ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 20 Temmuz 2006 tarihinde güncellenmiştir.)

 

BENDEN SONRA
BİR GELEN

Makale : Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU
(Edip, Muharrir, Tarihî Romancı, Yazar, Öğretmen)


Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU

BENDEN SONRA
BİR GELEN

(Makaleyi Gönderen : Nurhan Buhan GİRGEÇ)
(Dünden Bugüne ve Yarına - 1, Bütün Eserleri - Makaleler, Sh. 37 - 42)
(Kültür Dizisi 13, İrfan Yayıncılık Nu. : 83, Birinci Baskı 1999, 236 sh.)

     

            Besmelelerle başlayıp ezanlarla genişleyen ilk çocukluk dünyam genellikle tabiat ile içli dışlı bir ömür parçasıdır, lâkin, düşlü bir zamanın dem dem, nefes nefes yaşanılmış anılarıdır; şimdi Zile'de dokunmuş bir eski zaman halısına dönmüş o günlere serili duruyor gibidir!

Antik Yahyalı Zile Halısı - Kök Boyalı Kilim - Anatolia XIX. Yüzyıl Zile Halısı
        
  

            Zile'nin Kislik Mahallesi'nin Sepetçi Sokağı'nda çifte çıkmazlara sapan daracık bir üçgen alana açılan kapısıyla, hâlâ Selçuklu kalabilirmiş fakat Osmanlı'da eskimiş bir ev benim doğduğum ev idi. Bu evi, bu sokağı ve bu şehiri vakit vakit sizlere anlatacağım. Çünkü elli yıl öncesinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti, imparatorluktan getirdiklerini ve götürdüklerini büyük kentlerde cimrice saklar yahut hovardaca sokaklara saçarken bu ev, bu sokak, bu şehir gibi içine kapanmış, kendi yağını sızdırma gayretinde tıknefes yerlerde değişik heveslenmeler, karışık umutlar, fakat şükrederken sahiplenen ömürler yaşanır idi.

Amasya Caddesi'nde Sepetci Sokak Çıkmazı

Fotoğraf : M. Ufuk MİSTEPE - 10.02.2003

            1940 yılını 1950 yılına bağlayan o ünlü on yılı yöneten akılcık neyi nereye götürmesi gerektiğini bile bilse de maddeciliğin köleliğinden kopabilseydi canım Türkiye şimdiki sıkılmış yumrukların, özellikle son otuz yılın sokaklara atılmışlığının vurgununu hiç yaşamaz, lâyık olduğu çağa kendi aydınlığını rahatça sızdırabilirdi.

            Benim neslimi büyütenler önce güç kaynağını seçmekte yanıldılar, sonra o güç kaynağını hem doldururken hem boşaltırken yanılgılarında yanılmanın sarhoşlatıcı lezzetinden olacak, ısrarı kendilerine zevk edindiler. Yazık ki ısrar Nemrutlaşırsa inkâr kaçınılmazlaşıyor ve inkârın redde dönüşmesini çabuklaştırıyor.


TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT - 12.09.2001

            Nemrut'un ise sıkılmış yumruklara ihtiyacı olduğunu bilmeyen kalmadı!..

            Bu sözlerime şimdilik bir mim koyun; ilerde, yılların akışına uyarak anlatacaklarımı okudukça birlikte öğreneceğiz. İlk yazılarda çocukluğumuzun çevresini tanımak belki sizlere de öylesi çevreleri hatırlatmış olacak; Allah ömür verirse yavaş yavaş son elli yılı bir kere daha beraber yaşayacağız, bakalım devran ne gösterecek?


http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=169720

            O çocuk eski günlerde benim için hayat, dağ doruklarını andırır katılaşmalarda sıkılmış yumruklar değildi; baharı açtığında soylu bir atın gözlerinde uçuşan düşleri andırırdı : Doyumsuz bir pırıltı ki ya yürekten gelir ya doğrudan yüreğe giderdi. Dağ taş, börtü böcek; uçan kuşundan pırpırında süzülen yaprağına kadar esen yellerin ilk yazına tutsaklanmış heyheylerdendi.

