ANA SAYFA            
(Bu sayfa en son 30 Kasım 2007 tarihinde güncellenmiştir.)

.

 

ÜNYE'DE
BILDIRCIN AVI

Makale : İrfan IŞIK
(Emekli Öğretmen - Araştırmacı - Yazar)

 

 

ÜNYE'DE
BILDIRCIN AVI
(Şirin Ünye Gazetesi - 21.11.2007 tarih, Yıl : 47, Sayı : 3334'de yayımlandı.)
http://www.sirinunye.com/detay.asp?hid=3704
 
     
(Quail-Coturnix Coturnix) http://www.avkopegi.com/bildircin.htm
 
            Liman inşaatının bittiği ilk yıllarda şileplerin geliş gidişleri sıklaştı. Kimi kömür getiriyor, kimi çimento yükleyerek götürüyordu. Bizler yıllardan beri denizimizde gemi göremiyorduk. Eskiden İstanbul - Trabzon arasında yolcu taşıyan gemiler haftada iki ya da üç kez Ünye’de demirler yolcu alıp, yolcu verirler, tüccarların getirttikleri ihtiyaç mallarını çıkarırlardı. Bu arada bizim yüklediğimiz başta fındık, mısır, elma, yumurta, canlı hayvan gibi malları da alır götürürlerdi. Seyrek olsa da şilepler de gelir, tuz, gazyağı gibi yıllık ihtiyaçlarımızı boşaltırlardı.
 
 
            1950’li yıllarda sahil karayolu çalışmaya başladıktan sonra, tüm taşımacılık karadan yapılır oldu. Böyle olunca da gemiler seferden alındı. Denizimiz boşaldı. Takalar, yelkenliler, kayıklar bile görünmez oldu denizde. Biz denizdeki trafiğe özlem duymaya başladık. Limanın varlığı bu özleme cevap vermeye başlayınca, gemileri yakından görmek için, sık sık uzun mendireğin üstünden rıhtıma kadar gitmek, limanda gemi görmek, balık avlamak zevklerimiz arasına girdi.
 
            Bir gün, o güne kadar görmediğimiz büyüklükte bir yük gemisinin çok yakından süzülerek limana girdiğini gördük. Üç arkadaş onu yakından görmeye gittik. Mendireğin üstünde yavaş yavaş giderken arabanın camına bir bıldırcın tüyü yapıştı. Sonra birkaç tane daha. Yandan dışarı baktığımızda havada uçuşan diğer bir çok tüy daha gördük ve rıhtıma varıp durduk.
 
Sudenaz gibi özgür ve masumdu onlar da bir zamanlar !...

http://www.artuz.com/Artuz/LeventDeniz/Levent/Ilgialanlari/av/ara%20av/ucar/araucar/avculluk/ucarfo2001.htm
http://www.sayfamiz.com/gallery/detail.asp?iType=30&iPic=6111
 
            Geminin kıç üstünden tutam tutam tüyler uçuşuyordu. Ne olup bittiğini görmek için ileri, geri, yana yürüyerek anlamaya çalışıyorduk ki, sonradan geminin süvarisi olduğunu öğrendiğimiz üniformalı, yakışıklı bir kişi tam üstümüzde el sallayarak, kibar ama geminin gürültüsünü bastıran gür bir sesle, "konuğum olmayı kabul ederseniz gemiye buyurun" dedi. Üçümüz birden teklifi cana minnet bilip fırladık. Kaptan bizi karşıladı. "Merakınızı anladım. Mutfak tayfası bıldırcın yoluyor. İstersiniz önce onların yanına gidelim" dedi. Gittik. En az 60 - 70 bıldırcın yolunmuş, diğer bir çoğu da yolunmayı bekliyor. Kaptan elimize birer bıldırcın verdi. Kendi de aldı. "Çocuklara yardım edelim" dedi.
 

http://www.artuz.com/Artuz/LeventDeniz/Levent/
Ilgialanlari/av/ara%20av/ucar/araucar/avculluk/2001devam.htm
 
