ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 05 Mayıs 2005 tarihinde güncellenmiştir.)

 

 

HAMULLU

Makale : Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU
(Edip, Muharrir, Tarihî Romancı, Yazar, Öğretmen)


Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU

HAMULLU
(Makaleyi Gönderenler : Bekir ALTINDAL ve Bekir AKSOY)
(Zaman Gazetesi'nin ??.??.199? tarihli Pazar Yârenliği Köşesinde Yayımlandı.)

            Erinip üşenmeden , bıkıp usanmadan bizim bu yazılarımızı okuyanlara minnet duyuyorum. Yılbaşından bugüne, haftada bir yazabildiğimiz bu yazıları genellikle sıkıntı vermeden okunmak, güzel Türkçe'mizin  kıvrak musikili zenginliğini kullanabildiğim ölçüde kullanabilmek niyetiyle yazıyorum.

            Ayrıca bizler bu Dünya'dan göçtükten nice yüzyıllar sonrasının, eğer kıyamet kopmamış Mahşer Günü gelip çatmamış, bu Dünya'nın hesapları için yüce huzurda sorgulanmaya çağırılmamış isek, yüzyıllar sonrası araştırıcı bilgin kişilerine, yaşanılmış olaylardan çıkarılacak birtakım sonuçlar kalsın, kalabilsin istiyorum ve bunlar 1930'lu, kırklı, ellili yılların Anadolu kasabalarındaki hayatın ayrıntılarıdır diye bilinsin düşüncesi yüzünden bazılarınıza gereksiz gibi görünebilecek ufak tefekler üzerinde fazlaca duruyorum.

            Çünkü gerçekler bütünde değil ayrıntılardadır; bütünü oluşturan parçacıklar bütünün saklayabildiği güzellikleri de çirkinlikleri de kolayca yansıtır. Tümünü birden kavrayamadığımız meselenin ayrıntıları üzerinde düşünülürse çözümde genelleme de kolaylaşır; yoğunluğun koyusunda kaybolanlar parçacığın ışıltısında seçilince yoğunluğa da aydınlık verecektir.

            Hani ne derler, ormana bakmaktan ağacın farkında değiliz! Ağaç ayrıntı, orman bütün!

Hüseyin Gazi Tepesi'nde Yalnızlığın Yeşil Doğası

Fotoğraf : Mustafa BELDEK - 01.05.2005

            Buna inandığımdan, bizim oralarda, 1930'lu yılların sonuncularında yaşanılan hayatın ayrıntıları da bence önemli; önemli ise anlatılmalı diyerek yazıyorum, belki de bilmeden canınızı sıkıyorum.

            Fakat bir kısım okuyucularımın canı sıkılmıyor olmalı ki benim dallanıp budaklandırdığım ayrıntının da ayrıntısını istiyorlar. Daha önceki yazılarda sözü geçen hamullu, soku, yarma gibi benim doğduğum bölgenin ayrıntılarını istiyorlar. Haklı düşünebilirler diyerek ben de şimdi hamulludan başlıyorum.

a) Seten Taşı, b) Soku ve Tokmakları, c) Bulgur El Değirmeni.

Fotoğraflar : Orhan YILMAZ/Küçüközlü Köyü - 29.10.2003

            Hamullu, çok, pek çok yöresel bir söyleyiş; aslında yöresel demek de zor, bozulmuş, yanlış söylenilmiş, yanlış söylene söylene de doğruyu unutturup yerine geçmiş! Osmanlıca'da böyle sözlere "galat" derlerdi ve nice durumlarda, yerleşen ve herkesçe benimsenen galat sözün aslından geçerli olduğunu belirtirlerdi. Fakat bizim hamullu sözü öylesine yaygın ve ünlü olmadığından geçersizdir; zaten şimdilerde unutulmuştur belki de.


Fot. : M. Adnan ŞAHİN Arşivi

            Hamullu, hamurlu'nun bozması bir ekmek türüdür. İstanbul'da da bazı fırınlarda bugün bile, üzerine susam serperek pişirmekteler. Simidin birkaç kat etlenmişi, büyütülmüşüdür, hamuru mayalıdır. Kimi yörelerde sacda ve tandırda da pişirilir, bizde fırında pişirilirdi.