            Nisan başlarında ipilderdi; benim için.. taa Eylül sonuna, Ekim ortalarına değin sürer giderdi. Ekim ortalarında şansı kızıllaşmış bir altın hüzün ile sessizliğe bürünür, önce dağlar terk ederdi dünyayı; ağaçlar soyunmaya hazırlanır, kuşlar ışıklarını söndürür, börtü böcük yorgan döşek arama telaşına düşerdi. Sularda bir çekingenlik!..

            Bir uzun beyaz akşamın göz süzmesinde her şey birbaşınalık arardı ve ben, kabuğuma çekilirdim. Göğüs boşluğumda, gırtlağıma çıkan bir paslı boru yanması, tavı kaçmış demir korlar misali küllenirdi. Bahar yumuşamasında soylu bir at canlılığıyla bütün bir ilkyaz, bütün yaz ve yarı güz boyu terlemiş olan toprakta o soylu atın gözlerine benzer bir çift gözün sönükleştiğini hissederdim. Yurdumdu benim!..

Kemal Türker'in Bir Suluboya Çalışması - Zile Öğretmen Evi Karşısı

26.05.2006/Altındağ Belediyesi Bşk. Binası Sanat Galerisi Karma Sergi/Ankara

            Yalabuklaşan güz yellerinin sürükleyip sıyırdığı bulutlardan geleceğinin yakınlaştığı anlaşılan kalın ak yorganlara sarınıp dinlenecekti.

            Toprağın, kendi içinde usul usul başını koynuna sokuşundaki sığınış genzimde kenetlenirdi; ağlamamsıydı. Bağların, yeşili demir pasında tozlanmış pürtüktü yırtık yapraklarına acıyla bakardım. Bu yapraklar artık en son işaretler idi, sanki : "Git gayri.." derlerdi; "Yorulduk, eskidik!.. Yenilenmemiz için kendimize dönmemiz gerek, varımızı yoğumuzu, elimizde kalanları elden geçirmenin sırası geldi.. git!"

            Her yenilenmenin başlangıcı çirkin sonu acı bir döküntüdür, çünkü eskiyen yenilenme de yeniden yenilenmeyi deneyecektir; başlangıcındaki soluk tazelik ne denli umut verirse versin güvensizlik getirdiğinden önceleri insan ısınamaz. Zaman o taze umudun solukluğunu ala, yeşile, mora boyadıkça yenilik güçlenir. Lâkin sona doğru bir kötü yorgunluk, daha doğrusu tekrar yenilenmek mecburluğunun korkusu acı bir döküntü olur ki kimsenin görmesini istemem. Bunun böyleliğini o vakitler bilemiyordum. Bilemediğim için toprağın bana : "Git! beni bana bırak. Kente dön sen!" dercesine durup benden kaçışı ağırıma gidiyordu. Hele dedemin kalın, gırtlağında harelendiğini sandığım sesinin : "Artık bağ günleri sona erdi ayrılma vaktidir oğul!.. Bütün kış o bizi biz onu özlemeliyiz." deyişindeki ayrılık hüznünü yaşamak yüreğimi burkardı.

Kiraz Festivali'nde Kara Dini Bağları'nda Zileliler 1968
  
Kameraman : Mehmet SEZEN - Zile Turizm ve Tanıtma Derneği

            Bu bir kesinlikti. Dedemin sesi toprakla benim arama kılağılanmış bıçak ağzı keskinliğinde girer, ilk yazdan güze kadar toprakla benim aramda pekişmiş olan eti duygusuzca keserdi. Geri durulmaz, direnilemez, karşı gelinemez bir kesinlik! "Yürü oğulcuk, hadi! Bak ağaçlar bile pılıyı pırtıyı topladı. Biz de topladık Allah'ın nimetlerini; ağaçlarda da asmalarda da bize verecek nesne kalmadı artık. Bırakalım dinlensinler gidelim."

