye Çeşmesi üzerinde bulunan celi sülüs yazısını okuyup da; ‘Hayatı olan her şeyi sudan yaptık.” anlamındaki ayet–i kerimenin karşısında kendimizden geçmeyi isterdik elbette; fakat kabul etmeliyiz ki şimdi, ‘anlamasak da koruyalım’ çağındayız. Sanatında yeniliklere açık oluşu ve cesurluğuyla tanınan Hattat Mustafa Râkım Efendi’nin hayatı ve eserleriyle ilgili oldukça kapsamlı bir kitap hazırlayan Dr. Süleyman Berk, Osmanlı’da binlerce hattat varken Râkım Efendi üzerine bir çalışma yapma gerekçesini şöyle açıklıyor: “Râkım Efendi celî sülüs yazının estetiğinde ve istifinde başarı sağlamış ve padişah tuğralarındaki hat ve şekil bozukluklarını gidererek güzelliğe kavuşturmuştur. Her yazısında yenilik deneyen Râkım Efendi’nin harfleri adeta birbirini kucaklar. O, kalem kalınlığı ile harfin büyüklüğü arasındaki ölçüyü bulan kişidir.” Mustafa Râkım Efendi için söylenen; “... Sinan Türk mimarlığında, Michelange heykeltıraşlıkta ne yapmışsa, daha ziyadesini Râkım yazıda yapmıştır” ifadesi de onun Türk hat sanatındaki yerini anlamamızı kolaylaştırabilir.

İstanbul dışında henüz bir eserine ulaşılamayan Râkım Efendi’nin eserleri, Cihangir Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Vakıflar, Türk Hat Sanatları Müzesi, Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve Eyüp Sultan Türbesi’nde, özel müzelerde ve koleksiyonlarda bulunuyor. Râkım Efendi’nin birçok eseri de ‘açık hava müzesi’ olarak görülen İstanbul’un değişik semtlerinde, önünden geçip gittiğimiz eski okulların, camilerin duvarlarında, suyu kuruyan çeşmelerde, mezarlıklarda kendisine değecek gözleri bekliyor. Râkım Efendi’nin çektiği tuğralarla Topkapı Sarayı’na mühür vurduğunu söylemek ise abartı olmaz; Topkapı Sarayı’nda, Hırka–ı Saadet Dairesi, Bâb–ı Hümâyun, Bâb–ı Selam, Akağalar Koğuşu’nda bulunan tuğralardaki yeniliği benimsemeyen diğer hattatların bu alanda varlık gösteremediği biliniyor. Süleyman Berk, Mustafa Râkım Efendi’nin kitabelerini varaklama yoluyla korumaya çalışıyor. Yağmur, kar, çamur gibi dış etkenlere maruz kaldığı halde yüzyıllardır ayakta kalan mermer kitabeler hava kirliliğine boyun eğmiş durumda. Kendisi de bir hattat olan ve Kültür Bakanlığı 2001 yılı Devlet Hüsn–i Hat ödülünü alan Berk’e göre kitabeler yalnızca altın varakla korunabilir; çünkü Osmanlı yeşili ya da ördekbaşı yeşili olarak bilinen yağlıboyayla boyandıktan sonra varaklanan eserler bu şekilde en az 150 yıl daha yaşayabiliyor. “Biz korunması gereken eserleri tespit ediyoruz, hayırseverler gerekli bütçeyi ayırıyorlar, devletin korumaya aldığı kimi eserler de oldu; ancak  koruma çalışmalarının sistemli bir şekilde yürütülmesi gerekiyor.” diyen Süleyman Berk, Karacaahmet’teki Miskinler Çeşmesi kitabesinin acilen varaklanması gerektiğini söylüyor. 18’inci yüzyılda Ordu’nun Ünye ilçesinde dünyaya gelen Mustafa Râkım Efendi’ye Ünyeliler de sahip çıkıyor. Süleyman Berk’in hazırladığı ‘Hattat Mustafa Râkım Efendi’ kitabından yüz adet alarak ilgili insanlara dağıtan Ünye Belediyesi, bir parka da hattatın ismini vermiş.
Ülkü Özel Akagündüz
Zaman Gazetesi
10 Ağustos 2003

 

ÜNYE'DE
VAKIFLAR
(Haftalık ÇAĞRI Gazetesi'nin Yıl : 16,
Sayı : 679, 07.12.1992 tarihli nüshasında yayımlandı.)

Makale : Haftalık ÇAĞRI Gazetesi

VAKIFLAR HAFTASI DOLAYISIYLA

            Vakıf, bir malı, bir değeri, gayrimenkul veya bir geliri yalnız Allah yolunda harcamak, kullanmak ve başka bir alana kaydırmamak şartıyla kullanmak üzere temelli bağışlamak anlamına geliyor.

            Vakıf bugün Türkiye'mizde ve Dünya'da her türlü yardım ve koruma kurumları şekline dönüşmüş ve temel işlevinden ve ulvî manâ ve kudsiyetinden maalesef büyük çapta uzaklaşmıştır.

            Buna rağmen gerçek amacına biraz da olsa yakın görev yapan ve hayırlı hizmetlerde bulunan birçok vakıf Türkiye'de ve hattâ Ünye'mizde mevcuttur.

            Ünye'de şubeleri bulunan Türkiye Diyanet Vakfı, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Yavuz Selim Vakfı, Öğretmenler Vakfı, Millî Eğitim Vakfı, Kamu Çalışanları Yardımlaşma Vakfı, Hak Yol Vakfı, Ordu Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı gibi vakıflar vardır.

            Bunlardan Ünye'de en çok sesi duyulan Diyanet Vakfı, Büyük Câmi'yi Yaptırma Derneği'yle birlikte büyük bir faaliyet göstererek, önce Büyük Merkez Kur'an Kursu, sonra Büyük Câmi inşaatını sürdürmektedir.

            Yavuz Selim Vakfı ise Fevzi Çakmak Mahallesi'nde büyük bir öğrenci yurdu inşasına devam etmektedir. Ayrıca Yavuz Selim Vakfı 6 yıldan bu yana Ünye'de kiralık Kabayel İşhanı'nda 40 öğrenciyi barındırmakta, zaman zaman da kültür faaliyetleriyle sesini duyurmaktadır.

            Diğer vakıflar da kendi bünyelerinde hayırlı çalışmalarını sürdürmektedirler. Ancak Ünyeliler'in bu vakıfların çoğuna yeterli şekilde ilgi göstermedikleri, çalışmalarına katkıda bulunmadıkları görülmektedir.

            Oysa hayırlı hizmetler yapan bu tip kuruluşlara ilgi ve yardım Müslüman halkımızın en normal davranışlarından olsa gerektir.

            Hafta milletimize hayırlı olsun.

                                                                                 Haftalık ÇAĞRI Gazetesi

 

Ünye Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

 

YAZDIR