            Eylül ayının son günleri idi. Kaptan konuşmasını sürdürdü : "Ben" dedi, "bu aylarda Karadeniz sahillerinde seferde olmayı çok seviyorum. Göç eden bıldırcınlar, hafif yağışlı havalarda geminin ışıklarını görünce karaya geldiklerini sanarak güverteye konuyorlar. Yorgun ve ıslak oldukları için kaçamadıklarından, başta ben ve tüm mürettebat onları topluyoruz. Bir gece önce hava yağışlı idi. Ve göç çok yoğundu, gece yarısından sonra akın başladı. Gün epeyce yükselene kadar da devam etti. Çocuklarla ben büyük bir neşe içinde 1 - 2 saatte 100’ün üstünde kuş tuttuk. Daha fazlasının kırım olacağını düşündüğüm için geminin tüm ışıklarını söndürttüm. Gün ışıdığında, halâ 5’er 10’ar geçişler ve arada gemiye konmalar devam ediyordu." Sonra gülerek "bugün sizinle birlikte yiyeceğiz bunları" dedi. Bu teklif de cana minnetti bize. Ben kaptana teşekkür ederken arkadaşlarım, bu sürü gecesini kaçırdıkları için hayıflanıyorlardı. Bu kez kaptan meraklandı. Ben de açıklama gereği duydum.
 
            Sayın Kaptan, bildiğiniz gibi bıldırcın, soğu da sıcağı da sevmez. Böyle mevsimlerde ılıman ülkelere göç eder. Kuzey Afrika’da kışı geçiren bıldırcın, Mart sonunda göçe başlar. Akdeniz’i geçerek ülkemize gelir ve derhal kuluçkaya yatar. 8 - 15 arası yumurta vardır altında. 21 gün sonra civcivler çıkar.
 
 
            Anne bıldırcın tüm yumurtalar çatladıktan sonra derhal eğitime başlar. İlk öğreti eşinmedir. Bir iki kez eşinip toprağın altındaki kurtçuk, böcek, tohum ne varsa çıkarıp civcivlere yedirir.
 
            Ağaçlarda ya da yüksek dağlarda, kayalıklarda yuva yapan kuşlar gagalarında ve kursaklarında getirdikleri yiyeceği civcivlerinin gagalarına bırakarak besledikleri halde, yerde yuva yapıp çıkaran kanatlılar, onlara kendi kendilerine beslenmelerini öğretirler.  Bıldırcın da bu sınıfa giren kanatlı göçmendir.
 
 
 
            Bıldırcın civcivleri kanatlanıp uçunca, anne bıldırcın ikinci kuluçka devresine geçer. Böylece bazen tek, bazen iki, bazen de üç kuluçka devresi geçirip civcivleri uçmaya başladığı zaman yavaş yavaş bizim ülkemiz de ısınmağa başlamış olur. Biz bu arada nadiren de olsa görülen bıldırcınlara Mayıs Bıldırcını deriz. Çünkü bıldırcınlar göçe devam etmek için İç Anadolu steplerinden ve buğday tarlalarından kalkarak Karadeniz sahillerine gelmişlerdir. Beslenmelerini burada tamamladıktan sonra uçar, bir gecede Rus steplerine ulaşırlar ve ikinci ya da üçüncü kuluçkalarına orada yatarlar.
 
            Eylül, dur durak bilmeyen kuşların dönüş ayıdır. Bu kez Karadeniz’in kuzeyindeki Rus sahillerinde birikir, beslenir, iyice yağlanarak denizi geçmek için gereken enerjiyi depolar ve sonra havalanırlar. İşte elimizdeki  kuşlar böyle bir uçuşun eseri diye devam ettim.
 
Deniz AKTEKİN ve Salih Nikandyra'da Bıldırcın Avı Dönüşünde

http://www.sayfamiz.com/gallery/detail.asp?iType=30&iPic=5983
 
            Kuş bilginlerinin bıldırcın göçü için saptadıkları çok ilginç gerçekleri size anlatmak isterim.
 
            Kuşlar, Karadeniz ve Akdeniz’i geçmek için en kestirme bir rota belirleyip, deniz yüzeyine yakın bir yükseklikte uçuşa geçiyorlar. Rotalarında yapacakları en ufak bir sapma denizi, özellikle Akdeniz’i geçmeyi imkânsızlaştırıyor.Böylece de denize düşerek ölüyorlar. Akdeniz’de bu sapma bir derecelik açı mertebesine kadar iniyor. Karadeniz için hata derecesi biraz daha yüksek.
 