            Eski taş tabanlı mahalle fırınları çalı çırpı ile ısıtılır, hamullu halkaları oraya salınırdı. Yörede işgefe dedikleri yufka hamuru mayasız olduğundan mayalı hamurun hamulluları özellikle taze iken pek lezzetli, bayatladıkça lezzetinden kaybederdi. Bayatı ya toyga çorbasına ya da sade ayrana doğranarak çala kaşık yenir, doyulurdu.

Toyga Çorbası ve Çorbaya Konulan Kömüş (Manda) Yoğurdu
  
TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT - 12.09.2001

            Sade ayrana ekmek doğramayı, yanında bir de yeşil soğan, hele hele peynir çökelek türünden katığı bolca ise önemsemezlik etmeyin sakın, pek lezzetli ve doyurucu bir yemek olur, fakir fukaranın Yaz günü baş yemeğidir.

            Çünkü ayran yayık ayranıdır, içimi ayrı bir boşluktadır, çalkama değildir. Çalkama, yoğurdun ezelemesiyle yapılır; çukur bir kaba konulan yağlıca yoğurt kaşıkla çırpa çırpa ayranlaştırılır.

            Çalkamada asıl olan yoğurdun zerreciklerle bile pütürleşmemesidir. Yoğurt çırpılırken suya öylesine yedirilir ki zerrecikler de sulaşır, ayrana döner, yayık ayranı kıvamında akış kazanır. Böylesine, ayran yerine katık da denilir. Azerbaycan'da katık deniliyor.

            Çalkama beceri ister, el emeğine acımayacaksın, sabır ister, vaktine acımayacaksın. "Yoğurt ezelemesiyle çocuk bezelemesi"ni bizim oralılar pek önemserler nedense, evin gelinlerini buna göre değerlendirirler.. idi. Şimdilerde yoğurdu ayranlaştıran elektrikli elektriksiz bir sürü araç gereç çıktı, gelinler kurtuldu.

GATMER - Küçüközlü (Küçük İsa) Köyü Hamur İşi

Fotoğraf : Orhan YILMAZ - 12.11.2003

            O gelinler, o vakitler, arada bir konu komşu delikanlıları ile birlikte, imeceli imecesiz, yanlarında kocalarıyla kendi evleri için ya da komşu yardımına sokağın sokusunda uzun saplı, petrol pompalarının kafalarını andırır kocaman başlı tokmaklarla bulgur döverlerdi; nakışlı nakışsız kıl çuvallara çul kilimlere kaynatılmış buğday sererlerdi, yarma savururlardı.

Women making bulgur

Ressam : Atanur Doğan

            Soku, bir kere daha anlatmıştım, yarım insan boyunda iki üç insan eninde mermerimsi taşın ortasının üç dört karış çapında ve derinliğinde oyulmasıyla oluşturulmuş bir araçtır. Her mahallenin önemli birkaç sokağında muhakkak bulunur. Herkesindir, tokmaklarını sokuya en yakın ev saklar, korur, kollar.

Soku ve Tokmakları

            Tokmakların eskiyeni onartılacak gibiyse onartılır yoksa yenilenir, bu görev sokağın varlıklı kişisinindir; yıllarca önce kaç tokmak var ise yıllarca sonra da o sayıda tokmak hazır bulunmalıdır, bulunur da. Şimdi değil elbette, o vakitler!

            Bulgur, bütün Anadolu ve Rumeli topraklarımızda olduğu gibi bizim oranın da baş yemeği bulgur pilavının ana harcıdır. Pazar yerlerinde köylülerin getirdiği, özellikle kıraç toprak ürünü buğdaydan seçilerek alınır.

            Büyük bulgur kazanlarında birkaç kere soğuk suda yıkanır, bekletilir, sonra yine aynı kazanlarda kaynatılır. Hedik denilen taze kaynamış buğday, ceviz içi ile karıştırıldığında yemesine doyulmaz bir çerezdir; yeni doğmuş bebeklerin kırkı dolduğunda muhakkak buğday kaynatılır bir tencerede, üzerine ceviz içi dökülüp konuya komşuya tas tas dağıtılır, hedik günü denilirdi bu güne de. Böylece çocuğun geleceğinin bereketine inanılırdı.