            O söylerdi elbette, çünkü dedeydi! Fakat ben toprağı, dağı taşı. ağaçları kuşları, ne durumda olurlarsa olsunlar börtü böceği en güzel günlerinde yaşadıktan sonra herbirini güz ortalarının yalnızlığına bırakıp kente inmeyi döneklik sayıyordum. Toprak, topraklığınca dedemin de yurduydu, nasıl kopabilirdi insan yurdundan? Tatlısına doyarken iyi hoş, acısında bırakıp git? Bu mu yurdlanmak?



Zile Belediyesi Tanıtım CD'sinden Alınmıştır.

            Dedemi vefâsız bilir, çocukça öfkelenirdim.

            Kış boyunca bir özlem, karların altında üşüdükçe üşüyen bekleyişler.. ve, ilk güneş ısınmasıyla birlikte eriyen kar; bütün eriyişlerin arkasında çağırırcası gel gel eden baharın görünüvermesi! Bu sefer dedemin sesi barış çağırıştırdı : "Çek çarıklarını bakalım oğul, bağlar ışıyor, yürüyüp gidelim.. mi?"

            Çarık giydiğimden değil, dedemin söyleyiş güzelliğinden gönlüm heyheyleri yüklenirdi o anda. Yeni ayaklanan bir taycığın güçlenişi, sanki bir gece yarısı açıveren gül tomurcuğunun nefes alışı, sanki toprağın henüz ısınmış bağrından sızıvermiş bir incecik su.. öylesi heyecanlar idi ki tarifsiz!..

            Güneş daha doğmamış olurdu. Kentin sabah alacasında incelen Nisan sisi henüz uykulu olurdu. Benim gözlerim uykulara doyamamış olurdu. Geçtiğimiz sokaklar, sabah ezanına uyanmış öksürüklü adımları saymaz isek çok, pek çok sessiz olurdu. Bunlara rağmen dedemin, her nedense, uykuları, sisleri, sessizlikleri tek başına göğüslediğini; kocaman, devsi adımlarla her şeyi çiğneyip yürüdüğünü sanırdım.

Arnavut Câmiî

Resim : Ressam Mehmet SEZEN

            Uykular, sisler, sessizlikler aralanır bize yol verir; çevremizde iki sıralı safta toplanmış geçişimizi seyreder gibi gelirdi bana. Biz aralarından sıyrılıp geçtikçe onlar, uykular sisler sessizlikler bizden sonra bizim ardımızda yine birbirlerine kavuşurlar, kenetlenirlerdi. Henüz hiç deniz görmemiştim, çok sonraları Samsun'da ilk defa Karadeniz'le karşılaşacaktım. O günlerde gördüğüm en kocaman su bağımızın epeyce uzağındaki göl idi... yolboyu o gölün içinden geçmekte olduğumu sanırdım, deniz böyle olmalı diye düşünürdüm.

            Bu gidiş gelişler, bu ilk yaz ve güz arasının varı yoğu ve tabiat benim için okul öncesi bir medrese idi, der isem, yalan olmaz. Hamurun görünmez ellerde şekillenişi ve kudret fırınında pişe pişe ekmeklenişi gibi bir yoğurulma ve pişme.. medrese işte bu idi.


Kameraman : Mehmet SEZEN - Turizm ve Tanıtma Derneği/1968

            O günlerden kalan iki unutulmaz öğreniş var bende bugüne kalan. Birisi bir bağ bozumu vaktinde, üzüm küfelerinin başındadır, birisi de dönüş yolunda bir akşama doğru saatinden kalmadır.