            Tarih çağlarının en erken zamanlarından itibaren bıldırcın göçleri hakkında tarihe düşülmüş kayıtlar var. Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışında (Exodus) Sina Çölü'ndeki 40 yıllık  dolaşmalarının ilk günlerinde, aç susuzken bir gece sabaha karşı bir sürü gecesi (En büyük yoğunlukta yapılan göç) olayı yaşanıyor. İsrail Kavmi sevinç içinde bıldırcınları toplamaya başlıyorlar. Hz. Musa’nın tüm uyarmalarına aldırış etmeden bol bol kuş yiyorlar. Önce çocuklar olmak üzere, yaşlılar ve güçsüzlerden pek çok kişi zehirlenerek hastalanıyor, tabii ki bazıları da ölüyor. Kuşların harcadıkları yüksek enerji sonucu olarak metabolizmaları (Hücre ve organizmanın içinde besin ve enerji yapım ve bozumu) zehir üretiyor.
 
Bıldırcın Anası
 
            Hz. Musa bir adam öldürdüğü için Mısır adaletinden kaçarak çölde, uzun yıllar yaşamıştı.  Bu yıllarda olan kuş göçleri hakkında bilgi ve deneyim sahibi olmuştu. Ünyeli avcılar da bu konuda bilgili olduklarından tuttukları kuşları bir gün dinlendirdikten sonra keser ve yerler.
 
            Kaptan : "İşte  biz de böyle yapıp bıldırcınları bir gün dinlendirdikten sonra kestik" dedi. Sonra bana dönüp "devam edin" dedi.
 
            Ben : "Bıldırcın avı için Tilla Çay Bahçesi'nin yanından tüm falez boyunca, Aynikola ören yerine kadar olan mevkiye aralıksız olarak bıldırcın ağı kurulur" diye devam ettim. İki direk arasına gerilen bu ağlar 4 - 5 metre eninde, 20 - 50 metre uzunluğunda olur, eteği yerden 5 - 10 cm, yukarıda bir bombe çizerek 1 metre kadar yukarı kaldırılır. Torbalama denilen bir şekilde tutulurdu. Denizin üstünden uçarak Rusya sahillerinden göç eden bıldırcınlar bizim sahilimize gelince, falezi aşmak için yükselirler. Ve oraya gerilen ağa çarparak torbalamasına düşerler.

 

Sahilde Bıldırcın Ağıyla Marangoz (Arap) İsmail Demirkol Usta

Salih Başaran Fotoğraf Arşivi - 10.09.1994

            Son derece yorgun olan kuşların bazen hemen ağların önüne kondukları da olur. Falezin üstündeki avcıların gözü devamlı denizi tarar. Çok uzaklarda avı kim önce görmüş ise şaşmaz bir doğrulukla, kuşun kimin ağına çarpacağını tahmin eder, o ağın sahibini uyarmak için bağırır, Avardi PIIRR…bu geliyor uyarısıdır. Sonra av yeri belirtilir.

            Avardi Fok Fokkk…

            Avardi Calamarkaaa…

yahut :

            Avardi Pas Passs …

            Her ağ yerinin adı vardır. Ve tüm avcılar, tüm av yerlerinin adını bilirler.

 
Bıldırcın Avında Nazmi Atay, Bulut Ersavaş, Hacı H. Suyabatmaz - Hacı Hüseyin Suyabatmaz Fotoğraf Arşivi - 2003/Akçay

            Bir de.. sizin gemide yaptığınız gibi kuşları kondukları yerden elle tutma şeklinde yapılan av vardı.

            Bıldırcın akınının en çok ne zaman olacağının takvimini yapmıştır, Ünyeli avcılar. Böyle gecelere sürü gecesi adını vermişler ve o gece de tetiktedirler. Hele o gece sizin ki gibi hava yağışlı ise sevinçlerine sınır olmaz. Gedallarını (bir ince demir çembere gevşekçe bağlanmış uzun sırıklı sapı olan ağ), Lüks Lâmbalarını alarak  düzlüklere çıkarlar. Yere konarak dinlenmekte olan bıldırcınların üstüne gedallarını kapaklarlar. Böyle gecelerde yüzlerce bıldırcın tutulduğu olur. Eskiden kuşlar pazarda satılırdı. Şimdilerde av hayvanı satışı yasaklandı. Sizi sıkmıyorsam bıldırcın yolarken.. Terme’de Sakarlı Köyü'nden itibaren Çarşamba’ya doğru uzanan sulak arazilerde ağ kurularak yapılan ördek avını da anlatayım.

TERME’DE
AĞ GEREREK YAPILAN ÖRDEK AVI
(Şirin Ünye Gazetesi - 28.11.2007 tarih, Yıl : 47, Sayı : 3335'te yayımlandı.)