Yeşil Mercimekli Pilâv (Mercimek Pilâvı)

TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT - 12.09.2001

            Fakat bulgur için buğdayın pişirilmesinde esvap kazanına yakın büyüklükte bulgur kazanları kullanılırdı. Türkçe'mizde boylarına ve kullanımlarına göre birkaç türde kazan bulunurdu. Benim çocukluğumda on beş yirmi günde bir yıkanılan çamaşırların kaynatıldığı kazanlar en büyük boy kazanlardı; kalın, dövme bakırdan, günlerce işlenerek yapılırdı.

            İçinde iki kişi rahatça durabilirdi. Esvap kazanı denilirdi. Yazın yaylaklarda kışın kışlıklarda ömür geçiren göçerlerin göç kervanlarında böyle birkaç kazanın yüklenildiğini görürdük; Tokat bakımından pırıl pırıl ovulmuş kazanlar, deve yalpaladıkça bir güneşe döner bir duldaya gelir güneşle dulda arasında yanar döner ışıkların cümbüşünü sergilerdi.

            Kazan yüzünde ustaca vurulmuş her çekiç izi, ya da tahta tokmağın sağırlaştırdığı çıkıntımsılıklar yalpalardan yanar döner ışımaların geçkilerinde ışığı aralarken bir tür kıvılcımlaşmayla göz kamaştırırdı da!

            Tokat'ta bakır madeni yoktu, sanırım taaa Ergani'den getirirdi kervanlar; kervanın taşıdığı o ham bakırı Tokatlı ustalar işlerdi : Çekiç ile, örs ile, tahta tokmakların türlü türlüsüyle, çengellerle; ve perçin vururlardı; öyle bir perçin ki kaynağın kaynamasında bir şiirleşmeydi.. çekicin vuruşunda bir musiki, ustanın nefesinde bir ilâhî sanılırdı. Tokat bakırı böyle işlenirdi ve kazanlar boy boy, sıra sıra dizilirdi, bazen iç içe yedisi sekizi birden!

            Buğday kaynatılan bulgur kazanları esvap kazanlarının bir boy küçüğüydü, esvap kazanının içine sığardı. Bunun bir boy küçüğüne kuzu kazanı denilirdi, orta boy bir kuzuyu bütünüyle içine alabilir büyüklükte idi; bunun da bir boy küçüğü kül kazanı.

Çalma Pekmez Yapan Kadınlar

(Yağlıboya Tablo 90X110 İlhan TRAK)

            Kül kazanı esvap kazanının çömezi durumundaydı. Çamaşır yıkanacağı günden bir gün öncesi kül kazanının yarısına kadar kül konulur, daha sonra ağzına kadar su ile doldurulurdu; birkaç kere karıştırılır, dinlenmeye bırakılır, sonra tekrar tekrar karıştırılarak külün su ile iç içeliğinde bir gece bekletilirdi; sabahı su avuca alındığında kayganlaşmış bir sıvının elinize bulaştığını ve derinizi gerdiğini hissederdiniz. Kömür kalıntılarıyla birlikte kül suyun dibinde çökelekleşirdi.

            Esvap kazanında kaynatılan kirliler ikinci kaynatmada bu kazanın küllü suyundan geçirilirdi. Şimdiki şişelenmiş çamaşır sularının yerine geçerdi küllü su.. sabunun bile kıt bulunduğu yıllarda giyeceklerimizin temizliğini ateşin kaynatmasıyla birlikte sağlardı. Ne var ki o aynı suda çamaşır uzunca süre bekletilir, vaktinden geç çıkarılırsa çürümüş, yıpranmış, kolayca yırtılır ak bezler elinizde kalırdı.

Esvap Çayı Kaynağı

Fotoğraf : Prof. Dr. Ali ÖZÇAĞLAR 1981 - 1982
Çaypınar Kaynağı'nda Çamaşır Yıkanması

Fotoğraf : Prof. Dr. Ali ÖZÇAĞLAR 1981 - 1982

            Evin kadını küllü suyun kıvamını da bekletilme süresini de içgüdüsü ile ayarlardı, bilirdi. Taze gelinlerin acemiliği çıkıncaya kadar çamaşırdan hayır bekleme.. velâkin kaynana insaflı, gönül ehli biriyse taze gelinin küllü sudan da çamaşırdan da korkusu olmazdı. Maksat sevgi ile yaklaşmak, korkuyla yaklaşırsan dağ senin üstüne yıkılır...