            Bağ deyip de geçmemeli, bilen için koskoca bir dünya ve varlıklar âlemidir. Daha asma yaprağından başlar insanı beslemeye, kirazından, dutundan elmasına, armuduna, zerdali şeftali çeşidinden üzümüne bir tükenmez hazine ki insan içindir, sadece insan içindir ve adına tabiat dediğimiz asıl hazinenin milyonda biri bile değildir; oku oku bitmez, ye ye tükenmez, bir de şükretmesini biliyor, emeğini esirgemiyor isen?..

Zile Bağlarının Vazgeçilmezi - Kirazlar

Kameraman : Mehmet SEZEN - Turizm ve Tanıtma Derneği/1968

Zile Pekmezi'ne Damgasını Vuran Narince Üzümü

Kameraman : Mehmet SEZEN - Turizm ve Tanıtma Derneği/1968

            Bağ bozumu, hüzünlü de olsa, keyiflidir ve lezzetlidir ve ömürlere ömür katıcıdır. Bağ, artık son ürünlerini döküyordur; cevizini, bademini de verdikten sonra muşmula da denilen döngelini hazırlayacaktır.

            Dedem ile ben, bağ bozumunun ilk günlerinde bağda yalnız olur idik. İlk olgunlaşan üzümleri toplamaya ikimiz yettiğimiz için evden pek katılan olmazdı.

            İlk olgunlaşan üzümlerin devekleri de bağın belli bir bölümünde yetiştiğinden toplamakta pek zorluk çekmezdik. Topladıklarımızı her biri kırk elli kilo gelen, bizim oralıların heğ dedikleri büyük küfelere yerleştirirdik. Dedem yerleştirirdi kimselere bırakmazdı o işi; ondan sonra aynı özeni babam gösterdi.

            Benim çocuk heveslerim üzüm salkımlarını pek ayırmazdı, arıların sömürdüğü, kaplumbağaların kemirdiği salkımları da keser getirirdim. Halbuki dedem öylelerini, onlar onların hakkıdır, diye dalında bırakır, yahut yemek için eve ayırırdı.

            Özellikle benim getirdiklerimi tek tek gözden geçirir, Özene bezene küfelere yerleştirirdi. Küfedekiler çarşıya götürülecek, satılacak, bağın gereken masrafları çıkartılacaktı getirisiyle.

Zile Asma Üzümleri

TGRT KEŞİF Programı - Sunucu Yeliz PULAT - 11.09.2001

            Halbuki başkaları çürük bile olsa ayırmaz, dolgun cılız demeden salkımları küfelere doldurur, üstlerini de iri taneli ve salkımları gösterişli üzümlerle kapatır, mostralık bir düzenleme yapardı.

            Bir gün dedeme bunu hatırlattım, üzüm seçmekten, küfelerin altını üstünü aynı seçmecelikte doldurmadan kazançlı çıkmayacağını söylemeye yeltendim; başkaları daha çok kazanıyorken.. dememe kalmadı, ters baktı, öfkesini yenmeye çalışan sesi : "Mostra gösterip çürük satmakla kazanacağını mı sanıyorsun sen?" deyiverdi, dövse daha iyiydi.

            Utanırcasına : "Evet.." diyebildim.

            "Hayır!" dedi. "O, insanları kandırmak olur. Belki bir kere kandırırsın, iki kere kandırırsın, sonra sana selâm veren de olmaz!"

            "Vermesinler! Sen kazanırsın ya!"

            "Kazandın, diyelim. Kazandığını nerede harcarsın? Seni selâm vermeye değer bulmayanlardan nasıl alışveriş edersin? Ya onlar da senin yaptığını sana yaparlarsa. Adın çürükçüye çıkarsa? Senin adın sana verilmiş bir armağandır oğul, nasıl kötüye çıkartırsın? Adam kandırmak büyük suçtur, bağışlanmaz ki?"

            Bu ilk öğrendiğim ders oldu, o gün için.

          

 

Zile Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

YAZDIR