            Gece boyunca karadaki sulak arazilerde yemlenen ördekler sabahın ilk ışıkları ile havalanarak denize dönerler. Sahilden hayli uzakta adalar oluşturacak sürüler halinde gün boyu dinlenmeye çekilirler. Akşam karanlığı çökerken ve tüm gece boyu uçarak yemlenmek için karadaki sulak yerlere dönerler. Eskiden o sulak araziler başı göklere değen dişbudak, kızıl ve kara ağaçlardan oluşan ormanlarla kaplı idi. Ağaçlar, gölün içinden minareler kalınlığında  ve boyunda fışkırmışlardır. Köylüler çeşitli ihtiyaç ve ticaret için bu ağaçların en güzel ve değerli olanlarını kestiler. İçi kofulmuş, odun olmaktan başka bir değeri olmayanlarını bıraktılar. Ama onların da başı göklerde idi.

Temel Başaran Avcılarla Törende

Salih Başaran Fotoğraf Arşivi
Halis Genç - Kuğu ve Kaz Avı Dönüşünde

Salih Başaran Fotoğraf Arşivi

            Köylüler, sulak arazideki bu ağaçların uygun aralıkta olanlarından iki tanesini seçiyor, ağaçları biraz daha yükseltmek için tepelerine, uzun ve dayanaklı makaralı direkler çakıyor, aralarına, aşağı yukarı inip çıkan bir ağ geriyorlardı.

            Bu ağın boyu 30 - 40 metre, eni 10 metre kadar oluyordu. Avcılar, ağ kuracakları bu iki ağacın arasındaki gölcüklere mısır dökerek ördekleri orada birkaç gün yemliyorlar, ondan sonraki gecelerde de ağlarını kuruyorlar. İki ağacın altında, makaralı ağların vara - gele iplerini tutan iki avcı, mutlak sessizlik içinde gece karanlığında, görmedikleri, ancak kanat seslerinden ve ağa çarpan ördeğin ellerindeki ipleri sarsmasından tetiklenerek, karşılıklı olarak ağın iplerini bırakıyorlardı. Ördek ya da ördeklerin üstüne katlanan ağ süratle aşağıya iniyordu.

            Avcılar yakalanın ördekleri alıyor, başlarını arkaya kanırarak sırtlarına yapıştırıyor, boyunlarının üzerinde kanatlarını çapraz olarak bir birine geçiriyor, kuşları hareketsiz hale getiriyorlardı. Bu durumdaki zavallı ördekler bacakları serbest olduğu halde, onları kullanmaya bile teşebbüs edemiyorlar, sabaha kadar o şekilde ağaç dibinde avın bitmesini bekliyorlar. Avcılar bundan sonra ağı vira edip, yeni avları beklemeye geçiyorlardı.

Halıcı Ömer, Radyocu Ali Korkmaz, Temel Başaran, Bekir Avcı

Salih Başaran Fotoğraf Arşivi - Fotoğraf : Enver Lüleci

            Böyle av yerlerinde avcı dostlarımla bekleyip sabahladığım çok olmuştur. Verimli av gecelerinde sürü sürü ördek yakalandığını görmüşlüğüm var.

            Tutulan ördekler eşe dosta dağıtılır, bir bölümü temizlenerek satılır, en besili ve yağlı olanlar tuzlanarak küplere basılırdı.

            Tuzlama işlemi şöyle gerçekleştiriliyor :

            Ördeklerin kanatları gövde ile birleştiği eklemden kesilerek çıkarılıyor, boyun da  kendi dibinden kesilerek alınıyor, sonra ördek göğüsten anüsüne kadar yarılıyor, et kemiklerin üstünden yüzülerek iskelet çıkarılıp atılıyor. Geriye sadece kemikleri ile birlikte butlar ve ördeğin lop eti kalmış oluyor. Bundan sonra da ördeğin içi tuzlanıp butlar karın kısmında olmak üzere lop et dürülüp rulo yapılıyor, küpteki yerine yerleştiriliyor.

            Tuzlu ördeklerden, ördekli pilav için küpten çıkarılan etin bir bölümü kesilerek küçük parçalara ayrılıyor, bir tavada bol tereyağı ile sote edilerek pilav üstüne seriliyor. Okuyucular arasında böyle hazırlanmış pilavdan yemiş olanlar varsa, onun tarifsiz lezzetini özlemle hatırlayacaklardır.