            Kül kazanının da bir boy küçüğü helva kazanıydı. Tereyağı ot kokulusundan baharlı, unu kekik  tüteninden ve şekeri ballı helvalar bu helva kazanlarında karılırdı; kaşık kaşık da yesen tat hafifliğiyle mideye oturmaz, yüreği rahatlatır, gönüle ferahlık verirdi.

            Helva kazanının içine keşkek kazanı oturabilirdi, ondan bir boy küçüktü, çorba kazanı keşkek kazanının içine girer, kuş kazanını çorba kazanı rahatça kucaklayabilirdi. Belki bu son iki kazan tencere denilen sınıfa girecek irilikteydi ancak, velâkin iç içe girdiklerine göre kazandan da sayılırlardı.

(Solda) Bakırcı Yusuf ATMACA, (Sağda) İsmail TÜRKMEN (Mıngıç)

ÜNYE - http://himg.sitemynet.com/index/id11.htm

            Kuş kazanının en büyüğü kaz, hindi ve tavuk, en küçüğü keklik olan uçar kaçar kümes hayvanlarıgillerin pişirildiği sıralamalara girerdi. Bu beş altı kazanı iç içe konulmuş halleriyle Bakırcılar Çarşısı'nda görmek her zaman mümkün idi.

            Dışları bakır kırmızısında cilâlı yanar döner, içleri kalaylanmış parıltılarda ışıl ışıl bir göz nuru, ince ayar emek ister usta elinden çıkma eserlerdi. Şimdi düşünüyorum da her biri birer büyük sabır hazinesi kazanlar idi. Ne o sabır var şimdinin insanlarında ne de o sabrın efendileştirdiği ustalar.

            Yürürken bile sabırda terbiyelenmiş adımlar, bakarken bile sabırda hafiflemiş bakışlar ki baktığı yeri kuş kanadında yoklayıp geçiyorken konuştuğunda sabırda yumuşamış sesler o ustaların imzaları yerine geçerdi. Bakır döven çekiçlerin tınısından doğmuş bir neş'eli musiki iki üç çekiç vuruşunda ansızın hüzünleniverir, hatta uykumsuluklarda tın tına düşüyor iken, uyarıcı bir küçücük öksürük bakırın ve çekicin musikisine efendice karışırdı, tıpkı uyarıcı bir doo sesi gibi...


Zile Belediyesi - 2005 Masa Takvimi'nden

            Bakır kazanların dış yalabumasındaki her çekiç içi bir ustanın gizliliğinde küllenmiş veya halâ yanar korluğunda tütsülü, gönül yarası gibi görünürdü gözlerime.. o ustaların ellerini öpesim gelirdi :

            Köroğlu'nun dediği dediği gibi : "Tüfenk icad oldu mertlik bozuldu." Ya fabrikalar töreyince ne oldu? Eski ustalar fabrikasyonlaştı mı acaba? Kimbilir. Belki bir yerlerde bizleri gözlüyorlardır. Onca emeklerinin, onca göznurlarının.. onca musikileşmiş sabırların ve resimlenmiş binlerce rengin terlere dönüştüğü ömürlerinin bekçilerini, bizleri, kötülüklerden korumak için, belki, bir yerlerde, bizleri gözlüyorlardır evet!

            Geçelim.. geçelim de, kazanları ustaları söyleyelim derken asıl anlatacağımız bulguru yarmayı şunu bunu tamamlayamaz olduk. Doğrusu yeri geldiği için bizim hem birkaç bin yıllık ev içi hayat zenginliğimizin bütünleyicileri hem de maden işleme sanatımızın benim çocukluğumda ve gençlik yıllarımda son temsilcileriyle yaşayan bakırcılığın en hünerli eserleri olan kazanlardan bir iki satırcık söz etmeden geçemedim.

            Bulgur haftaya kaldı, yarma haftaya kaldı, inşaallah haftaya bulguru kaynatalım, ne imiş görelim.. türküsünde denildiği gibi, "Bulguru kaynatırlar / Serine yaylatırlar..."

            Niçin?

 

Zile Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

YAZDIR