Radyocu Ali Korkmaz, Bekir Avcı, Hacı. H. Suyabatmaz, Ali Doğaner 29 Ekim Kutlamalarında

Hacı Hüseyin Suyabatmaz Fotoğraf Arşivi

            Şimdilerde, Termeli ördek besicisi köylüler ve bu işi bilen Kentsoylular halen ördek tuzlar ve konuklarına ördek kavurmalı pilav ikram ederler. Ancak bu ördekler onların deyimi ile göğ ördeği değil, yer ördeğidirler. İyice yağlanması için özel olarak beslenirler.

            Yolunan ördeklerin göğüs tüyleri yastık ve yatak yapmak için biriktirilir. Termeli Kentsoylular’ın ve pek çok köylünün yatak ve yorganları kuş tüyündendir. Benim ve çocuklarımın bile… kasaplık bir hayvanın eti, derisi, yünü, boynuzu nasıl değerlendiriliyorsa ördeğin de eti, tüyü, kanadı öyle değerlendirilir.

            Bu sırada yanımıza çok şişman çok sevimli çok tonton aşçıbaşı olduğunu öğrendiğim bir bey geldi. Kibar bir tavırla sayın kaptanım izniniz olursa ben yolunmuş bıldırcınları alarak öğle yemeğini hazırlayayım. Mürettebata fırın bıldırcın pişireceğim, siz nasıl istersiniz diye sordu. Kaptan; bizi işaret ederek konuklarımla bize de fırın ve ızgara olmak üzere iki türlü hazırla. 8 kişi olacağımızı da unutma dedi. Kısa bir süre sonra kampana çaldı. Vinç motorları stop etti. Mürettebat ve biz birer ikişer temizliklerimizi yapıp öğle yemeği için hazırlandık. Geminin köprüsüne çıktık. Çeşit çeşit meze ve ayıklanmış meyvelerle hazırlanmış masaya kurulduk. Biz oturur oturmaz tonton aşçı başı kocaman iki tepsi taşıyan yamakları ile göründü. Tepsinin birinde nar gibi kızarmış daha halâ cızırdayan, diğerinde tüm kemikleri dövülerek kırılmış pirzola gibi açılarak ızgara edilmiş bıldırcınlar vardı. Arkadaşlarım merak içinde ızgara bıldırcınların nasıl hazırlandıklarını sordu aşçıbaşıya. Adam büyük bir kibarlıkla pirzola dövme âletini kullanarak, bıldırcınları kemikleriyle birlikte döverek yassılaştırdıklarını, sonra da kuzinenin kızgın demiri üzerine sererek ızgara ettiklerini anlattı ve gitti.

Bıldırcın

Av Eti

       Bıldırcın, sülüngiller familyasının en küçüğüdür. Çayır, tarla, bozkırlarda ve hububat tarlalarında görülür. Sürü halinde bulunmazlar, tek veya birkaçı bir arada gezerler; kendisine iyice yaklaşılmadıkça kolay kolay uçmaz. Havalandığı zaman gürültülü ve alçaktan gider. Bıldırcın avında çok dikkatli ve keskin atıcı olmak gerek. Köpeksiz bıldırcın avı çok zor olur. Her seviyedeki avcının yapabileceği sevilen bir avdır.Bütün mesele bıldırcının nerede aranması gerektiğini bilmektedir. Bıldırcın seyrek otlu ve düzenli olarak kesilen çayırlar ile ekili alanları tercih eder. Ayrıca sulak alanlar ve sazlıkların kenar bölgeleri, kuru yeşil alanlar tür için önemlidir. Kendilerini temel olarak uzun çimenlerle kaplı çayırlarla saklarlar. Beslenmelerinin büyük bir kısmını bitkilerin üzerindeki ve topraktaki omurgasızlar oluşturur sonbahar ve kışın genel olarak tohumla beslenirler.

            Kaptan, çatal ve bıçak kullanmadan bir peçete ile ızgara bıldırcınlardan birini aldı. Çok kibar bir davranışla onun nasıl yenilmesi gerektiğini bize öğretmiş oldu. Sonra da biz büyük bir iştiha ile bıldırcınlara saldırdık.

            Yaşamımın ender tatlarından biri ile tanıştım o gün arkadaşlarımla. Artık bıldırcın yemeklerim hep ızgara oluyor. Size de tavsiyem olur. Kırılmış kemikleri ile ızgara edilmiş bıldırcınları kemikleri ile birlikte yemeyi denemelisiniz.

                                                                       İrfan IŞIK
                                                                                                         08 Kasım 2007

 

Ünye Makaleleri Sayfasına  

Dönmek İçin TIKLAYINIZ

 

YAZDIR